Bir varmış,bir yokmuş Soksokanya Cumhuriyeti diye bir ülke varmış.Dağ başını duman almış,gümüş dere durmaz akar,güneş ufuktan şimdi doğarmış.Hiçbir yerde ordaki gibi ağaçları ve güzel kuşları olmayan bir ülkeymiş.Yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle,beş tarafı denizlerle çevrililiğiyle nasıl diim ben sana öyle muhteşem,öyle harikaymış ki eşi ve benzeri yokmuş.
Bu ülkede aynı gün,tan ağarırken iki tane ciyaklama sesiyle,iki ayrı evde,iki ayrı bebecik dünyaya gelmiş.Birinin adını ''Aman Ha'',diğerinin adını da ''Yaman Ha'' koymuşlar birbirinden habersiz.
İsimler sahibine ruh mu verir ne? Ya da sahibine mi geçer isimlerin anlamları bilinmez ama aynı Soksokanya devletinde büyümüş olmalarına,aynı devlet okullarından geçmelerine,aynı sulardan içip,aynı kuş seslerini dinlemelerine,bu ülkede beş parmağın hemen hemen dördü aynı olmasına rağmen Aman Ha ile Yaman Ha bambaşka iki karakter olarak büyümüş.
Aman Ha,önüne hangi bilgi sürülürse almış.''Al buna inan '' demişler,almış ona inanmış.''Bak bu doğru,bu yanlış,şurada duygulanacaksın,şurada Soksokanya'nın menfaatleri gereği göğsün kabaracak'' buyurmuşlar,Aman Ha derhal emirlere itaat etmiş.Accık bişilere şaşalar gibi olsa bile Soksokanya'nın resmi yayın organı Zehirriyet ''yok yok,kuşkulanma,o olay aynen böyle'' tarzında yazılar yazdığından ya da Soksokanya devletinin resmi kanalı neye inanılıp neye inanılmaması,neye şaşalayıp,neye şaşalanmaması gerektiğini dikte ettiğinden Aman Ha'nın yüreğine o doğrultularda su serpiliyormuş.Dini sorgulamamış Aman Ha; Savaşı sorgulamamış Aman Ha ; sömürüyü sorgulamamış Aman Ha...Ne söylenirse inanmış. Üstelik yanında yöresinde accık bişileri sorgulayanlar olsa,hemencecik ''Aman diim ben saa!'' deyip,sorgulayanları susturmaya;çeşitli atraksiyonlarla,korkutmalarla sindirmeye çalışırmış Aman Ha...Boyutu yokmuş,işlevi önemliymiş Aman Ha'nın.O böyle gelsin,böyle gitsin istiyormuş bu dünya.Bunu adeta vatan borcu sayıyormuş.Soksokanya menfaatleri gereği bunun böyle olacağını düşünüyormuş.Daha doğrusu, düşündürttürülenler her ne ise, onu düşünmüş.Ya da düşünmüş mü? Bak bu bile şüpheli...
Yaman Ha ise aynı okullardan,aynı müfredatlardan,aynı Tv'lerden,aynı inançlardan geçtiği,geçirildiği halde birgün derede yüzen yeşil başlı bir gövel ördek görmüş.Diğer ördeklerden farklı bir ördekmiş bu.İşte o zaman anlamış ki farklı,aykırı birşeyler de var bu dünyada.Sonra bir yazı okumuş,diyormuş ki o yazı, ''Değişmeyen,tek şey değişimdir;herşey değişir,herşey dönüşür''...Sonra başka yaman insanların ayırdına varmaya başlamış Yaman Ha...Soksokanya Devletinde dikte edilenlerin aksine şeyler anlatıyorlarmış. Tabuların saçmalıklarını,insanları gerilettiğini, yerinde saydırdığını;sistemin ya da düzenin bekçiliğini yaptırdığını...Yaman Ha ,ona giydirilen her ne varsa çıkarıp atmaya başlamış üzerinden.Vatan,millet,sakarya;kutsal diye sunulan her ne varsa teker teker soyunmuş üzerinden.Anlamış ki ülke menfaatleri adı altında giydirilen her ne varsa,birilerinin düzen suyu akmaya devam etsin diye...Anlamış ki dikte ettirilen her ne varsa safsata...Anlamış aynı terzide dikilmiş,aynı model,aynı renk giysileri soyunup,çırıpçıplak kalınca zaten kaybedecek birşeyi olmadığını.
