Başlığı ,Meg Ryan’la Billy Crystal’ın 1989 yılı yapımı ‘’Harry ile Sally Tanışınca’’ filminden araklayıp, acaba Turkish yorumu nasıl olur diye düşündüm.Türkçeye ‘’Harry ile Sally Karşılaşınca ‘’ diye de çevrilen bu film bayağı eğlenceli bir filmdi .Sally, bir restaurantta ‘’orgazm’’ taklidi yapıyordu diyeyim de herkes anımsasın bari…
Bu filmin bize uyarlanmış halini düşünürsek,bizde bir kadınla bir erkeğin tanışma şekli çok daha başka motiflere bürünüp, gözlemlemesi de bayağı bir eğlenceli oluyor.
Mesela kalabalık alışveriş merkezlerine mecburiyetten gittiğim zamanlar,kahve içilen bir yere sığınıp yan masadakileri çaktırmadan gözlemlemeyi çok severim.Onlar benim öyle kendi halimde etrafı seyreden bir ölümlü olduğumu sansalar da gerçek hiç de böyle değil aslında.Özellikle de çiftleri çaktırmadan izlemekten,hatta iç sesleri olmaktan kendimi alamam.
İşte bir gün yine böyle pusuda kahve içerken bir çift geldi yan masaya oturdu.Bugünün, ilk tanıştıkları gün olduğu her hallerinden belliydi.Kadın kuaförden çıkmış,parfüm kokuları içinde, erkek de bayağı bir jantiydi.Eminim bugünü,gelecek ay ve ondan sonraki aylarda ‘ilk tanışma günümüzün 1.ayı’’,’’ilk tanışma günümüzün 8.ayı’’ şeklinde abartıp kutlamaya ,gayet lüzumsuz bir seremoniye dönüştürmeye devam edeceklerdi.Adam kıza kocaman bir ‘’ayıcık’’ alacak,kız da adamla ‘’bebek taklidi’’ yaparak konuşmaya başlayacaktı.Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara?-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Çok yakınıma oturdukları için konuşmalara da ister istemez ve belki biraz da terbiyesizce kulak misafiri oluyordum.Napim,işim bu…Adamın adını ''Hayri'', kadının adını da ''Seda'' koydum.Onlar konuşurken ben de onların iç sesi oluyordum aynı zamanda;
Hayri-Bayağı zor oldu görüşmemiz ama nihayet buluştuk.
(iç ses-bayağı bir peşinden koşturdun beni hain kadın ama bak vahşi cazibeme dayanamadın)
Seda-Yok aslında,ne bileyim,işlerden,güçlerden bir türlü fırsat bulamadım
(iç ses-İyi oldu,siz erkekler bundan anlarsınız,peşimden koşacaksın tabii,daha ilk çağırmanda gelseydim bana kolay kadın muamelesi yapacaktın,sanki bilmiyorum ben sizi.)
Hayri-İşler nasıl,çok mu yoğun?yoruluyor musun?
(iç ses-ilgileniyor gözükeyim de etkilensin benden…Allahım!Bunun dudakları beni deli ediyor!)
Seda-Çok yoğun…Vallahi geberiyoruz yorgunluktan,akşam eve pestilim gidiyor.Senin işlerin nasıl?)
(iç ses-Ay çok da şık giyinmiş,benim için herhalde,Allahın şapşalı,hihihihi…Şu erkekler ilk karşılaşmada ne kadar da özenli olurlar,Sinan da böyleydi ama sonra ne oldu?…Adi Sinan!…Acaba bu işsiz güçsüz mü?Pek de öyle gözükmüyor.Vallahi umarım değildir,hiç çekemem!)
Hayri-Çok iyi, ben de bayağı yoruluyorum.Bir ihale işi var,Ankara’ya gideceğim.Kesin alırız.Ama işte yine de adam koymak lazım araya.
(İç ses-Şöyle tumturaklı göstereyim kendimi…Kadınlar güce ve paraya tapar diye okumuştum bir kadın dergisinde.Acaba benimle Ankara’ya gelir mi?Ne güzel olur,aynı otelde falan kalırız.Allahım ya ne de iriymiş bunun göğüsleri…)
Seda-Aa ne kadar güzel!Ankara’ya mı gidiyorsun?Benim öğrencilik yıllarım orada geçti.Çok nostaljilerim var.
Hayri- Gerçekten mi?
(iç ses-Senin nostaljini yerim ben!…Ses tonu ne kadar seksi ya bunun,gebertecek beni.)
Seda-Evet,Dil Tarihi bitirdim ben.Ankara'nın bütün sokaklarını,barlarını bilirim.
(iç ses-Eyvah! Ne yaptım ben?Aptal Seda!''Barlarını biliyorum'' niye diyorsun ki,herif seni kolay kız zannedecek,evlenmeyecek seninle,aptal Seda!Hay senin kafana Seda yaa!…)
Hayri-Ne güzel!…Sen de gel benimle,hem nostalji yaşamış olursun.
(iç ses-E bara mara gittiğine göre gelir benimle…Bi gelse bi gelse!…Ayakları çok mu büyük bunun?Hiç sevmem kadında da büyük ayak…Ama oğlum sen de hem uzun boy istiyorsun hem de küçük ayak…Bu mümkün mü yani?…Git de Penguen bul o zaman!…Kız buldun da ayağı kaldı!…Çok tatlı yaaa...)
Seda-Çok isterdim ama mümkün değil,bizimkiler izin vermez.Hem zaten daha…yani ne bilim olmaz…
(iç ses-Ayy bak gördün mü işte,beni kolay kadın zannetti yaa…E bara mara gidiyorum dersen böyle olur,aptal Seda!…Aptal Seda!…Bu da evlenmeyecek benimle yaa)
Hayri-Doğru aslında…Ben saçmaladım işte…Ne bileyim,dedimki Ankara’yı özlemişsindir,gezersin…Nostaljik olur…
(İç ses-Yemişim ben seni Hayri!…Zırvalama oğlum yaa…Gelmeyecek kadın işte…Neyse …Bu iyi aile kızı galiba…Evlensem mi ben bununla yaa?…Saçmalama Hayri!…Ne evlenmesi yaa?Daha görecek çok hatunlar var…)
Seda-Ayy ,canım yaa…Sağol…Çok düşüncelisin…Gerçekten!Ama işte…
(iç ses-Kızım sen var ya sen dangalaksın bak!Adama ne diye ‘’canım’’ diyorsun yaa?…Kolay kız zannedecek seni…Aptal Seda!…Mankafa!…Canımmış!…Kaç kişiye canım dedin sen yaa?…N'oldu?Canını çıkarmadılar mı senin?Bu sefer daha aklı başında davransana!Aptal Seda!)
