Bir varmış,bir yokmuş Soksokanya Cumhuriyeti diye bir ülke varmış.Dağ başını duman almış,gümüş dere durmaz akar,güneş ufuktan şimdi doğarmış.Hiçbir yerde ordaki gibi ağaçları ve güzel kuşları olmayan bir ülkeymiş.Yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle,beş tarafı denizlerle çevrililiğiyle nasıl diim ben sana öyle muhteşem,öyle harikaymış ki eşi ve benzeri yokmuş.
Bu ülkede aynı gün,tan ağarırken iki tane ciyaklama sesiyle,iki ayrı evde,iki ayrı bebecik dünyaya gelmiş.Birinin adını ''Aman Ha'',diğerinin adını da ''Yaman Ha'' koymuşlar birbirinden habersiz.
İsimler sahibine ruh mu verir ne? Ya da sahibine mi geçer isimlerin anlamları bilinmez ama aynı Soksokanya devletinde büyümüş olmalarına,aynı devlet okullarından geçmelerine,aynı sulardan içip,aynı kuş seslerini dinlemelerine,bu ülkede beş parmağın hemen hemen dördü aynı olmasına rağmen Aman Ha ile Yaman Ha bambaşka iki karakter olarak büyümüş.
Aman Ha,önüne hangi bilgi sürülürse almış.''Al buna inan '' demişler,almış ona inanmış.''Bak bu doğru,bu yanlış,şurada duygulanacaksın,şurada Soksokanya'nın menfaatleri gereği göğsün kabaracak'' buyurmuşlar,Aman Ha derhal emirlere itaat etmiş.Accık bişilere şaşalar gibi olsa bile Soksokanya'nın resmi yayın organı Zehirriyet ''yok yok,kuşkulanma,o olay aynen böyle'' tarzında yazılar yazdığından ya da Soksokanya devletinin resmi kanalı neye inanılıp neye inanılmaması,neye şaşalayıp,neye şaşalanmaması gerektiğini dikte ettiğinden Aman Ha'nın yüreğine o doğrultularda su serpiliyormuş.Dini sorgulamamış Aman Ha; Savaşı sorgulamamış Aman Ha ; sömürüyü sorgulamamış Aman Ha...Ne söylenirse inanmış. Üstelik yanında yöresinde accık bişileri sorgulayanlar olsa,hemencecik ''Aman diim ben saa!'' deyip,sorgulayanları susturmaya;çeşitli atraksiyonlarla,korkutmalarla sindirmeye çalışırmış Aman Ha...Boyutu yokmuş,işlevi önemliymiş Aman Ha'nın.O böyle gelsin,böyle gitsin istiyormuş bu dünya.Bunu adeta vatan borcu sayıyormuş.Soksokanya menfaatleri gereği bunun böyle olacağını düşünüyormuş.Daha doğrusu, düşündürttürülenler her ne ise, onu düşünmüş.Ya da düşünmüş mü? Bak bu bile şüpheli...
Yaman Ha ise aynı okullardan,aynı müfredatlardan,aynı Tv'lerden,aynı inançlardan geçtiği,geçirildiği halde birgün derede yüzen yeşil başlı bir gövel ördek görmüş.Diğer ördeklerden farklı bir ördekmiş bu.İşte o zaman anlamış ki farklı,aykırı birşeyler de var bu dünyada.Sonra bir yazı okumuş,diyormuş ki o yazı, ''Değişmeyen,tek şey değişimdir;herşey değişir,herşey dönüşür''...Sonra başka yaman insanların ayırdına varmaya başlamış Yaman Ha...Soksokanya Devletinde dikte edilenlerin aksine şeyler anlatıyorlarmış. Tabuların saçmalıklarını,insanları gerilettiğini, yerinde saydırdığını;sistemin ya da düzenin bekçiliğini yaptırdığını...Yaman Ha ,ona giydirilen her ne varsa çıkarıp atmaya başlamış üzerinden.Vatan,millet,sakarya;kutsal diye sunulan her ne varsa teker teker soyunmuş üzerinden.Anlamış ki ülke menfaatleri adı altında giydirilen her ne varsa,birilerinin düzen suyu akmaya devam etsin diye...Anlamış ki dikte ettirilen her ne varsa safsata...Anlamış aynı terzide dikilmiş,aynı model,aynı renk giysileri soyunup,çırıpçıplak kalınca zaten kaybedecek birşeyi olmadığını.
