Alevi kelimesini ilk duyduğumda sanırım ortaokuldaydım.Anneannem,kulağa hiç de hoş gelmeyen şeyler söylüyordu…Neymiş yukarıda bir köy varmış da bilmem ne de…Daha çocuktum ama çocuk aklımla bile anneannemin saçmaladığını düşünmüştüm.Saçmalıyordu…Cahildi,hurafelere inanan bir kadındı anneannem…
Neyseki şanslıydım,babam hümanistti,aydındı;annem okumuştu.Aksi takdirde cahil ellerde biçimlenip de ırk,dil,din,mezhep,insan ayrımı yapan bir pislik ya da bir faşist de olabilirdim.’’Faşist ne demek?’’ diye soran birine,’’bölee puşt gibim bişey’’ der ya Kemal Sunal ‘’Kibar Feyzo’’ filminde,işte öyle bir şey de olabilirdim.
Sonra yıllar geçti…
Hamit’le 1987’de fakültede tanıştım.Mersin’den gelmişti okumaya…Cin gibi,gözlerinden zeka fışkıran bir çocuk…O yıllarda 17 -18 yaşındayız.Çocuğuz yani…Kantinde sohbetlerimiz oluyor her üniversiteli gibi…Nasıl anladığımı bilmiyorum ama anladım,’’sen alevi misin’’ diye sordum…Çok şaşırdı.’’Nerden anladın?’’ dedi,’’bilmiyorum’’, dedim…İlk önce şöyle bir tedirgin olur gibi oldu Hamit…Anlam veremedim…’’Neden saklıyorsun ki?’’ diye sordum.Gözleri bulutlandı…Uzaklara gitti geldi…’’Biz…’’ dedi,duraksadı,anlatıp anlatamayacağına tam karar veremedi ama devam etti ,’’biz Mersin’de oturduğumuz mahallede tek alevi aileydik.Ve yıllarca çok çirkin şeyler duyarak büyüdüm.Hiç arkadaşım olmadı o mahallede…Düşünsene,mum sönermiş de,annem..ablam…Düşünebiliyor musun?..’’Sözlerini tamamlayamadı ve ilk kez bir erkek karşımda ağladı… Yüreğimle yüreğinden tuttum,’’artık alevi olduğunu saklama,Mersin’de o mahallede değilsin artık,yalnız değilsin,bizim yanımızda ‘alevi değilim’ dersen suçtur’’ dedim…Yaşlı gözlerindeki parlayan ışığı unutamam hiç…
Biz bunları konuştuğumuzda Kahramanmaraş,Çorum katliamları olmuştu…Ama henüz Sivas’da 37 insanımız yakılmamıştı…Henüz o vahşet yaşanmamıştı…
Biliyorum,insan olan herkes o vahşeti lanetler…Şimdi yazarken sözcüklerim bütünüyle yetersiz kalıyor…’’Çok büyük bir acı’’ demek bile yetmiyor…
Duygularımı çok etkilendiğim bir filmle belki daha iyi anlatabilirim diye düşündüm…Başrollerde Samuel.L.Jackson,Matthew Mc Conaughey’in oynadığı Orijinal adı ’’A Time To Kill’’’olan film,10 yaşındaki küçük zenci kızın, iki psikopat beyaz tarafından korkunç işkencelere maruz bırakılarak tecavüz edilip,şans eseri ölümden dönmesiyle başlıyor.Zenci küçük kızın babası,bu iki sapığın o yanlı eyalet yasalarına göre kefaletle serbest bırakılacağını çok iyi bildiği için onları duruşmaya çıkacakları sırada öldürüyor.