Hayri-Neyse…Önemli değil…Sen de haklısın canım…
(iç ses-Bana ‘’canım’’ dedi yaa!…’’Canım’’ dedi…Canım benim!…Sevdi beni bu…Hoşlandı benden…Off yaa şu gözlere bak!Şu ellere bak!…Şu dudaklar!…Off!...Offf!…Evlensem mi acaba?Saçmalama Hayri!..Bi ‘’canım ‘’dedi diye!…)
Hayri-Yaa yanlış anlama ama...Şu an biri var mı hayatında?Bugüne kadar?...Ne bileyim?...
(İç ses-Pat diye de sordum ama…Ne bileyim…Çok masum bir kıza benziyor…Hoşlandım…Şu dudaklar!Şu dudaklar!)
Seda-Biz mutaassıp bir ailede büyüdük…Babam biraz otoriterdir.Annem de eski kafalı…Hiç erkek arkadaşım olmadı desem belki inanmazsın ama…Böyle işte…
(İç ses- Olur Hayri!…Sana istersen dökümü vereyim!…Sen de sonra başıma kak!…Babamın sarhoşun teki,annemin de sinir hastası olduğunu söyleyeyim…Sonra da yüzüme vur!…Daha öncekiler gibi…Adi Sinan gibi…Recep,Murat…vs.ler gibi…Siz ne anlarsınız ki bunlardan!)
Hayri-İnanırım…Neden inanmayacağım ki?…Herkesin bir sürü sevgilisi olacak diye bir şey mi var?
(İç ses-Yok artık daha neler!…Bu devirde?…Ama belkide?…Neden olmasın?Çok masum bir kız bu yaa…Evlensem mi?Saçmalama Hayri!…Saçmalama!…Off şu dudaklar!…Bitirdi beni!
…………..
Bir şeyler içip kalktılar…
Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara;
-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Neden kendileri olanları sevmiyorduk hiç?
Bu yalanların neresi beyazdı??
........
Not:14.12.2007-Onpunto'da yayınlanmıştır.
29 Eylül 2008 Pazartesi
O çok önemli soru...
Bu nasıl bir işkencedir,nasıl bir zulümdür anlayamıyorum?Sürekli aynı soruyla karşılaşıyorum?Sürekli…Sanki bütün ulusal basın işbirliği etmişcesine aynı soruyu soruyor…Hep o soru…Gazetelerde,malumunuz kadın dergilerinde,gazete eklerinde…Her yerde o soru var…Artık bilinçaltıma işledi…O kadar soruluyor ki bu soru ,farkında olmadan bir baktım sürekli o soruyu sormaya başlamışım…
Araba kullanırken,işte,evde sürekli o soru yankılanıyor kafamda artık…Hatta bilbordlarda bile sanki o soruyu görür gibi oluyorum..Ve çok enteresandır beynim o soruyu sorarken arkada bir fon müziği bile bestelemiş kendiliğinden…Bu o kadar önemli bir soru ki yemiyorum,içmiyorum… Adeta saplandım kaldım…Sürekli yanıtlar arıyorum…Ama bu kadar insan yanıtını bulamazken herhalde ben hiç bulamam…
Geçen gün kuafördeydim mesela,saçlarım boyanırken aldım elime bir dergi,oyalanayım dedim…Baktım her sayfada o soru yine…Testler düzenlenmiş,şıklar verilmiş…Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalara alınarak deneysel anlamda test edilmişler…Ama apışıp kalmışlar…Her kafadan bir ses çıkmış ama yine kimse yanıtını bulamamış...Tövbe tövbe...
Aynı dergide ünlülerle bu konuda yapılan röportajlar da vardı; Ajda Pekkan ’’so what!yani so what!’’demiş…Orhan Gencebay’’hazır mısınız?’’ diye sorduktan sonra ‘’gerçekten bu ülkemiz menfaatleri açısından fevkalade önemli bir soru’’diye eklemiş…Sezen Aksu, ’’hiç unutmam,babam çok despottu,anneme hep bu soruyu sorardı,annem de böyle TRT Ankara Sanat Müziği korosundaki kadınlar gibi döpiyes bir kadındı zaten,...Asla bu sorunun yanıtını vermedi... Ve babama ‘çok rica ediciim bir daha kat’iiiyyen bana bu soruyu sormayınız’ derdi’’demiş esprili bir şekilde ama sorunun yanıtı yine havada kalmış tabii…
Bazen çıldıracak gibi oluyorum…
Sonra bir arkadaşım söyledi,Bu konuda bir sosyal yardımlaşma derneği ,panel düzenlemiş…Gitmiş bizim arkadaş;kadınlar söz almış konuşmuş,erkekler söz almış konuşmuş…Tartışmalar çıkmış…Mutabakata varamamışlar…Hatta oradan bir erkek atılmış ‘’hanım hanım bu senin sandığın kadar basit bir soru değil,öyle atıp tutuyorsun ama bu sorunun yanıtını bulmak öyle her babayiğidin harcı değildir,biz ömrümüzü verdik bu sorunun çözümüne bee,kendine gel!’’diye bile uyarmış konuşmacı kadını…
Toplumda kutuplaşmalar bile var;mesela olaya esprili yaklaşanlar ‘’bence muz isterler’’diyor,şiddete eğilimli olan ben ve benim gibiler ise ‘’bu soruyu habüre gözümüze gözümüze sokanları bir sıkı pataklamak lazım’’diye düşünüyor…
Geçen gün Başbakan bile bu konunun Meclis’in ana gündem maddesine alındığını;her türlü kurum, kuruluş, sosyal yardımlaşma derneklerinden,Üniversitelerden,medya kuruluşlarından öneriler beklediklerini ve artık bu sorunun ulusal bir soru haline geldiğini bile söylemiş…Yani sadece abartan ben değilim…Ayrıca konuya Başbakan bile el attığına göre abartmakta haklı olduğum ortaya çıktığı için gerçekten derin bir soluk aldım…
Aksi takdirde ‘’erkekler ya da kadınlar ne ister?’’sorusuna bu kadar kafamı taktığım için çıldırmış olmam gerekirdi…Demek ki çıldırmamışım…
Bana göre Allah’tan belalarını isterler ama dur bakalım Meclis’ten ne çıkacak…
Not:23.11.2007'de ''Çok önemli soru'' başlığıyla yayınlanmıştır.