Aman Ha durur mu hiç?Derhal dikilmiş Yaman Ha'nın karşısına,demiş ki ''sen Soksokanya devletinin menfaatlerini zedeliyorsun,zırvalama!;boşuna bu çaban,kimse inanmaz sana;başına birşey gelir sonra aman ha!''
Yaman Ha bakmış şöyle bir Aman Ha'nın yüzüne,karşısında hala korkuyla ciyaklayan bir bebek görmüş sadece...Gölgesinde bile korku gören bir bebek.Yürümüş gitmiş yoluna...
Aman Ha,kendisine biçilen hayatı harfiyen yaşamış ve ( ölü olduğunu bilmeyen bir ölünün ölmesi gibi) ölmüş.Toprağa karışmış.Toprakta kurtlar Aman Ha'yı yemiş bitirmiş...Mezartaşına ''Aman Ha!'' yazmışlar sadece.Hepsi bu kadar.
Yaman Ha da ölmüş birgün,o da toprağa karışmış,onun da bedenini yemiş kurtlar...Mezartaşına ''Yaman Ha!'' yazmışlar.Zaten ona hala ''ne yamandı haaa! '' deniyor yedi cihanda.
30 Aralık 2008 Salı
14 Aralık 2008 Pazar
2
Kuru fasulye-pilav
Lorel-Hardy
Zeki Alasya-Metin Akpınar
Nokta ile Virgül
Edi ile Büdü
Rakı-beyaz peynir
Şarap-Rokfor
Bira-patates
Oya-Bora
TMSF-Hülya Avşar
John Lennon-Yoko
Tom ve Jerry
Tahta-tebeşir
Kalem-silgi
Dolmakalem-mürekkep
Diş macunu-diş fırçası
Sigara-çakmak
Eşek-semer
mandal-çamaşır
Şener Şen-Uğur Yücel
Tweety-Silvester
Miki-Midi
Kahve-Su
Deniz-Güneş
Ağustosböceği-Karınca
Kenan-Netekim 12 Eylül
Turgut Özal-İcraatın için(d)e(n)
Ecevit-Rahşan
Tayyip-Aydın Doğan
Deniz-Başbuğ
Deniz-çarşaf
Tayyip-türban
Tayyip-Başbuğ
Tayyip-Deniz
2x2=4
Lorel-Hardy
Zeki Alasya-Metin Akpınar
Nokta ile Virgül
Edi ile Büdü
Rakı-beyaz peynir
Şarap-Rokfor
Bira-patates
Oya-Bora
TMSF-Hülya Avşar
John Lennon-Yoko
Tom ve Jerry
Tahta-tebeşir
Kalem-silgi
Dolmakalem-mürekkep
Diş macunu-diş fırçası
Sigara-çakmak
Eşek-semer
mandal-çamaşır
Şener Şen-Uğur Yücel
Tweety-Silvester
Miki-Midi
Kahve-Su
Deniz-Güneş
Ağustosböceği-Karınca
Kenan-Netekim 12 Eylül
Turgut Özal-İcraatın için(d)e(n)
Ecevit-Rahşan
Tayyip-Aydın Doğan
Deniz-Başbuğ
Deniz-çarşaf
Tayyip-türban
Tayyip-Başbuğ
Tayyip-Deniz
2x2=4
6 Aralık 2008 Cumartesi
Kurban
Konu:Öhhö ,öhhöö...Kurban bayramı hakkındaki düşüncelerim.
Yaz kızım...
Ben çocukken,apartmanımızın yakınlarında bir yere,bir koyun bağlamış birisi.Kurban bayramında kesmek üzere tabii...Babam bu koyunu çözerek,''haydi bakalım,artık özgürsün!'' demiş,koyvermiş koyunceyizi.Şimdi o koyun nerde bilmiyorum.Ve fakat bunu duyup,büyüyen bir çocuk nasıl olursa,ben de öyle oldum.Hani ''laiklik ''var ya,hani din ve vicdan hürriyeti var ya,hani bu bağlamda inanmak kadar inanmamak özgürlüğüne de sahibiz ya,hani orda bir köy var uzakta ya,hani bir ,ki,üç,dört...O sebeplen fikirlerimi özgürce dile getiriyorum.'Allah bu laiklikten razı olsun' diycem fakat böyle bir cümle çok saçma olacak...