Aman Ha durur mu hiç?Derhal dikilmiş Yaman Ha'nın karşısına,demiş ki ''sen Soksokanya devletinin menfaatlerini zedeliyorsun,zırvalama!;boşuna bu çaban,kimse inanmaz sana;başına birşey gelir sonra aman ha!''
Yaman Ha bakmış şöyle bir Aman Ha'nın yüzüne,karşısında hala korkuyla ciyaklayan bir bebek görmüş sadece...Gölgesinde bile korku gören bir bebek.Yürümüş gitmiş yoluna...
Aman Ha,kendisine biçilen hayatı harfiyen yaşamış ve ( ölü olduğunu bilmeyen bir ölünün ölmesi gibi) ölmüş.Toprağa karışmış.Toprakta kurtlar Aman Ha'yı yemiş bitirmiş...Mezartaşına ''Aman Ha!'' yazmışlar sadece.Hepsi bu kadar.
Yaman Ha da ölmüş birgün,o da toprağa karışmış,onun da bedenini yemiş kurtlar...Mezartaşına ''Yaman Ha!'' yazmışlar.Zaten ona hala ''ne yamandı haaa! '' deniyor yedi cihanda.
30 Aralık 2008 Salı
14 Aralık 2008 Pazar
2
Kuru fasulye-pilav
Lorel-Hardy
Zeki Alasya-Metin Akpınar
Nokta ile Virgül
Edi ile Büdü
Rakı-beyaz peynir
Şarap-Rokfor
Bira-patates
Oya-Bora
TMSF-Hülya Avşar
John Lennon-Yoko
Tom ve Jerry
Tahta-tebeşir
Kalem-silgi
Dolmakalem-mürekkep
Diş macunu-diş fırçası
Sigara-çakmak
Eşek-semer
mandal-çamaşır
Şener Şen-Uğur Yücel
Tweety-Silvester
Miki-Midi
Kahve-Su
Deniz-Güneş
Ağustosböceği-Karınca
Kenan-Netekim 12 Eylül
Turgut Özal-İcraatın için(d)e(n)
Ecevit-Rahşan
Tayyip-Aydın Doğan
Deniz-Başbuğ
Deniz-çarşaf
Tayyip-türban
Tayyip-Başbuğ
Tayyip-Deniz
2x2=4
Lorel-Hardy
Zeki Alasya-Metin Akpınar
Nokta ile Virgül
Edi ile Büdü
Rakı-beyaz peynir
Şarap-Rokfor
Bira-patates
Oya-Bora
TMSF-Hülya Avşar
John Lennon-Yoko
Tom ve Jerry
Tahta-tebeşir
Kalem-silgi
Dolmakalem-mürekkep
Diş macunu-diş fırçası
Sigara-çakmak
Eşek-semer
mandal-çamaşır
Şener Şen-Uğur Yücel
Tweety-Silvester
Miki-Midi
Kahve-Su
Deniz-Güneş
Ağustosböceği-Karınca
Kenan-Netekim 12 Eylül
Turgut Özal-İcraatın için(d)e(n)
Ecevit-Rahşan
Tayyip-Aydın Doğan
Deniz-Başbuğ
Deniz-çarşaf
Tayyip-türban
Tayyip-Başbuğ
Tayyip-Deniz
2x2=4
6 Aralık 2008 Cumartesi
Kurban
Konu:Öhhö ,öhhöö...Kurban bayramı hakkındaki düşüncelerim.