Araba kullanırken,işte,evde sürekli o soru yankılanıyor kafamda artık…Hatta bilbordlarda bile sanki o soruyu görür gibi oluyorum..Ve çok enteresandır beynim o soruyu sorarken arkada bir fon müziği bile bestelemiş kendiliğinden…Bu o kadar önemli bir soru ki yemiyorum,içmiyorum… Adeta saplandım kaldım…Sürekli yanıtlar arıyorum…Ama bu kadar insan yanıtını bulamazken herhalde ben hiç bulamam…
Geçen gün kuafördeydim mesela,saçlarım boyanırken aldım elime bir dergi,oyalanayım dedim…Baktım her sayfada o soru yine…Testler düzenlenmiş,şıklar verilmiş…Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalara alınarak deneysel anlamda test edilmişler…Ama apışıp kalmışlar…Her kafadan bir ses çıkmış ama yine kimse yanıtını bulamamış...Tövbe tövbe...
Aynı dergide ünlülerle bu konuda yapılan röportajlar da vardı; Ajda Pekkan ’’so what!yani so what!’’demiş…Orhan Gencebay’’hazır mısınız?’’ diye sorduktan sonra ‘’gerçekten bu ülkemiz menfaatleri açısından fevkalade önemli bir soru’’diye eklemiş…Sezen Aksu, ’’hiç unutmam,babam çok despottu,anneme hep bu soruyu sorardı,annem de böyle TRT Ankara Sanat Müziği korosundaki kadınlar gibi döpiyes bir kadındı zaten,...Asla bu sorunun yanıtını vermedi... Ve babama ‘çok rica ediciim bir daha kat’iiiyyen bana bu soruyu sormayınız’ derdi’’demiş esprili bir şekilde ama sorunun yanıtı yine havada kalmış tabii…
Bazen çıldıracak gibi oluyorum…
Sonra bir arkadaşım söyledi,Bu konuda bir sosyal yardımlaşma derneği ,panel düzenlemiş…Gitmiş bizim arkadaş;kadınlar söz almış konuşmuş,erkekler söz almış konuşmuş…Tartışmalar çıkmış…Mutabakata varamamışlar…Hatta oradan bir erkek atılmış ‘’hanım hanım bu senin sandığın kadar basit bir soru değil,öyle atıp tutuyorsun ama bu sorunun yanıtını bulmak öyle her babayiğidin harcı değildir,biz ömrümüzü verdik bu sorunun çözümüne bee,kendine gel!’’diye bile uyarmış konuşmacı kadını…
Toplumda kutuplaşmalar bile var;mesela olaya esprili yaklaşanlar ‘’bence muz isterler’’diyor,şiddete eğilimli olan ben ve benim gibiler ise ‘’bu soruyu habüre gözümüze gözümüze sokanları bir sıkı pataklamak lazım’’diye düşünüyor…
Geçen gün Başbakan bile bu konunun Meclis’in ana gündem maddesine alındığını;her türlü kurum, kuruluş, sosyal yardımlaşma derneklerinden,Üniversitelerden,medya kuruluşlarından öneriler beklediklerini ve artık bu sorunun ulusal bir soru haline geldiğini bile söylemiş…Yani sadece abartan ben değilim…Ayrıca konuya Başbakan bile el attığına göre abartmakta haklı olduğum ortaya çıktığı için gerçekten derin bir soluk aldım…
Aksi takdirde ‘’erkekler ya da kadınlar ne ister?’’sorusuna bu kadar kafamı taktığım için çıldırmış olmam gerekirdi…Demek ki çıldırmamışım…
Bana göre Allah’tan belalarını isterler ama dur bakalım Meclis’ten ne çıkacak…
Not:23.11.2007'de ''Çok önemli soru'' başlığıyla yayınlanmıştır.
Etiketler:
Ajda Pekkan,
babayiğit,
bilboard,
kuaför,
mutabakat,
Orhan Gencebay,
panel,
Sezen Aksu,
TRT,
Ulusal basın
19 Eylül 2008 Cuma
Felek o gün harbiden salaktı!...
Ben, Tanrı’nın çok şakacı olduğunu düşünüyorum…En azından bana karşı öyle…Uzun süre bu şakaları çok ciddiye aldım…Ve gülemedim şakalarını patlatırken…Şimdi şimdi anlıyorum…Ve bazen kederle bazen de kahkahayla güldüğüm anılara sahibim sayesinde…
Örneğin Çiğdem'le yaşadıklarım benim için hüzünlü mü? Buruk mu? Komik mi? Bilmiyorum... Ama Tanrı’nın çok şakacı olduğu kesin…
Çiğdem benim fakülteden arkadaşım…Belki de fakülte yıllarımın en derin yalnızlığının tek kadın anısı…
Kayseri'liydi Çiğdem… Kara saçlı, kara gözlü,bebek yüzlü bir kız…Sanırım bayanlar tuvaletinde tanıştık…Anadolu’luydu işte… Ağır değer yargılarıyla donatılmış,onların altında ezilen bir kız…
Derken Çiğdem'e bir şeyler olmaya başladı. Tıp fakültesinden bir çocuğa tutulmuş sanırım… Platonik… Çocuğun her davranışından derin anlamlar çekiyordu cımbızla…Karşılık bulamayınca da rahatsızlanmaya başladı Çiğdem… Bir gün aşık olduğu çocuğun önünden geçerken ‘’manyak!’’ diye bir laf duymuş... Bizim hayatımız ondan sonra karardı… Çay bahçesinde oturuyoruz diyelim,yanımızda hiç tanımadığımız insanlar sohbet ediyor… Çiğdem’in kulak onlarda , ’’beni konuşuyorlar’’ diyor ve çıldırıyor. Tutmasam gidip boğazlarına sarılacak… Ya da Çiğdem’e kendimle ilgili bir şeyler anlatmışım , ertesi gün gelip ‘’sen bana şunu mu demek istedin?’’ diye beni sorguluyor… Dilimde tüy bitiyor O’na kendimi aklamak için… Bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söylüyor mesela …