Zenci baba tutuklanıyor…Jüri tamamıyla beyazlardan oluşuyor…Ve baba,bu taraflı jürinin kararıyla büyük ihtimalle gaz odasına gönderilecek…İşte o noktada ırkçılığa karşı duran (beyaz) avukatının yaptığı savunma bütünüyle sonucu değiştiriyor…Şimdi avukatın,beni çok etkileyen o konuşmasını Sivas katliamıyla ilgili duygularımı anlatmak için şu şekilde aktarmak istiyorum…
‘’Yasaların gözünde herkesin eşit olduğunu kanıtlayacaktım.Ama bu doğru değil.Çünkü yasaların gözleri de tıpkı insan gözleri gibi.Sizin ve benimkiler gibi.Biz birbirimizi eşit görmedikçe yasalar asla eşit görmeyi başaramaz.Hiç bir şey kendi yargılarımızdan daha belirleyici olamaz.O güne kadar da Tanrı’nın gözleri önünde gerçeği bulmak bizim görevimiz.Korkunun ve nefretin ortak yargıya döndüğü beynimiz ve gözlerimizle değil, daha iyi bilebileceğimiz kalbimizle.Sadece kalbimizle…Size bir öykü anlatmak istiyorum.Öyküyü dinlerken lütfen gözlerinizi kapatın.Beni dinlemenizi istiyorum.Beni ve kendinizi dinlemenizi istiyorum sizden.’’
Şimdi siz de gözlerinizi kapatın;ben, bizim korkunç öykümüzü anlatayım sizlere...
Kızınız,oğlunuz,babanız,anneniz,2 Temmuz 1993’de Sivas’da düzenlenen Kültür festivaline gider.Oğlunuz ya da kızınız folklorcüdür.Neşe dolu,cıvıl cıvıl bir genç;bütün yıl çalışmalara katılmıştır.Arkadaşlarıyla şakalaşmıştır.Geleceğe dair düşleri vardır.Sivas’ta düzenlenen bir festivale katılmanın heyecanı içindedir.Ya da babanız bir şairdir,yazardır…Daha aydınlık,daha güzel bir dünya için okuyup,araştırıp,yüreğinden süzüp şiirler ,yazılar yazıyordur…Başlarına gelecekleri öngörmelerine ihtimal dahi yoktur.Onlar böyle bir dünya hayal etmemişlerdir hiç…İlk önce tuhaf tuhaf insanlar otelin etrafında dolaşmaya başlar…Sonra iğrenç yazılar dolaştırırlar elden ele…Üstelik de ’’Bismillahirrahmanirrahim!’’ diye başlayan…Sonra tuhaf kaldırım taşları vardır otelin hemen önünde…Derken camiden çıkan kalabalık bir yobaz güruh yine ‘’Bismillahirrahmanirrahim!’’ nidalarıyla yani Tanrı’nın adıyla toplaşmaya başlarlar…Otelin etrafını kuşatırlar…Kalabalık gittikçe büyüyordur…Sanki her şeyin daha önceden provası yapılmış gibidir…İlk önce taşlar atılır…Sonra otel ateşe verilir…Oğlunuz,kızınız,anneniz,babanız otelin alt katlarında dumandan boğulmaya başlar önce…Sonra yukarıya çıkar bir kısmı…O yobaz,gözü dönmüş kalabalık,İtfaiyenin geçmesine, yangını söndürmesine dahi izin vermiyorlardır…Devlet de seyrediyordur…Hiç bir şey yapmadan herkes seyrediyordur…Kızınız,oğlunuz,anneniz babanız çığlık çığlığadır…Bağırışlar,haykırışlar içinde ,yakılırlar diri diri…Ve dışarıdakiler seyrederler bu vahşeti…
Onları gördünüz mü?
Küfürler yediler,hakarete uğradılar,taşlandılar,boğuldular,yakıldılar…Onların kanını içtiler,ölüme terk ettiler…
Onları gördünüz mü?
Şimdi hayal etmenizi istiyorum.O umutları olan genç delikanlıyı,folklorcü genç kızı;yanındaki genç şaire espriler yapıp takılan,nüktedan yazarı;yanık sesiyle türkü söyleyen ozanı hayal edin…
Şimdi onların ''sünni'' olduğunu düşünün…
Fark eder mi?
Ne fark eder?
Fark eder miydi?...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder