26 Temmuz 2008 Cumartesi

Çok seksi bi yazı...

Uzun zamandan beri bu yazıyı tamamlamayı planlıyordu.En sonunda bütün enerjisini topladı ve yazmaya karar verdi…

Evet…

Ama bir dakika…Önce kettle’da su kaynatması ve nescafe içmesi gerekiyordu.Tam kettle ‘a su dolduracaktı ki…Hayır,hayır…O entel,dantel biri değildi,nescafe içmemesi gerekiyordu.Türk kahvesi ne güne duruyorduki canım?Cık cık cık…Çok kızdı kendine,’’hayret bişeysin yani!’’ diye homur homur homurdanarak derhal kettle’daki suyu boşalttı.Tezgahtaki cezveye uzandı…2 tatlı kaşığı kahve,bir fincan su…Biraz karıştır…Çok karıştırma,köpüğü gider…Evet…İşte kahvesi de hazırdı…

Amanin!O da ne?Hiç kahve olur da sigara olmaz mı?Derhal çekmeceyi açtı ve fakat sigaranın esamesi okunmuyordu çekmecede…Bakkalı aramalıydı…Ya da…Tüh!...Aaaa neyse ya,puro ne güne duruyor?Hem kahveyle daha güzel olmaz mı?Tamam…

Puro,kahve ve klavye…Çok entelektüel bir ortam...Dikkatinizi çekerim;entel değil,entelektüel…

Neyse…Derin bir nefes aldı…

Şaka da şuka da, şaka da şuka da…Yazmaya başladı;

‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’

Hayır hayır yazamıyordu…Cümlenin sonunu bir türlü getiremiyordu…Toplumsal duruşuna,siyasi kimliğine,o vakur tavrına,varoluşuna,yüklendiği misyona yakıştıramıyordu…Onu okuyanlar,tanıyanlar, hakkında ne düşünürdü sonra?...Ancak…Ancak,başarmalıydı…Evet evet başarmalıydı!...Bu ruhuna ket vuran engelleri,bu beyninin özgürlüğünü sınırlayan prangaları kırıp atmalıydı…Tabularını yıkmalıydı birer birer…

Evet,yapmalıydı bunu…

Belki üzerine daha ferah şeyler giyerse,şöyle dekolte bişeyler,sanki o zaman daha bir yoğunlaşmış olacak;yazının akışına kendini bırakabilecekti…Hemen gardrobuna koştu ve en degaje geceliğini giydi üzerine…Bi an tuvalet masasındaki parfüm gözüne ilişti…Ohh, sıktı bol bol…

Tamam…İşte şimdi yazabilirdi…Şaka da şuka da, şaka da şuka da;

‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’

Ve fakat ‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’cümlesinin sonunu yine getiremiyordu işte…Kahretsin!

Konsantre olmak için flörtünü aramalıydı…Aradı;hoş, beş ettiler;canımlar,aşkımlar,hayatımlar,sen nasılsınlar,ben iyiyimler…Galiba bayağı bi konsantre olmaya başlamıştı...

Tekrar oturdu klavyenin başına;

‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’

Olmuyordu,olamıyordu…’’Off! Yeter artık!Kocaman bir insansın sen!Kendine gel yaa!’’ diye söylendi…

Tekrar derin bir nefes;

‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının KANUNUNU ve en sevdikleri şarkıyı çalıp,söylemeye başladı…’Tûti-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil /Çarh ile söyleşemem âyinesi sâf değil’…’’

Ohh be!Dünya varmış!

İşte bu yaa!Bu!


...................


Dip not:

(*)Tûti-i mu'cize-gûyem;

Nef i'nin en çok bilinen gazellerinden olup 3 feilâtün, 1 feilün kalıbıyla yazılmıştır.Daha sonra bu gazel Itri tarafından bestelenmiştir;

Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

(Mucize söyleyen bir papağanım ben, dediklerim boş laf değil
Felekle konuşamam, onun kalbi temiz değil.)

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

(Kalbi temiz olmayana gönül ehlidir diyemem
Gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir şey değil.)

Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil

(Felek alçak ve dünya kıymet bilmez ise de
inciye benzeyen sözümün değerini gene düşünce bilir.)

Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil

(Şiir hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti
Aleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan gözüyle bakılmaz.)

Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil

(Nef’inin temiz gönlü şiirin levh-i mahfuz (kader levhası)udur
Dostlarınki gibi kitapçı dükkanı değil.)

(*)Uludagsozluk.com ve Vikikaynak'tan alıntıdır.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Pollyanna'nın el kitabı-1-

‘’Bugün hava çok sıcaktı… Ensemdeki terler neredeyse donuma kadar ulaşmışken ve bu halde, o icra dairesi senin bu icra dairesi benim koştururken birden durup düşündüm;ya şimdi kar yağsaydı?Daha mı iyiydi?Birden bire aklıma çığ altında kalan evler geldi ya da ne bileyim fırtınada sokakta kalmış kibritçi kız;ya da sel suları altında kalmış,evini su basmış insanlar…Ve halime şükredip ,mutlu oldum…

İcra dairesinde dosya istediğim çocuk bana tuhaf tuhaf davranıp,homur homur homurdansa da ‘’insanlar farklı farklıdır,cins cinstir;bu tür farklılıklar olmasa hayat ne kadar da sıkıcı olurdu’’ deyip,mutlu oldum…Çünkü o da insan be anacığım,bi şekilde stresini atması lazım.Ya stresini bana yüklemeseydi de dolup dolup birini öldürseydi,daha mı iyi olurdu alimallah?

Aylardır araba almaya çalışıp, herkesin farklı farklı markalar söylemesi ve misal ‘’ayy Alman arabalarından şaşma anacığım,çok sağlam oluyor'' ya da ‘’ay sakın sıfır alma,boşu boşuna o kadar para verecen,sonra da değer kaybedecek!’’ ya da ‘’ayy sıfır al,napıcan 2. eli,kadın başına oto sıınaayilerde mi uğraşıcan?’’ diyerek kafamı allak bullak etmeleri yüzünden tabanvaylara asılıp da bu çöl sıcağında yürüdüğüm için mutlu oldum,zira yürümek insan metabolizması için dünyanın en faydalı şeyi…

Ki zaten arabam olsaydı adliyeden yaklaşık 500 metre aşağıdaki ‘’Meşhur Hasanpaşa Fasülyecisi’’ ne gidemeyecektim.On saat, yok efendim park sorunu,yok efendim park ücreti derken astarı yüzünden pahalıya gelecekti…İşin yoksa uğraş…Gerçi o da beyinsel fonksiyonlarımın çalışmasına yardımcı olurdu aslında…E bilirsiniz çalışan organlar gelişir,öyle değil mi?

Ya da İspark görevlisi başımda bitecek ve ben de kendisine ''ayy canım,ne kadar yoruluyorsun bu sıcaklarda,allah yardımcın olsun,karnın aç mı?bi ihtiyacın var mı?Bak ölümü ye!Sakın çekinme!Sölee,söleee!''diye ısrar edecek ve ona yardım etmek için bütün muhit esnafını dolaşmaya başlayacaktım.Sonra da bakkalı,lokantacısı,kasabı,manavı,fırını hep birlikte ''hayat sevincee güzelll/sevince tatlı günler/ bir kuşu kelebeği/ bir taşı sevin yeterrr!'' şarkısını dans ederek Hasanpaşa'da hep birlikte söylemeye başlayacaktık...Zaten böyle anlarda derhal hazırda bekleyen bir orkestram da var...Ben de bilmiyorum hemen nerden çıkıp geliyorlar ama direkt senkronize olabiliyoruz.Sanırım artık aramızda tatlı bir telepati hali hasıl olmuş...

Yağ içinde yüzen fasülyeyi yedikten sonra düşündüm de bu yağı bulamayan insanlar da var…Benim bu yemeği yağlı bulmaya ne hakkım olabilirdiki?Kaldı ki lezzeti de yerindeydi doğrusu…Hatta yağın, motor yağı olabileceğini düşünüp daha da bir mutlu oldum çünkü o da bir yağ ve eğer fasülyeye angaje olabiliyorsa bu aynı zamanda bir buluş olarak bile değerlendirilebilir…Dünya ölçeğinde değerlendirirsek,böylesine dahiane bir buluşu bizden başka hangi ülke yapabilirdiki?Ülkem adına inanın bana, o kadar mutlu olmuşum ki,gözlerimden akan yaşı gören garson çocuğun ‘’abla,al sana mendil getirdim’’ diyen sesiyle irkiliverip,sandalyede sıçrayıvermişim…İnsanlar ne kadar da iyi…Ne kadar!

