
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk partisinin Meclis grup toplantısında Kürtçe konuştu. DTP grubunda alkışlarla desteklenen konuşma nedeniyle TRT 3 yayını kesti. Türk, Meclis grup konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yaparken, Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır mitingi sırasında "atom karınca" olarak tanıttığı Kutbettin Arzu ile ilgili "sessiz böcek" tanımlamasında bulundu. Türk 21 Şubat’ın Dünya anadiller günü olarak kutlandığını belirterek "Bizim Türkiye’de resmi dilin Türkçe olmasına herhangi bir itirazımız olamaz, ancak yerel yönetim gibi, eğitim alanı gibi, basın yayın alanı gibi, ya da yerel meclisler gibi alanlarda Kürtçe üzerindeki bütün yasakların kalkması ve Anayasal güvenceye bağlanması talebimizin de son derece gerçekçi bir insani talep olduğunun anlaşılmasını istiyoruz."diye konuştu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün meclis grubunda Kürtçe konuşmasına sert tepki gösterdi.
Bahçeli olayı, "Bu gazi Meclis'e yapılan bir ihanettir. Başbakan Davos'taki duruşunu şimdi de göstersin." dedi.
.....................
Şükran Güngör ve İsmail Hakkı Şen'in değerli hatırasına ;

2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi film (Handan İpekçi)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi yardımcı erkek oyuncu (İsmail Hakkı Şen)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi yardımcı kadın oyuncu (Füsun Demirel)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - Jüri Özel ödülü (Dilan Erçetin)
2002 Kahire Uluslararası Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2002 Kahire Uluslararası Film Festivali - Gümüş Piramit (Handan İpekçi)
Ticket to Jerusalem (2002) ile beraber.
2002 Köln Akdeniz Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2003 Uluslararası İstanbul Film Festivali - Ulusal Yarışma Halkın Tercihi ödülü (Handan İpekçi)
Filmin konusu; Bütün yakınlarını kaybeden küçük bir Kürt kızı Hejar ve bir yargıç emeklisi olan Rıfat Bey'in İstanbul'da kesişen öykülerini konu alıyor. Küçük bir Kürt kızı olan Hejar bir akrabası tarafından bir avukatın evine bırakılır. Ancak bu evde kalan iki militan, polisin baskını sonucu öldürülünce Hejar karşı daireye, cumhuriyet ilkelerine son derece bağlı emekli bir hakim Rıfat Bey'in evine kaçar. Artık, Türkçe bilmeyen Hejar ile Kürtçe bilmeyen Rıfat Bey aynı evde yaşamaya başlar.
Ekşisözlükten;
'' milli güvenlik kurulu genel sekreterliği toplantısının konusu "kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkileri ve alınması gereken önlemler"di. konu handan ipekçi'nin yönettiği "büyük adam, küçük aşk" filmine gelince tansiyon bir anda yükseldi. kültür bakanlığı'nın desteğiyle çekilen film vizyona girince bazı çevrelerin yoğun eleştirileri olmuş, "filmin kimi sahnelerinde bölücülük propagandası yapıldığı, ayrıca türk polisinin işkenceci ve yargısız infazcı gibi gösterildiği" öne sürülmüştü.toplantıyı yöneten orgeneral Tuncer Kılınç,(hani Ergenekon davasından alınıp da serbest bırakılan ) kültür bakanlığı'nın sağladığı kaynakla böyle bir filmin nasıl çekildiğini öğrenmek istiyordu. kültür bakanlığı müdürü, filmin yapımcılarının onlardan habersiz senaryoyu değiştirdiklerini söyleyip sözlerini şöyle bağladı: "gerekli çalışmaları başlattık. filmi yasaklatacağız." bu sözlere kılınç'ın tepkisi ilginçti: "sakın ha, filmi yasaklayalım demeyin. zaten vizyona girmiş, olabildiği kadar gösterilmiş. şimdi çıkacak bir yasak konuyu tekrar gündeme getirir, filmin propagandasının yapılmasına ve yeniden gösterilmesine zemin oluşturur." (kaynak: ben rtuk ba$kaniyken) ayrica; (bkz: operation hollywood)
(huger, 10.04.2006 23:57) ''
'' bir akşam yemeğinde, küçük hejar yine "anne anne" diye ağlamaya başladığında, rıfat amca onu sakinleştirmeye bir türlü muktedir olamayınca, evine temizliğe gelen sakine'yi arıyor ve kürtçe "ağlama"nın nasıl söylendiğini soruyor.telefonu kapattıktan sonra hejar'ın yanına gidip, kızın oluk oluk akan gözyaşlarını dindirmek için ona "megri" diyor, "lütfen megri!".bir akşam yemeğinde de bu sefer efkârlanma sırası ihtiyardadır. rakısından bir yudum alırken rıfat amca, karşıda, salon duvarına aslımış olan karısının gençlik portresiyle göz göze gelir. merhum eşi ve onu zor koşullarda okutan anası gelir aklına. ve ağlar..bu gözyaşları inatçı kürt kızı hejar'ın direncini kırmaya yeter de artar. rıfat amca'nın elini tutar ve ardı ardına bağırır: "ağlama, ağlama!"anlatılmak istenen şey o kadar güzel ifadelendirilmiş ki, insan olanın yüreği sızım sızım sızlar bu filmi izlerken. evet, belki ülkemizdeki mevcut durum genel hatları itibariyle tıpkı filmde anlatıldığı gibi, ama diliyorum ki, sonumuz da filmin sonu gibi olmasın. ki bu da yine bizim elimizde. irademizi ve tercihlerimizi rasyonel bir şekilde kullanmak yine bizim elimizde.--- (krasotkin, 24.05.2006 04:33) ''
'' film “bulutları beklerken” de olduğu gibi dokunup geçmez sadece. öncelikle izleyicilere karakterleri tanıma ayrıcalığını verir yönetmen. bu sayede kim bunu niye yaptı şimdi gibi sorularla meşgul olmadan hikaye iliklere kadar hissedilir. insan dediğimiz günlük hayatında yaptıkları ya da yapmadıklarından oluşan bir toplam değildir. yönetmen handan ipekçi de geridönüşler bile kullanmadan öyle ayrıntılar serpiştiriyor ki sahnelerin içine, karakterlerin etten kemikten varlıklarından öte dünyalarına dokunulabiliyor, duyguları hissedilebiliyor. yönetmen aynı bir müzisyen gibi bastığı her notada, akılda ve gönülde eş zamanlı titreşimler yaratıyor. hikaye anlatımı da, müziklerin kullanımı da, oyunculuklar da bir şahane. zaten kadroda şükran güngör, yıldız kenter, füsun demirel gibi çok güçlü isimler var. hejar’ı canlandıran dilan erçetin’i gerçekte hejar olduğuna, normal hayatında dilan diye birini oynadığına inanacak kadar başarılı buldum. filmin yönetmeni handan ipekçi yasaklarla boğuşmak zorunda kalmış olsa da, ikinci filminde böyle bir başarı yakalamış bir hikaye anlatma üstadının bu tarz engellerden dolayı pes etmemesi temenni edilesi.
ayrıntıya girecek olursak rıfat’ı pek sevimsiz buluyorum uzun müddet. daha ilk sahnelerde evine arama için giren polise, yani evinin mahremiyetini işgal eden polise bağırıp çağırarak kıyametleri kopardığı halde başkalarının yani karşı dairenin mahremiyetinin işgal edilmesi, oradaki insanlarız sorgusuz sualsiz öldürülmesi pek asabını bozmuyor hatta içten içe oh olsun diyor belki. nasıl ki kimlikler arası kavga ufacık bir pencereden gösterilmeye çalışılıyorsa bize, yargıcımız da kapının ufacık deliğinden izliyor olanı biteni.peki o evde kimler vardır? o evde militan görünüşlü ve polisi görünce silaha sarılan 2 kişi, onlara yardım etmeye çalışan bir avukat, ve amcası tarafından yoksulluktan kırılmasın diye o avukata bırakılan hejar vardır. üç ceset çıkar evden; hiçbiri çocuk değildir. hejar saklandığı dolabın kapağını açar ihtiyatla, çatışmanın izleri vücudunda yürür yürür ve küçücük deliği olan kapının önünde durur. yargıcın evdeki işlerini yapan temizlikçi sakine görür onu önce, sonra da rıfat. içeri alır rıfat hejar’ı, başına geleceklerden habersiz olarak kabul eder evine bu küçük kızı. ama kız ne zaman ki kürtçe konuşmaya başlar işte o zaman rıfat’ın gözünde bir çocuk olmaktan çıkar. kolundan yaralanmış, ölesiye korkmuş, minicik bir çocuk değildir o. hejar bir kürttür. bütün varlığı bir yana o bir kürttür. rıfat öylesine milliyetçidir ki evde kürtçe konuşulmasına dahi izin vermez. aslında bir kürt olan sakine bile rıfat’ın korkusundan kızla kürtçe konuşamaz. dillerini bilmediği daha önce hiç tanımadığı insanların arasında yalnızdır hejar.kendi sorunları da vardır rıfat’ın. kendi içinde çelişkilerle boğuşur. çevresindekilere ama aslında kendine inat huzur evine yerleşmeyi düşünmektedir. huzurevi yolunda “herkes ait olduğu yere gidecek” derken hejar’ a aslında kendini kastetmektedir. yalnızlığından kaçmaya çalışırken eskiye ihanet etmekten korkar. bir kendine aşık olan alt komşusunun kendine hediye ettiği tabloya bakar muzip muzip ardından da utanarak rahmetli karısının siyah beyaz fotoğrafına. halbuki alt komşu müzeyyen hanım rahmetli kocasının fotoğrafını çoktan çekmeceye kaldırmıştır. apartmandaki çatışmanın ardından “polis devleti mi hukuk devleti mi” diye başlık atar daktiloyla. ne yazacağından bence emin değildir. kürtlere bu kadar karşıyken kendini bir kürt çocuğunun sevgisiyle teselli olurken bulur. o yüzden bırakamaz hejar’i, evdeki yalnızlığı öldüren bu küçük kızı. zaman geçtikçe hejar kürt bir çocuktan çok bir çocuk olmaya başlar rıfat’ın gözünde. acıkan, bitlenen, çişi gelen, oyun oynayan, salıncakta sallanmak isteyen, annesini özleyen, kedileri seven bir çocuk. rıfat değişiyor mudur? rıfat farkına mı varıyordur? o huysuz aksi ihtiyar bir çocuğun elleriyle hayatı yeni baştan öğreniyordur sanki. hejar'ın varlığıyla rıfat'ın hayatındaki çelişkiler yumağı önce daha bir dolanmış ardından düğüm düğüm çözülmeye başlamıştır.
keder ve yalnızlık ırk tanımaz, coğrafya tanımaz, farklı dillerde de olsa, farklı şekillerde de olsa aynı şekilde kalp büker, aynı tuzlu tat yakar genizleri. hejar kederinden ağlar, annesini özlemiştir, kendi diliyle konuşup onu anlayabilecek insanları özlemiştir. teselli etmeye çalışır rıfat ama evrensel değil işte dil dediğimiz unsur. anlamaz hejar, ağlamaya devam eder. rıfat sakine’yi arar artık: “ağlama ne demek kürtçede sakine” diye sorar. işte orası filmin kırılma noktasıdır. rıfat’ın hejar’ı olduğu gibi kabul ettiği sahnedir. evde kürtçe konuşulmasına dahi tahammül edemeyen bu eski toprak, küçük bir çocuğu teselli etmek istemektedir. hangi dilde olduğu mühim değildir artık: “megri, lütfen megri…” daha sonraki bir sahnede rıfat televizyonda yayınlanan terörizm haberlerini izledikten sonra hesaplaşmaya girer devletle ve kendiyle. “biz bozduk insanları” der üzüntüyle. bu itiraf öyle büyük bir ağırlık taşır ki, yıllardır devleti her şeyin üstünde tutan rıfat bu ağırlığı kaldıramayıp ağlamaya başlar. bu sefer teselli etme sırası hejar’dadır. “ağlama” der Rıfat’a türkçe. “ağlama..”
yalnızlık kimlik tanımaz, ama bazı kimlikler yalnızlığı çok iyi tanır. hejarlık, rıfatlık çok iyi bilirler yalnızlığı. yalnızlığı paylaşmanın aynı coğrafyayı bile paylaşmaktan zor olduğu bir yerde büyük bir adamla küçük bir aşk karşılaşır. “–lik”ler atılır sırtlardan geriye “kim”le “kim”lere sarılmış sevgi kalır.
(luthien dark, 16.12.2008 17:12) ''
.......................

Rıfat bey: insanlar bozuldu.
Hejar: ağlama
Rıfat bey: insanları bozduk.
Hejar: ağlama
Rıfat bey: biz bozduk. dengeyi bozduk. doğayı bozduk. herşeyi bozduk
Hejar: ağlama...
......................

Ufak bir anekdot;
31 Ocak 2005'de yaşama veda eden tiyatro ve sinema sanatçısı İsmail Hakkı Şen, Suç ve Ceza oyununun sergilenişi sırasında babasının ölüm haberini alınca sahnede uzun bir tiradı okurken hıçkırarak ağlaması nedeniyle ayakta alkışlanmış... Okuduğumda çok etkilendim...
''Büyük adam küçük aşk ''filmindeki oyunculuğuyla karşımda gerçekten de yoksulluk ve çaresizlik içerisinde bir adam görmüştüm.Bu ülkenin hep geri planda kalmış bu büyük ve değerli sanatçısına Tanrı'dan rahmet dilerim.