Birgün geldi, ‘’Ferhan Şensoy’un ‘Felek bir gün salakken ’oyununa bilet aldım’’ dedi.E sizin de çok iyi tahmin edeceğiniz gibi gitmek zorundayım,başka çarem yok…Gittik… Oyun başladı… İlk perdeden sonra ara verildi… Bir baktım duvardaki afişe kocaman kocaman yazmışlar ;‘’biletlerinizi atmayın,kura çekilecek,hediye verilecek’’ diye . Çiğdem'e ‘’biletlerimizi atmayalım,bak böyle bir durum varmış’’ dedim,sonu 7’yle biten bileti ben seçtim,diğerini de Çiğdem aldı.Güya 7 rakamı benim uğurlu sayımmış! Güya!Nasıl bir uğursa bu…
İkinci perde başladı... Şimdi bu biletlerin saklanmasının esprisi şuydu ; oyunda bir Bıldırcın hanım tiplemesi var. Bu Bıldırcın saftirik bir kız… Çekiliş yapılacak ve kurada çıkan bilet sahibi ikinci perdede Bıldırcın hanım’ı oynayacak Ferhan Şensoy’la…Düşünün Ferhan Şensoy nasıl sarar, nasıl kafalar artık o Bıldırcın’ı,nasıl dalgasını geçer siz düşünün…
Kura çekildi…
Koskocaman tiyatro salonunda,o kadar insan arasından öküzün gözü gibi benim Çiğdem'in bilet numarası çıkmasın mı! Ben gayet morarmış bir halde biraz ürkek,biraz titrek, kem küm ‘’ istersen ben gideyim’’diyebildim… Baktım bu attı kendini sahneye…Ben o andan itibaren koptum tabii oyundan… Başıma geleceklerin derdindeyim…
Bütün bunları benim tezgahladığımdan tutun da Ferhan Şensoy’la işbirliği yaptığıma kadar her konuda yargılanacağımı biliyorum… Kafadan koptum ben yani…Bittim... Ölümlerden ölüm beğenmem lazım... Ne bileyim, gitsem atsam kendimi bir yerden daha iyi… Başıma geleceklerin hesabı, kitabıyla öyle boş boş bakıyorum sahneye…
Bu oyun komedi oyunu olduğundan Ferhan Şensoy, ‘’Bıldırcın hanımı’’ oynayan Çiğdem'i bir güzel makaraya alıyor... Koskocaman Tiyatroyu dolduran büüttünnn insanlar da Çiğdem'e ‘’kahkihkahkoohhhh’’ diye kahkahalarla gülüyorlar… İnsanlar gülerken ağızlarını öyle bir açıyorlar ki küçük dilleri gözüme gözüme giriyor adeta…Martılar gaakklıyor sanki ’’gaaakkkk gaakkkkk’’… Birde şu martı kuşlarını çok asil kuşlarmış gibi her şiirde, her hikaye de kullanmazlar mı? Tilt olurum… Martılardan bile nefret ettim o gün ben yaa!…
Bu kahkahaların olmamasını ya da en azından daha kısık sesle olmasını istiyorum, diliyorum ama kahkahalar patladıkça sanki duvarlara çarpıyor,büyüyor, büyüyor bir daha çarpıyor,ordan gelip benim kafama Alfred Hitchcock'un ''Kuşlar'' filmindeki kuşların çığlığı gibi patlıyor… ''Allahım ne yapsam ne etsem de bu insanların gülmesini engellesem yarabbim!'' diye düşünüyorum ama Ferhan Şensoy durmuyorki…Esprinin bini bin para anasını satiimm… Doğaçlamaları salladıkça da herkes gülüyor…Tamam gülsünler de kime güldükleri çok önemli… Benim Çiğdem'e gülüyorlar… Yani yan masada oturanların konuşmalarından rahatsız olan,bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söyleyen Çiğdem'e…
Koltukta gittikçe aşağıya kaymışım farkında olmadan… Artık yapılacak bir şey yok… Zeki Alasya’nın, o çaresizlikle sıkışmış,patlamak üzere olan yüz ifadesini bilirsiniz,aynen o surat ifadesiyle millet güldükçe salak salak etrafıma ‘’gülmeyin ya,nolur ya’’ diyen yalvarır bakışlarla bakıyorum... Bittim ben yani… Bittim… Felek, o gün harbiden salaktı,çok salaktı ya...
Sonra bu işkence sona erdi nihayet… Ferhan Şensoy Çiğdem'e kitabını imzalayıp verdi sahnede…. Alkışlar… Çiğdem yanıma geldi,hiçbirşey olmamış gibi... Ben soran gözlerle suratına bakıyorum… Tık yok Çiğdem'de … Allahallah ne iş?... Tamam yarın soracak bana bunun hesabını dedim… Olsun napalım… Eve gittim… Uyuyamadım bile… Sorulacak hesapları,ona vereceğim yanıtları tek tek ,titizlikle düşündüm… ’’Freddy’nin kabusları’’ halt etmiş yani benim ‘’Bıldırcın hanım’’ kabusumun yanında…
Ertesi gün… Daha ertesi gün… Daha, daha ertesi gün hep bekledim… Çiğdem bana hiçbir şey sormadı inanır mısınız? Hiçbirşey sormadı…
14 yıl geçti… Hala tedirgin ve ürkek bir şekilde bekliyorum…
Dip Not:Onpunto/20.11.2007'de yayınlanmıştır.