Bu meşhuurrr pilavüstü fasülyemi bitirdikten sonra ‘’çay içer misin?’’ diye soran garson çocuğa ‘’buranın adı 'Meşhur Hasanpaşa Kurufasulyecisi' olduğuna göre,burası çok mu meşhur?Şubeleri de var mı?’’ diye sorduğumda,’’abla açılalı 2 gün oldu,bak kapıdaki çelenkleri görmüyon mu?Şubesi filan yok,biraz aşağıda buranın patronunun bi de börekçi salonu var’’ yanıtı beni gerçekten de çok mutlu etti…Böylelikle bir yerin açılır açılmaz meşhur olması ve de benim oranın müşterisi olmamın derin sarhoşluğuyla bir kez daha bahtiyar oldum…

Haydi bakalım,kalın mutlulukla…En güzel günler,en güzel geceler sizinle olsun…Nasıl bakarsanız,öyle görürsünüz anacığım…Önemli olan bardağın dolu tarafını görebilmek…Öyle değil mi anacığım?’’

15 Temmuz 2008 Salı

Rakel'in gözleri...

Son yılların moda kelimesi ‘’empati’’ nin diğer bir anlamı da ‘’duygudaşlık''mış.

Yalnız bazı kelimeler, bazı duyguları anlatmakta ne kadar yetersiz kalıyor.Ya da bazı kelimeler ,bazı olayları anlatırken ne kadar azalıyor.Şimdi ben, geçen hafta duruşması yapılan Hrant Dink cinayetinin duruşma konuşmalarını okurken orada duruşmayı izleyen Rakel Dink’in gözleri olmaya çalışsam?Hani bu cinayet beni kahretmiş olsa da,lanetlesem de,oldukça yürekten ve acı çekerek ‘’ben de Ermeniyim!’’ o halde desem de Rakel Dink’in yaşadığı o korkunç acıyla duygudaşlık kurmaya çalışsam da…Ne kadar yetersiz kalır öyle değil mi?

Hani duruşmadan izlenimleri,habercilerin yazdıklarını okurken ,Ogün Samast denen o yaratığın rahat tavırlarını salonun bir köşesinde izleyen Rakel Dink’i hayal ediyorum da…

Örneğin Sanık Ogün Samast'ın avukatı Levent Yıldırım, Agos Gazetesi önünden kaçarken televizyonda yer alan görüntülerdeki kişinin göz çevresinin müvekkilinin göz çevresine benzemediğini ileri sürerek, görüntülerdeki kişinin Samast olup olmadığına ilişkin rapor alınmasını istemiş.

Mahkeme Başkanı'nın bunun üzerine görüntülerdeki kişinin kendisi olup olmadığını sorduğu Samast, ''O görüntüler bana benzemiyor. Ancak o benim'' demiş.

Mahkeme Başkanı'nın ısrarla ''O sen misin?'' diye sorması üzerine Samast, ''Görüntülerdeki kişi benim. Olay kapanmış gitmiş zaten'' cevabını vermiş.Şu rahatlığa bakın?

Ve Samast, avukatını ima ederek, ''Manyağa bak'' diye konuşmuş.Kendi avukatına ''manyak'' diyebilecek kadar manyak bir ego haline getirilmiş bir manyak ego anlayacağınız...Sanki bir insanı öldürmemiş;sanki adalet önünde değil,sanki yargılanmıyor da ''Muppet Show''u filan seyrediyor.O kadar lakayıt,o kadar relax yaniii...

Ya Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut’un sorularına verdiği yanıtlar?Fuat Turgut sanık Ogün Samast’a soru soracağını bildirince ,Ogün Samast,’’beni o deli ile muhatap etmeyin’’ diyebiliyor.