Yaz kızım...
Ben çocukken,apartmanımızın yakınlarında bir yere,bir koyun bağlamış birisi.Kurban bayramında kesmek üzere tabii...Babam bu koyunu çözerek,''haydi bakalım,artık özgürsün!'' demiş,koyvermiş koyunceyizi.Şimdi o koyun nerde bilmiyorum.Ve fakat bunu duyup,büyüyen bir çocuk nasıl olursa,ben de öyle oldum.Hani ''laiklik ''var ya,hani din ve vicdan hürriyeti var ya,hani bu bağlamda inanmak kadar inanmamak özgürlüğüne de sahibiz ya,hani orda bir köy var uzakta ya,hani bir ,ki,üç,dört...O sebeplen fikirlerimi özgürce dile getiriyorum.'Allah bu laiklikten razı olsun' diycem fakat böyle bir cümle çok saçma olacak...
Neyse...
Geçen gün bir TV.programında gözlerime inanamayarak vallaha da billaha da şöyle şöyle şeyler seyrettim(niye yemin ediyorum ki ben,inanmayan inanmasın,alalah...);stüdyoya kurbanlık bir koç getirmişler.Koçun başını okşarken,temsili olarak pazarlık yapıyorlar...Badem bıyıklı,ince sesli,adeta kendi haricinde herkesi koyun;kendisini de Tanrı'nın özel ulak'ı sanan hafız efendi soruyor,''Ne kadara satarsın? diye.Karşısındaki garibim post bıyıklı,kasketli,ezik amcam da bu temsili komediye uyum sağlıyor,naapsın,''ben bunu baktım,besledim,en güzel yemleri yedirdim,650 gaymeye satarım''diyor..Sanki Tanrı hergün bununla konuşuyormuşcasına kendinden emin, biz koyunların güdücüsü badem bıyık,''yok yok,650 fazla,gel sen 550 yap bunu''filan diyor bilmiş bilmiş...Zavallı koç,orada başına geleceklerden habersiz bekliyor öylece...Bir de bu pazarlıklar yapılırken koçun başını okşuyorlar...Neymiş efendim,eğer kesmeden önce 12 saat hayvana su vermez isen,hayvanın eti daha iyi olurmuş.Bunu nası da ballandıra ballandıra,çok önemli bir konuya açıklık getirmenin verdiği enginn bir dipsizlik ezberciliğiyle anlatıyorlar bir görseniz...Okşadığınız hayvanı, kesip,parçalara ayıracağınız yetmezmiş gibi,bir de 12 saat su vermeyip,kendi lezzet anlayışınız için işkence de yapacaksınız yani?Valla bravo!Böyle zamanlarda,akıl hastanesindeki delilerin,taa oralardan, buraları nasıl gördüklerini çok merak ediyorum doğrusu.Eminim çok eğleniyorlardır.
Acaba Tanrı,işkenceci insanları sever mi?Onları cennetine alır mı?Artık çocuklar kurban edilmiyor,o eskidenmiş ve bitmiş.Bunu anlamış olmak gerekmez mi?Hangi çağı devam ettiriyorsun?Napıyorsun?Farkında mısın naptığının acaba?Tanrı hem şuur verip hem de şuursuzluğu sever mi?(Antiparantez;bu soruları ilk kez ''anne,zencilerin Tanrısı da zenci mi?'' diye sormaya başlamışım...Allahtan laiklik var da özgürce sorabiliyorum).