Örneğin Çiğdem'le yaşadıklarım benim için hüzünlü mü? Buruk mu? Komik mi? Bilmiyorum... Ama Tanrı’nın çok şakacı olduğu kesin…
Çiğdem benim fakülteden arkadaşım…Belki de fakülte yıllarımın en derin yalnızlığının tek kadın anısı…
Kayseri'liydi Çiğdem… Kara saçlı, kara gözlü,bebek yüzlü bir kız…Sanırım bayanlar tuvaletinde tanıştık…Anadolu’luydu işte… Ağır değer yargılarıyla donatılmış,onların altında ezilen bir kız…
Derken Çiğdem'e bir şeyler olmaya başladı. Tıp fakültesinden bir çocuğa tutulmuş sanırım… Platonik… Çocuğun her davranışından derin anlamlar çekiyordu cımbızla…Karşılık bulamayınca da rahatsızlanmaya başladı Çiğdem… Bir gün aşık olduğu çocuğun önünden geçerken ‘’manyak!’’ diye bir laf duymuş... Bizim hayatımız ondan sonra karardı… Çay bahçesinde oturuyoruz diyelim,yanımızda hiç tanımadığımız insanlar sohbet ediyor… Çiğdem’in kulak onlarda , ’’beni konuşuyorlar’’ diyor ve çıldırıyor. Tutmasam gidip boğazlarına sarılacak… Ya da Çiğdem’e kendimle ilgili bir şeyler anlatmışım , ertesi gün gelip ‘’sen bana şunu mu demek istedin?’’ diye beni sorguluyor… Dilimde tüy bitiyor O’na kendimi aklamak için… Bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söylüyor mesela …
Birgün geldi, ‘’Ferhan Şensoy’un ‘Felek bir gün salakken ’oyununa bilet aldım’’ dedi.E sizin de çok iyi tahmin edeceğiniz gibi gitmek zorundayım,başka çarem yok…Gittik… Oyun başladı… İlk perdeden sonra ara verildi… Bir baktım duvardaki afişe kocaman kocaman yazmışlar ;‘’biletlerinizi atmayın,kura çekilecek,hediye verilecek’’ diye . Çiğdem'e ‘’biletlerimizi atmayalım,bak böyle bir durum varmış’’ dedim,sonu 7’yle biten bileti ben seçtim,diğerini de Çiğdem aldı.Güya 7 rakamı benim uğurlu sayımmış! Güya!Nasıl bir uğursa bu…
İkinci perde başladı... Şimdi bu biletlerin saklanmasının esprisi şuydu ; oyunda bir Bıldırcın hanım tiplemesi var. Bu Bıldırcın saftirik bir kız… Çekiliş yapılacak ve kurada çıkan bilet sahibi ikinci perdede Bıldırcın hanım’ı oynayacak Ferhan Şensoy’la…Düşünün Ferhan Şensoy nasıl sarar, nasıl kafalar artık o Bıldırcın’ı,nasıl dalgasını geçer siz düşünün…
Kura çekildi…
Koskocaman tiyatro salonunda,o kadar insan arasından öküzün gözü gibi benim Çiğdem'in bilet numarası çıkmasın mı! Ben gayet morarmış bir halde biraz ürkek,biraz titrek, kem küm ‘’ istersen ben gideyim’’diyebildim… Baktım bu attı kendini sahneye…Ben o andan itibaren koptum tabii oyundan… Başıma geleceklerin derdindeyim…
Bütün bunları benim tezgahladığımdan tutun da Ferhan Şensoy’la işbirliği yaptığıma kadar her konuda yargılanacağımı biliyorum… Kafadan koptum ben yani…Bittim... Ölümlerden ölüm beğenmem lazım... Ne bileyim, gitsem atsam kendimi bir yerden daha iyi… Başıma geleceklerin hesabı, kitabıyla öyle boş boş bakıyorum sahneye…
Bu oyun komedi oyunu olduğundan Ferhan Şensoy, ‘’Bıldırcın hanımı’’ oynayan Çiğdem'i bir güzel makaraya alıyor... Koskocaman Tiyatroyu dolduran büüttünnn insanlar da Çiğdem'e ‘’kahkihkahkoohhhh’’ diye kahkahalarla gülüyorlar… İnsanlar gülerken ağızlarını öyle bir açıyorlar ki küçük dilleri gözüme gözüme giriyor adeta…Martılar gaakklıyor sanki ’’gaaakkkk gaakkkkk’’… Birde şu martı kuşlarını çok asil kuşlarmış gibi her şiirde, her hikaye de kullanmazlar mı? Tilt olurum… Martılardan bile nefret ettim o gün ben yaa!…
Bu kahkahaların olmamasını ya da en azından daha kısık sesle olmasını istiyorum, diliyorum ama kahkahalar patladıkça sanki duvarlara çarpıyor,büyüyor, büyüyor bir daha çarpıyor,ordan gelip benim kafama Alfred Hitchcock'un ''Kuşlar'' filmindeki kuşların çığlığı gibi patlıyor… ''Allahım ne yapsam ne etsem de bu insanların gülmesini engellesem yarabbim!'' diye düşünüyorum ama Ferhan Şensoy durmuyorki…Esprinin bini bin para anasını satiimm… Doğaçlamaları salladıkça da herkes gülüyor…Tamam gülsünler de kime güldükleri çok önemli… Benim Çiğdem'e gülüyorlar… Yani yan masada oturanların konuşmalarından rahatsız olan,bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söyleyen Çiğdem'e…
Koltukta gittikçe aşağıya kaymışım farkında olmadan… Artık yapılacak bir şey yok… Zeki Alasya’nın, o çaresizlikle sıkışmış,patlamak üzere olan yüz ifadesini bilirsiniz,aynen o surat ifadesiyle millet güldükçe salak salak etrafıma ‘’gülmeyin ya,nolur ya’’ diyen yalvarır bakışlarla bakıyorum... Bittim ben yani… Bittim… Felek, o gün harbiden salaktı,çok salaktı ya...
Sonra bu işkence sona erdi nihayet… Ferhan Şensoy Çiğdem'e kitabını imzalayıp verdi sahnede…. Alkışlar… Çiğdem yanıma geldi,hiçbirşey olmamış gibi... Ben soran gözlerle suratına bakıyorum… Tık yok Çiğdem'de … Allahallah ne iş?... Tamam yarın soracak bana bunun hesabını dedim… Olsun napalım… Eve gittim… Uyuyamadım bile… Sorulacak hesapları,ona vereceğim yanıtları tek tek ,titizlikle düşündüm… ’’Freddy’nin kabusları’’ halt etmiş yani benim ‘’Bıldırcın hanım’’ kabusumun yanında…
Ertesi gün… Daha ertesi gün… Daha, daha ertesi gün hep bekledim… Çiğdem bana hiçbir şey sormadı inanır mısınız? Hiçbirşey sormadı…
14 yıl geçti… Hala tedirgin ve ürkek bir şekilde bekliyorum…
Dip Not:Onpunto/20.11.2007'de yayınlanmıştır.
Etiketler:
Alfred Hitchcock,
Anadolu,
Bıldırcın,
buruk,
Ferhan Şensoy,
Freddy'nin kabusları,
Konya Ereğli,
Martı,
Zeki Alasya
17 Eylül 2008 Çarşamba
Aşkın yalın halleri...
Şimdi sen beni çok seviyorsun,biliyorum…Her an beni düşünüyorsun…Çok güzel de görünüyorum sana…Yani şu yeryüzündeki en güzel kadın falan…Hani diyorsun bir kabul etse…Bir kabul etse!…Sevgilim olsa!…Çok muhteşemim ben sana göre...