Avukat Fuat Turgut sorulmasını istiyor,’’o gün gazete önünden yaptığın ikinci telefon görüşmen Etyen Mahçupyan ile miydi?

Ogün Samast;’’Yok,Jenifer Lopez’di!Beni bu adamla (yani avukatı kastediyor) muhatap etmeyin.’’ diye espri filan da yapabiliyor.

Eee tabi yakalandığı zaman karakollarda, askerlerle,polislerle ense kol vaziyette,elinde de Türk bayrağıyla hatıra fotoğrafı çektirmiş ne de olsa!Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi'yi katlettiği zamanlardaki sorgulamasındaki hallerini hatırlarsanız tıpkı onun gibi kendini mesih,kurtarıcı filan zanneder hale gelmiş,getirilmiş.

Ogün Samast'ın Emniyetçe sorgulanırkenki video görüntülerini seyreden Psikiyatri uzmanlarının ortak görüşüne göre,Ogün Samast,bu cinayete uzunca bir süre beyni yıkanarak,kahraman olacağı düşüncesi aşılanarak bayağı bir hazırlandırılmış.Hani şu Tansu Çiller'in ''devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir'' lafı var ya,hah işte!Aynı korkunç zihniyetin uzantıları bunlar...Yani Ogün ve Ogün'ün arkasındaki güçler, şimdi vatan kurtardıklarını filan zannediyorlar.O kadar övünüyorlar ki kendileriyle,cinayetlerine kılıf yaptıkları ''sözkonusu vatansa gerisi teferruattır'' sözünü pek bir seviyorlar...

Kime karşı?Neye karşı?

Hepimize karşı.

Hrant Dink gibi ,her türlü tehdide rağmen bu ülkeden gitmeyecek kadar ülkesini seven bir insanı öldürmek,hepimize verilen gözdağıdır .

Ogün Samast'a gelince, gerek yakalandığı zamanlardaki gerekse duruşmalardaki asap bozucu bu çirkin hal ve hareketlerini ,kendini kahraman zannetmesi için yıkanan küçük beyinciğine borçluyuz...

Ve hadi Rakel'in gözleri olmaya çalışalım;hayat arkadaşı,sevgilisi,yoldaşı, bu yaratık tarafından öldürülmüş,yok edilmiş Rakel Dink’in mahkeme salonunun bir köşesinden bu konuşmaları dinlerkenki ruh halini bir düşünelim.Ne hale gelir insanın bütün hücreleri?

Hadi bir an için düşünelim...Düşünelim...

Hele Ogün Samast'ın cinayeti nasıl işlediğini anlattığı video görüntüleri?Rakel seyretmiş midir?Cinayeti,otobüse binişini veya yakalanışını anlatma şeklini;''hatta aranan kişi olduğumu otobüste yanımda oturan kişi anlamamış da''…bunu resmen Temel’in laz fıkrasını anlatıyormuşcasına gülerek,sırıtarak anlatışını izlemiş midir Rakel Dink?

İzlemişse ne hale geliyordur?

Biliyoruz ,yüce kalplerce lanetlendi bu korkunç cinayet ama bu densizliği,bu hadsizliği,ahlaksızlığı,insanlıkdışılığı seyreden Rakel ne hale geliyordur?Hangi empati,hangi duygudaşlık Rakel’in yerinde olmaya,onu anlayabilmeye yeterki?

‘’Medya mensuplarına saygılarımı sunuyorum.Onların huzurunda Türk İslam aleminin lideri sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nu selamlıyorum.Ey Müslümanlar,Ey Alperenler kalbinizi ferah tutun.BBP(Büyük Birlik Partisi)iktidara gelene kadar bu kervan yürümeye devam edecek’’ diyebilecek kadar arkasındaki malum güçlere güvenen ve ucuz kahramanlık gösterileri sergileyen faşist beyinleri seyreden Rakel’in üstün sabrını kim taşıyabilirki?

Hrant Dink'in cenazesinde ‘’bir bebekten katil yaratanları sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz’’ diyen Rakel Dink'in derinliğini,bilgeliğini dünkü duruşmada şu lafları edebilen Ogün Samast’lar,Yasin Hayal'ler gibi katiller hangi beyinle hangi yürekle anlayabilirki?