Bir zamanlar,yine ben küçükken, annemler eve bıldırcın almışlar.Belli bir zaman sonra annem kafese bakıp,'' artık bunları kesmenin zamanı geldi'' deyince,babam, ''o bıldırcının, senin çocuğundan ne farkı var?'' diye sormuş.Annem diyor ki ''dondum kaldım,ben hiç böyle düşünmemiştim''.Bu hikayeyi ben yeni öğrendim ama benim de bir bıldırcın hikayem var;birgün, marketin birinde alışveriş yaparken bıldırcın satıldığını gördüm.Büyük teyzem,pis boğaz oğluna 'pilavüstü bıldırcın' diderdi hep.''Dur yaa ,ben de alayım şundan,bakayım nasıl oluyormuş'' dedim.(Aslında ''bakayım'' demedim,''bakiim'' dedim ama buraya Edebiyatın zarar görmemesi açısından ''bakayım'' yazmak durumundayım,neyse).Suyu kaynatıp,tüyü yolunmuş,boynu kesilmiş,pişirmeye haphazır satılan bıldırcınları suyun içine attım.Biraz sonra,boyunsuz bıldırcınların kesik boyunları,tencerede boyun bükerek,birbirine doğru yanaştı.O manzarayı hiç unutamıyorum.
O bir gram eti yemeyi düşünen aklımdan utandım.
Hiç mi et yemiyorum?Yiyorum,yiyorum ama kimse beni buradan vuramaz.Çünkü burada ince ve önemli bir ayrım var;kim ne derse desin,bir hayvanı alıp,besleyip,süsleyip,kınalayıp,o hayvanla göz temasına girip de duygusal bir bağ kurduktan sonra kesmek, benim açımdan imkansız bir durum...Ve bu toplu kıyımlara 'bayram' demek de bir o kadar tuhaf.
Bence,zamanın birinde akıllı ve yaşadığı toplumdan beynen biraz daha önde olan bir adam,çocuklar kurban edilmesin,çocuklar kurtulsun diye hayvanların kurban edilmesi yolunu keşfetmiş.O gün bugündür,çocuklar kurtulmuş ama bu kez de hayvanlar kurtulamaz olmuşlar.Birgün gelecek,bu toplu kıyıma da birisi,radikal bir çözüm bulacak ve hayvanları da kurtaracak,insanların elinden.Ben görür müyüm?Bilmiyorum...Ama işte esas bayram bence o gün olacak.
Yaz kızım...
Ben çocukken,apartmanımızın yakınlarında bir yere,bir koyun bağlamış birisi.Kurban bayramında kesmek üzere tabii...Babam bu koyunu çözerek,''haydi bakalım,artık özgürsün!'' demiş,koyvermiş koyunceyizi.Şimdi o koyun nerde bilmiyorum.Ve fakat bunu duyup,büyüyen bir çocuk nasıl olursa,ben de öyle oldum.Hani ''laiklik ''var ya,hani din ve vicdan hürriyeti var ya,hani bu bağlamda inanmak kadar inanmamak özgürlüğüne de sahibiz ya,hani orda bir köy var uzakta ya,hani bir ,ki,üç,dört...O sebeplen fikirlerimi özgürce dile getiriyorum.'Allah bu laiklikten razı olsun' diycem fakat böyle bir cümle çok saçma olacak...
Neyse...
Geçen gün bir TV.programında gözlerime inanamayarak vallaha da billaha da şöyle şöyle şeyler seyrettim(niye yemin ediyorum ki ben,inanmayan inanmasın,alalah...);stüdyoya kurbanlık bir koç getirmişler.Koçun başını okşarken,temsili olarak pazarlık yapıyorlar...Badem bıyıklı,ince sesli,adeta kendi haricinde herkesi koyun;kendisini de Tanrı'nın özel ulak'ı sanan hafız efendi soruyor,''Ne kadara satarsın? diye.Karşısındaki garibim post bıyıklı,kasketli,ezik amcam da bu temsili komediye uyum sağlıyor,naapsın,''ben bunu baktım,besledim,en güzel yemleri yedirdim,650 gaymeye satarım''diyor..Sanki Tanrı hergün bununla konuşuyormuşcasına kendinden emin, biz koyunların güdücüsü badem bıyık,''yok yok,650 fazla,gel sen 550 yap bunu''filan diyor bilmiş bilmiş...Zavallı koç,orada başına geleceklerden habersiz bekliyor öylece...Bir de bu pazarlıklar yapılırken koçun başını okşuyorlar...Neymiş efendim,eğer kesmeden önce 12 saat hayvana su vermez isen,hayvanın eti daha iyi olurmuş.Bunu nası da ballandıra ballandıra,çok önemli bir konuya açıklık getirmenin verdiği enginn bir dipsizlik ezberciliğiyle anlatıyorlar bir görseniz...Okşadığınız hayvanı, kesip,parçalara ayıracağınız yetmezmiş gibi,bir de 12 saat su vermeyip,kendi lezzet anlayışınız için işkence de yapacaksınız yani?Valla bravo!Böyle zamanlarda,akıl hastanesindeki delilerin,taa oralardan, buraları nasıl gördüklerini çok merak ediyorum doğrusu.Eminim çok eğleniyorlardır.