Oysa
Aşkın sonrası var;
Ben yataktan çok mendebur kalkarım mesela…Suratsız kalkarım…
Sonra belli olmaz,ağzım kokabilir belki pis pis …Ve ben çok üzgünüm ama burnumu da karıştırırım…
Makyajsız ve bakımsız,pejmürde de olacağım muhakkak…Bacaklarımı tüylü göreceğin zamanlarda …Ve belki pastırma yiyeceğim, belki soğan ,koltuk altım kokacak…İnsanlığın yalın halleri bunlar,ne yapabilirim?…
Ya da dışarıdan hanımhanımcıkmış gibi görünen ben,hiç de senin gibi düşünmeyebilirim.İnsanlar ''Kuzey Irak’a girelim!'' diye kendini yırtarken, ben ‘’ne işimiz var orada?’’diyebilirim…
Hamaset edebiyatlarından anlamam ben mesela;Vatan,bayrak,toprak değil,ölen çocuklar ve anneleri ilgilendirir beni...Ölenlerin yoksulluğu...Annelerinin yoksunluğu...Gidenlerin bir daha geri gelmeyeceği...Ve belki giderken salladıkları el...
Amy Winehouse’un saçından kokain çıkarıp,sahnede çekmesi beni çok ilgilendirir mesela;kliplerini seyredip,sahnedeki yalnızlığını düşünebilirim...
Ya da her gün yemek yediğim ''Hanımeli''ndeki Mukaddes’in başına gelenler ; 90 yaşında bir adamın Mukaddes’e ‘’gel kızım evimin alt katında otur’’ deyip de 2 çocuklu dul Mukaddes’e ne tacizlerde bulunduğu…Mukaddes’in arkasına bile bakmadan adamın evinden kaçtığı ilgilendirir beni,yanımdan geçen kokoş bir kadının elbisesi ve çantasından çok...
IQ'lardan anlamam ben yani,EQ'ları severim...
Daha karşıdan gelirken samimiyetsizlik,yürüyüşünden alırım kokusunu mesela.Ya da insanlara bir teşekkürü çok gören insandan uzak,kopuk;kendi çapında öyle elit takılan kuşbakışı kuş kafalı yazıları ya da botokslu ruhların savurduğu tükürüklerin ,yazıya geçmiş zavallılığını…Koku alma duygum çok gelişmiş…Ne yapabilirim?
Kime ve neye kafamı takacağımı bilemezsin…Ben bile bilemiyorum…Yani çok şirin görünmekle birlikte ruhumda bir anarşist taşıyorum…
İçimdeki karanlık kuyuları anlatamam sana…Çünkü bilirim, bir gün aşkın bittiğinde beni onlarla vuracaksın…Oysa aşkın yalın halleri bunlar...Anlatmayı ne çok isterim…
Biliyor musun?ben kimsenin yanında ağlayamam...
Ama tüm bunlara rağmen kışın ayaklarım çok üşür...Bilmeni isterim…
Not:24.11.2007'de Onpunto'da yayınlanmıştır.
Oysa
Aşkın sonrası var;
Ben yataktan çok mendebur kalkarım mesela…Suratsız kalkarım…
Sonra belli olmaz,ağzım kokabilir belki pis pis …Ve ben çok üzgünüm ama burnumu da karıştırırım…
Makyajsız ve bakımsız,pejmürde de olacağım muhakkak…Bacaklarımı tüylü göreceğin zamanlarda …Ve belki pastırma yiyeceğim, belki soğan ,koltuk altım kokacak…İnsanlığın yalın halleri bunlar,ne yapabilirim?…
Ya da dışarıdan hanımhanımcıkmış gibi görünen ben,hiç de senin gibi düşünmeyebilirim.İnsanlar ''Kuzey Irak’a girelim!'' diye kendini yırtarken, ben ‘’ne işimiz var orada?’’diyebilirim…
Hamaset edebiyatlarından anlamam ben mesela;Vatan,bayrak,toprak değil,ölen çocuklar ve anneleri ilgilendirir beni...Ölenlerin yoksulluğu...Annelerinin yoksunluğu...Gidenlerin bir daha geri gelmeyeceği...Ve belki giderken salladıkları el...
Amy Winehouse’un saçından kokain çıkarıp,sahnede çekmesi beni çok ilgilendirir mesela;kliplerini seyredip,sahnedeki yalnızlığını düşünebilirim...
Ya da her gün yemek yediğim ''Hanımeli''ndeki Mukaddes’in başına gelenler ; 90 yaşında bir adamın Mukaddes’e ‘’gel kızım evimin alt katında otur’’ deyip de 2 çocuklu dul Mukaddes’e ne tacizlerde bulunduğu…Mukaddes’in arkasına bile bakmadan adamın evinden kaçtığı ilgilendirir beni,yanımdan geçen kokoş bir kadının elbisesi ve çantasından çok...
IQ'lardan anlamam ben yani,EQ'ları severim...
Daha karşıdan gelirken samimiyetsizlik,yürüyüşünden alırım kokusunu mesela.Ya da insanlara bir teşekkürü çok gören insandan uzak,kopuk;kendi çapında öyle elit takılan kuşbakışı kuş kafalı yazıları ya da botokslu ruhların savurduğu tükürüklerin ,yazıya geçmiş zavallılığını…Koku alma duygum çok gelişmiş…Ne yapabilirim?
Kime ve neye kafamı takacağımı bilemezsin…Ben bile bilemiyorum…Yani çok şirin görünmekle birlikte ruhumda bir anarşist taşıyorum…
İçimdeki karanlık kuyuları anlatamam sana…Çünkü bilirim, bir gün aşkın bittiğinde beni onlarla vuracaksın…Oysa aşkın yalın halleri bunlar...Anlatmayı ne çok isterim…
Biliyor musun?ben kimsenin yanında ağlayamam...
Ama tüm bunlara rağmen kışın ayaklarım çok üşür...Bilmeni isterim…
Not:24.11.2007'de Onpunto'da yayınlanmıştır.
Eski fotoğraflar...
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum… Fotoğraf albümü yapmak istiyorum kendime…Şöyle yağmurlu bir gün olsa…Hafiften üşüsem...Sıcak bir çay demlesem…Üzerimde geceliğim,ayağımda kalın çoraplar…Geniş bir koltukta eski fotoğraflarıma baksam… Film seyreder gibi…
Öyle güzel resimlerim var ki aslında…Ama ben o küçük kızın, kocaman siyah gözleriyle karşılaşmaktan korkuyorum…Sanki bütün dünyayı gören bir çift kocaman göz…
Masum…
Elim varmıyor,alıp o fotoğraflara bakmaya…Orda her şey çok güzel,çok taze…Hayat yormamış henüz…pişmanlıklar değil,umutlar var...
Hangi okulu kazanacağı belli değil daha…Ne olacağı…Yaşayacakları yok…
Gökyüzüne bakıyor bazen o fotoğraflar…Yıldızlara…Acaba şimdi nerde? diye…Kimbilir nerede,şu an ne yapıyor?Ne zaman karşıma çıkacak?Acaba o da bakıyor mu şimdi benim gibi yıldızlara?…Hayalleri var mı onunda?
Gönül kırıklıkları yok…Birini sevmeler…Sonra sevdiğini sanmalar…Sonra bir daha..Bir daha…Bir daha… Sevmeler…Sevdiğini sanmalar…Sevmeler…Sevdiğini sanmalar… anlamalar…
Duman almaya başlamamış ciğerler daha…Ciğerler taze…Gülüşler taze…
Arkadaşlar taze...Onların da hayalleri var…Bilmiyorlar daha başlarına gelecekleri…Hiçbiri evlenmemiş ,boşanmamış,dağılmamış…Öyle oturmuş bir masaya neşeli bir sohbetin içindeyken ve kadehler havada,biri birine muzipçe kulak yapmış o fotoğraflarda…
Anne güzel,baba yakışıklı,ablanın gür saçları…Henüz tedavi yok,teşhis yok,ameliyatlar yok…ayrılıklar,isyanlar,savrulmalar yok…İşkenceler başlamamış henüz…
Anneanne ve dede hayatta...Küçük kız,anneannesinin evinin merdivenlerinde,dedesinin yaptığı tahtadan tığ'la birşeyler örüyor güya...Ve henüz hiç kimse ölmemiş...
Orada, o eski fotoğraflarda O’nu baş tacı yapan ilkokul öğretmeniyle karşılaşmak istemiyor kocaman gözlü kız mesela…Ne diyecek öğretmenine ‘’siz beni çok önemserdiniz ama ben kalabalıklarda boğuldum'' mu?...
Henüz düşler iğdiş değil eski fotoğraflarda…Hiç dokunmadan bıraksam onları öylece o kocaman kara gözlü küçük kızın kollarında… diyorum…
‘’Ben küçükken kocaman bir gözdüm/ Ve sanki herşeyi görürdüm...''
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum…
Dip not:23.11.2007 Onpunto'da yayınlanmıştır.
Öyle güzel resimlerim var ki aslında…Ama ben o küçük kızın, kocaman siyah gözleriyle karşılaşmaktan korkuyorum…Sanki bütün dünyayı gören bir çift kocaman göz…
Masum…
Elim varmıyor,alıp o fotoğraflara bakmaya…Orda her şey çok güzel,çok taze…Hayat yormamış henüz…pişmanlıklar değil,umutlar var...
Hangi okulu kazanacağı belli değil daha…Ne olacağı…Yaşayacakları yok…
Gökyüzüne bakıyor bazen o fotoğraflar…Yıldızlara…Acaba şimdi nerde? diye…Kimbilir nerede,şu an ne yapıyor?Ne zaman karşıma çıkacak?Acaba o da bakıyor mu şimdi benim gibi yıldızlara?…Hayalleri var mı onunda?
Gönül kırıklıkları yok…Birini sevmeler…Sonra sevdiğini sanmalar…Sonra bir daha..Bir daha…Bir daha… Sevmeler…Sevdiğini sanmalar…Sevmeler…Sevdiğini sanmalar… anlamalar…
Duman almaya başlamamış ciğerler daha…Ciğerler taze…Gülüşler taze…
Arkadaşlar taze...Onların da hayalleri var…Bilmiyorlar daha başlarına gelecekleri…Hiçbiri evlenmemiş ,boşanmamış,dağılmamış…Öyle oturmuş bir masaya neşeli bir sohbetin içindeyken ve kadehler havada,biri birine muzipçe kulak yapmış o fotoğraflarda…
Anne güzel,baba yakışıklı,ablanın gür saçları…Henüz tedavi yok,teşhis yok,ameliyatlar yok…ayrılıklar,isyanlar,savrulmalar yok…İşkenceler başlamamış henüz…
Anneanne ve dede hayatta...Küçük kız,anneannesinin evinin merdivenlerinde,dedesinin yaptığı tahtadan tığ'la birşeyler örüyor güya...Ve henüz hiç kimse ölmemiş...
Orada, o eski fotoğraflarda O’nu baş tacı yapan ilkokul öğretmeniyle karşılaşmak istemiyor kocaman gözlü kız mesela…Ne diyecek öğretmenine ‘’siz beni çok önemserdiniz ama ben kalabalıklarda boğuldum'' mu?...
Henüz düşler iğdiş değil eski fotoğraflarda…Hiç dokunmadan bıraksam onları öylece o kocaman kara gözlü küçük kızın kollarında… diyorum…
‘’Ben küçükken kocaman bir gözdüm/ Ve sanki herşeyi görürdüm...''
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum…
Dip not:23.11.2007 Onpunto'da yayınlanmıştır.
Eyvallah!...
Ben en çok
onun gülüşünü sevdim,
ve diğerinin serinliğini...
bir de öbürü vardı,
onu unutmayı seçtim...
Ben
onu,diğerini ve öbürünü sevdim,
bir oyuk açıldı göğsümde,
içinden anaforların geçtiği...
Ben hep,''eyvallah!'' deyip,
aldım başımı gittim...
-1999-
Not:Onpunto 10.11.2007'de yayınlandı.
onun gülüşünü sevdim,
ve diğerinin serinliğini...
bir de öbürü vardı,
onu unutmayı seçtim...
Ben
onu,diğerini ve öbürünü sevdim,
bir oyuk açıldı göğsümde,
içinden anaforların geçtiği...
Ben hep,''eyvallah!'' deyip,
aldım başımı gittim...
-1999-
Not:Onpunto 10.11.2007'de yayınlandı.
15 Eylül 2008 Pazartesi
''Benimle sadece uyur musun?''
Çok uzaklardan geldin,yüzyıllarca uzaklardan…
Sanki içine doğmuş gibi bu koca kentin iğrenç pazarlıkları
altında ezilmişliğim…
‘’Eğer biraz vaktin varsa görüşebilir miyiz?
Biliyorum buna hakkım yok,biliyorum sen de iyi
değilsin’’, dedin…Her nasılsa en asi halinde bile bir mahçubiyet gizlerdin…
Gecenin bir yarısı buluştuk tren istasyonuna
yakın bir yerde…Severim trenleri;çığlıkları içimi
anlatırlar sanki…
Suskundun ve konuşurken bana bakmamaya
çalışıyordun…
Seni de çekiyorlardı dipsiz kuyularına, beni de;
Senin annen,herşeyi unutarak ölmüştü;benim annem
hiçbir şeyi unutmuyordu…
Benim babamın bitkindi ruhu…;
Senin baban,annenin bakıcısıyla evlenip seni sırtından vurmuştu…
Yani kimimiz,kimsemiz yoktu…
Dedin ki ‘’insanlar çok kötü ,çok
kötü bilemezsin!’’
Oysa biz kimseyi incitemezdik …Olsa olsa
birileri incinmesin diye her gün ama her gün
ruhumuzu çentiklerdik…
Bunun içindi senin alkole,benim nikotine sığınmam;
birileri incinmesin diye en fazla kendi kendimizi bitirirdik;
Senin beynin ve erkekliğin,benim yüreğim ve ciğerlerim…
Ben hiç kimseyi sevemezdim artık…
Hayal bile kuramıyordum…O kadar ıssızdı kimsesizliğim…
Kimsesizliğimi kucaklıyordum…
Amaçsızlık vuruyordu seni ;
amacın olmamı istiyordun;’’Bak sana söz veriyorum,
tedavi olacağım,kurtulacağım bu alkolden ve sana söz veriyorum,
bizim de bir hayatımız olacak!’’
Bizim de?Hayatımız?...
Yanımızdan yine çığlık çığlığa trenler geçiyordu…
Vedalaşırken,
bir an için durdun ve seslendin bana...Gözlerin
yerde,’’Biliyorum,bunu senden istemek zor,biliyorum hakkım
yok,durumumu da biliyorsun bir şey yapamam…senden bir tek şey
istiyorum;
Benimle sadece uyur musun?’’
Boğazıma bir çığlık yerleşti.
Yanımızdan çok masum bir tren geçti…
Not:Onpunto eski yazılar/4.12.2007
Sanki içine doğmuş gibi bu koca kentin iğrenç pazarlıkları
altında ezilmişliğim…
‘’Eğer biraz vaktin varsa görüşebilir miyiz?
Biliyorum buna hakkım yok,biliyorum sen de iyi
değilsin’’, dedin…Her nasılsa en asi halinde bile bir mahçubiyet gizlerdin…
Gecenin bir yarısı buluştuk tren istasyonuna
yakın bir yerde…Severim trenleri;çığlıkları içimi
anlatırlar sanki…
Suskundun ve konuşurken bana bakmamaya
çalışıyordun…
Seni de çekiyorlardı dipsiz kuyularına, beni de;
Senin annen,herşeyi unutarak ölmüştü;benim annem
hiçbir şeyi unutmuyordu…
Benim babamın bitkindi ruhu…;
Senin baban,annenin bakıcısıyla evlenip seni sırtından vurmuştu…
Yani kimimiz,kimsemiz yoktu…
Dedin ki ‘’insanlar çok kötü ,çok
kötü bilemezsin!’’
Oysa biz kimseyi incitemezdik …Olsa olsa
birileri incinmesin diye her gün ama her gün
ruhumuzu çentiklerdik…
Bunun içindi senin alkole,benim nikotine sığınmam;
birileri incinmesin diye en fazla kendi kendimizi bitirirdik;
Senin beynin ve erkekliğin,benim yüreğim ve ciğerlerim…
Ben hiç kimseyi sevemezdim artık…
Hayal bile kuramıyordum…O kadar ıssızdı kimsesizliğim…
Kimsesizliğimi kucaklıyordum…
Amaçsızlık vuruyordu seni ;
amacın olmamı istiyordun;’’Bak sana söz veriyorum,
tedavi olacağım,kurtulacağım bu alkolden ve sana söz veriyorum,
bizim de bir hayatımız olacak!’’
Bizim de?Hayatımız?...
Yanımızdan yine çığlık çığlığa trenler geçiyordu…
Vedalaşırken,
bir an için durdun ve seslendin bana...Gözlerin
yerde,’’Biliyorum,bunu senden istemek zor,biliyorum hakkım
yok,durumumu da biliyorsun bir şey yapamam…senden bir tek şey
istiyorum;
Benimle sadece uyur musun?’’
Boğazıma bir çığlık yerleşti.
Yanımızdan çok masum bir tren geçti…
Not:Onpunto eski yazılar/4.12.2007
12 Eylül 2008 Cuma
Eski yazılar/Resimdeki gözyaşları...

Bizi ailelerimiz,Kız kulesine koydular...bir kahin, ''yılan gelip
sokacak'' dedi diye...ama ''yılanın başını ezeceksin!'' demeyi unuttular,
ya da akıllarına gelmedi öğretmek...
yılanlar soktu bizi...hala inanmıyorlar...
inanmıyorlar hala,
bize kaldı yılanlarla başetmek..
Kız kulesinden de kovulduk sonra...Orayı ele
geçirip,restore etti yılanlar...başka yılanlar gelsin ve
birbirleriyle olsunlar diye...
Bir taşın üzerine oturup seyretmek düştü bize de
hala kanayan yaralarımızla karşısına geçip,''Kız kulesine sahip çıkmak lazım'',demek düştü...
o kadar kanıyorduk ki birbirimize dokunmaya korkuyorduk,''Kız kulesine sahip çıkmak lazım'', diyorduk....
ve birbirimize dokunmadan çok üşüyorduk...
çok üşüyorduk...
Not:Onpunto/6.11.2007
7 Eylül 2008 Pazar
şiirlemeler...
1
Kokun gece sefası
İçtim kana kana
Aşk açtı içim
Yıldız yıldız
Aşk...
2
derin bir gece olmak vardı
şimdi başlı başına
3
Ne yazık
Bir gün gidersem
İhtimal
Bir başıma
Tek senin yüzün kalacak
4
Çok baktım geceye
Karanlığıyla da yıldızıyla da sıkı ahbaptık...
Umut kayan bir yıldıza takılı
boşvermeli boşvermeli
ta en dibine kadar...
ta en dibine kadar şerefe!
Kokun gece sefası
İçtim kana kana
Aşk açtı içim
Yıldız yıldız
Aşk...
2
derin bir gece olmak vardı
şimdi başlı başına
3
Ne yazık
Bir gün gidersem
İhtimal
Bir başıma
Tek senin yüzün kalacak
4
Çok baktım geceye
Karanlığıyla da yıldızıyla da sıkı ahbaptık...
Umut kayan bir yıldıza takılı
boşvermeli boşvermeli
ta en dibine kadar...
ta en dibine kadar şerefe!
Kaydol:
Yorumlar (Atom)