Bu katillerle aynı ülkede yaşıyor olmaktan duyduğum utancı ve derin kederi,Rakel'e hangi kelimeler anlatabilirki?

Ahh Yüce Adalet!Sana güveniyoruz.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Onları gördünüz mü?

Alevi kelimesini ilk duyduğumda sanırım ortaokuldaydım.Anneannem,kulağa hiç de hoş gelmeyen şeyler söylüyordu…Neymiş yukarıda bir köy varmış da bilmem ne de…Daha çocuktum ama çocuk aklımla bile anneannemin saçmaladığını düşünmüştüm.Saçmalıyordu…Cahildi,hurafelere inanan bir kadındı anneannem…

Neyseki şanslıydım,babam hümanistti,aydındı;annem okumuştu.Aksi takdirde cahil ellerde biçimlenip de ırk,dil,din,mezhep,insan ayrımı yapan bir pislik ya da bir faşist de olabilirdim.’’Faşist ne demek?’’ diye soran birine,’’bölee puşt gibim bişey’’ der ya Kemal Sunal ‘’Kibar Feyzo’’ filminde,işte öyle bir şey de olabilirdim.

Sonra yıllar geçti…

Hamit’le 1987’de fakültede tanıştım.Mersin’den gelmişti okumaya…Cin gibi,gözlerinden zeka fışkıran bir çocuk…O yıllarda 17 -18 yaşındayız.Çocuğuz yani…Kantinde sohbetlerimiz oluyor her üniversiteli gibi…Nasıl anladığımı bilmiyorum ama anladım,’’sen alevi misin’’ diye sordum…Çok şaşırdı.’’Nerden anladın?’’ dedi,’’bilmiyorum’’, dedim…İlk önce şöyle bir tedirgin olur gibi oldu Hamit…Anlam veremedim…’’Neden saklıyorsun ki?’’ diye sordum.Gözleri bulutlandı…Uzaklara gitti geldi…’’Biz…’’ dedi,duraksadı,anlatıp anlatamayacağına tam karar veremedi ama devam etti ,’’biz Mersin’de oturduğumuz mahallede tek alevi aileydik.Ve yıllarca çok çirkin şeyler duyarak büyüdüm.Hiç arkadaşım olmadı o mahallede…Düşünsene,mum sönermiş de,annem..ablam…Düşünebiliyor musun?..’’Sözlerini tamamlayamadı ve ilk kez bir erkek karşımda ağladı… Yüreğimle yüreğinden tuttum,’’artık alevi olduğunu saklama,Mersin’de o mahallede değilsin artık,yalnız değilsin,bizim yanımızda ‘alevi değilim’ dersen suçtur’’ dedim…Yaşlı gözlerindeki parlayan ışığı unutamam hiç…

Biz bunları konuştuğumuzda Kahramanmaraş,Çorum katliamları olmuştu…Ama henüz Sivas’da 37 insanımız yakılmamıştı…Henüz o vahşet yaşanmamıştı…

Biliyorum,insan olan herkes o vahşeti lanetler…Şimdi yazarken sözcüklerim bütünüyle yetersiz kalıyor…’’Çok büyük bir acı’’ demek bile yetmiyor…

Duygularımı çok etkilendiğim bir filmle belki daha iyi anlatabilirim diye düşündüm…Başrollerde Samuel.L.Jackson,Matthew Mc Conaughey’in oynadığı Orijinal adı ’’A Time To Kill’’’olan film,10 yaşındaki küçük zenci kızın, iki psikopat beyaz tarafından korkunç işkencelere maruz bırakılarak tecavüz edilip,şans eseri ölümden dönmesiyle başlıyor.Zenci küçük kızın babası,bu iki sapığın o yanlı eyalet yasalarına göre kefaletle serbest bırakılacağını çok iyi bildiği için onları duruşmaya çıkacakları sırada öldürüyor.