Acaba Tanrı,işkenceci insanları sever mi?Onları cennetine alır mı?Artık çocuklar kurban edilmiyor,o eskidenmiş ve bitmiş.Bunu anlamış olmak gerekmez mi?Hangi çağı devam ettiriyorsun?Napıyorsun?Farkında mısın naptığının acaba?Tanrı hem şuur verip hem de şuursuzluğu sever mi?(Antiparantez;bu soruları ilk kez ''anne,zencilerin Tanrısı da zenci mi?'' diye sormaya başlamışım...Allahtan laiklik var da özgürce sorabiliyorum).
Bir zamanlar,yine ben küçükken, annemler eve bıldırcın almışlar.Belli bir zaman sonra annem kafese bakıp,'' artık bunları kesmenin zamanı geldi'' deyince,babam, ''o bıldırcının, senin çocuğundan ne farkı var?'' diye sormuş.Annem diyor ki ''dondum kaldım,ben hiç böyle düşünmemiştim''.Bu hikayeyi ben yeni öğrendim ama benim de bir bıldırcın hikayem var;birgün, marketin birinde alışveriş yaparken bıldırcın satıldığını gördüm.Büyük teyzem,pis boğaz oğluna 'pilavüstü bıldırcın' diderdi hep.''Dur yaa ,ben de alayım şundan,bakayım nasıl oluyormuş'' dedim.(Aslında ''bakayım'' demedim,''bakiim'' dedim ama buraya Edebiyatın zarar görmemesi açısından ''bakayım'' yazmak durumundayım,neyse).Suyu kaynatıp,tüyü yolunmuş,boynu kesilmiş,pişirmeye haphazır satılan bıldırcınları suyun içine attım.Biraz sonra,boyunsuz bıldırcınların kesik boyunları,tencerede boyun bükerek,birbirine doğru yanaştı.O manzarayı hiç unutamıyorum.
O bir gram eti yemeyi düşünen aklımdan utandım.
Hiç mi et yemiyorum?Yiyorum,yiyorum ama kimse beni buradan vuramaz.Çünkü burada ince ve önemli bir ayrım var;kim ne derse desin,bir hayvanı alıp,besleyip,süsleyip,kınalayıp,o hayvanla göz temasına girip de duygusal bir bağ kurduktan sonra kesmek, benim açımdan imkansız bir durum...Ve bu toplu kıyımlara 'bayram' demek de bir o kadar tuhaf.
Bence,zamanın birinde akıllı ve yaşadığı toplumdan beynen biraz daha önde olan bir adam,çocuklar kurban edilmesin,çocuklar kurtulsun diye hayvanların kurban edilmesi yolunu keşfetmiş.O gün bugündür,çocuklar kurtulmuş ama bu kez de hayvanlar kurtulamaz olmuşlar.Birgün gelecek,bu toplu kıyıma da birisi,radikal bir çözüm bulacak ve hayvanları da kurtaracak,insanların elinden.Ben görür müyüm?Bilmiyorum...Ama işte esas bayram bence o gün olacak.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)