Zenci baba tutuklanıyor…Jüri tamamıyla beyazlardan oluşuyor…Ve baba,bu taraflı jürinin kararıyla büyük ihtimalle gaz odasına gönderilecek…İşte o noktada ırkçılığa karşı duran (beyaz) avukatının yaptığı savunma bütünüyle sonucu değiştiriyor…Şimdi avukatın,beni çok etkileyen o konuşmasını Sivas katliamıyla ilgili duygularımı anlatmak için şu şekilde aktarmak istiyorum…

‘’Yasaların gözünde herkesin eşit olduğunu kanıtlayacaktım.Ama bu doğru değil.Çünkü yasaların gözleri de tıpkı insan gözleri gibi.Sizin ve benimkiler gibi.Biz birbirimizi eşit görmedikçe yasalar asla eşit görmeyi başaramaz.Hiç bir şey kendi yargılarımızdan daha belirleyici olamaz.O güne kadar da Tanrı’nın gözleri önünde gerçeği bulmak bizim görevimiz.Korkunun ve nefretin ortak yargıya döndüğü beynimiz ve gözlerimizle değil, daha iyi bilebileceğimiz kalbimizle.Sadece kalbimizle…Size bir öykü anlatmak istiyorum.Öyküyü dinlerken lütfen gözlerinizi kapatın.Beni dinlemenizi istiyorum.Beni ve kendinizi dinlemenizi istiyorum sizden.’’

Şimdi siz de gözlerinizi kapatın;ben, bizim korkunç öykümüzü anlatayım sizlere...

Kızınız,oğlunuz,babanız,anneniz,2 Temmuz 1993’de Sivas’da düzenlenen Kültür festivaline gider.Oğlunuz ya da kızınız folklorcüdür.Neşe dolu,cıvıl cıvıl bir genç;bütün yıl çalışmalara katılmıştır.Arkadaşlarıyla şakalaşmıştır.Geleceğe dair düşleri vardır.Sivas’ta düzenlenen bir festivale katılmanın heyecanı içindedir.Ya da babanız bir şairdir,yazardır…Daha aydınlık,daha güzel bir dünya için okuyup,araştırıp,yüreğinden süzüp şiirler ,yazılar yazıyordur…Başlarına gelecekleri öngörmelerine ihtimal dahi yoktur.Onlar böyle bir dünya hayal etmemişlerdir hiç…İlk önce tuhaf tuhaf insanlar otelin etrafında dolaşmaya başlar…Sonra iğrenç yazılar dolaştırırlar elden ele…Üstelik de ’’Bismillahirrahmanirrahim!’’ diye başlayan…Sonra tuhaf kaldırım taşları vardır otelin hemen önünde…Derken camiden çıkan kalabalık bir yobaz güruh yine ‘’Bismillahirrahmanirrahim!’’ nidalarıyla yani Tanrı’nın adıyla toplaşmaya başlarlar…Otelin etrafını kuşatırlar…Kalabalık gittikçe büyüyordur…Sanki her şeyin daha önceden provası yapılmış gibidir…İlk önce taşlar atılır…Sonra otel ateşe verilir…Oğlunuz,kızınız,anneniz,babanız otelin alt katlarında dumandan boğulmaya başlar önce…Sonra yukarıya çıkar bir kısmı…O yobaz,gözü dönmüş kalabalık,İtfaiyenin geçmesine, yangını söndürmesine dahi izin vermiyorlardır…Devlet de seyrediyordur…Hiç bir şey yapmadan herkes seyrediyordur…Kızınız,oğlunuz,anneniz babanız çığlık çığlığadır…Bağırışlar,haykırışlar içinde ,yakılırlar diri diri…Ve dışarıdakiler seyrederler bu vahşeti…

Onları gördünüz mü?

Küfürler yediler,hakarete uğradılar,taşlandılar,boğuldular,yakıldılar…Onların kanını içtiler,ölüme terk ettiler…

Onları gördünüz mü?

Şimdi hayal etmenizi istiyorum.O umutları olan genç delikanlıyı,folklorcü genç kızı;yanındaki genç şaire espriler yapıp takılan,nüktedan yazarı;yanık sesiyle türkü söyleyen ozanı hayal edin…

Şimdi onların ''sünni'' olduğunu düşünün…

Fark eder mi?

Ne fark eder?

Fark eder miydi?...