Neyse...
Geçen gün bir TV.programında gözlerime inanamayarak vallaha da billaha da şöyle şöyle şeyler seyrettim(niye yemin ediyorum ki ben,inanmayan inanmasın,alalah...);stüdyoya kurbanlık bir koç getirmişler.Koçun başını okşarken,temsili olarak pazarlık yapıyorlar...Badem bıyıklı,ince sesli,adeta kendi haricinde herkesi koyun;kendisini de Tanrı'nın özel ulak'ı sanan hafız efendi soruyor,''Ne kadara satarsın? diye.Karşısındaki garibim post bıyıklı,kasketli,ezik amcam da bu temsili komediye uyum sağlıyor,naapsın,''ben bunu baktım,besledim,en güzel yemleri yedirdim,650 gaymeye satarım''diyor..Sanki Tanrı hergün bununla konuşuyormuşcasına kendinden emin, biz koyunların güdücüsü badem bıyık,''yok yok,650 fazla,gel sen 550 yap bunu''filan diyor bilmiş bilmiş...Zavallı koç,orada başına geleceklerden habersiz bekliyor öylece...Bir de bu pazarlıklar yapılırken koçun başını okşuyorlar...Neymiş efendim,eğer kesmeden önce 12 saat hayvana su vermez isen,hayvanın eti daha iyi olurmuş.Bunu nası da ballandıra ballandıra,çok önemli bir konuya açıklık getirmenin verdiği enginn bir dipsizlik ezberciliğiyle anlatıyorlar bir görseniz...Okşadığınız hayvanı, kesip,parçalara ayıracağınız yetmezmiş gibi,bir de 12 saat su vermeyip,kendi lezzet anlayışınız için işkence de yapacaksınız yani?Valla bravo!Böyle zamanlarda,akıl hastanesindeki delilerin,taa oralardan, buraları nasıl gördüklerini çok merak ediyorum doğrusu.Eminim çok eğleniyorlardır.
Acaba Tanrı,işkenceci insanları sever mi?Onları cennetine alır mı?Artık çocuklar kurban edilmiyor,o eskidenmiş ve bitmiş.Bunu anlamış olmak gerekmez mi?Hangi çağı devam ettiriyorsun?Napıyorsun?Farkında mısın naptığının acaba?Tanrı hem şuur verip hem de şuursuzluğu sever mi?(Antiparantez;bu soruları ilk kez ''anne,zencilerin Tanrısı da zenci mi?'' diye sormaya başlamışım...Allahtan laiklik var da özgürce sorabiliyorum).
Bir zamanlar,yine ben küçükken, annemler eve bıldırcın almışlar.Belli bir zaman sonra annem kafese bakıp,'' artık bunları kesmenin zamanı geldi'' deyince,babam, ''o bıldırcının, senin çocuğundan ne farkı var?'' diye sormuş.Annem diyor ki ''dondum kaldım,ben hiç böyle düşünmemiştim''.Bu hikayeyi ben yeni öğrendim ama benim de bir bıldırcın hikayem var;birgün, marketin birinde alışveriş yaparken bıldırcın satıldığını gördüm.Büyük teyzem,pis boğaz oğluna 'pilavüstü bıldırcın' diderdi hep.''Dur yaa ,ben de alayım şundan,bakayım nasıl oluyormuş'' dedim.(Aslında ''bakayım'' demedim,''bakiim'' dedim ama buraya Edebiyatın zarar görmemesi açısından ''bakayım'' yazmak durumundayım,neyse).Suyu kaynatıp,tüyü yolunmuş,boynu kesilmiş,pişirmeye haphazır satılan bıldırcınları suyun içine attım.Biraz sonra,boyunsuz bıldırcınların kesik boyunları,tencerede boyun bükerek,birbirine doğru yanaştı.O manzarayı hiç unutamıyorum.
O bir gram eti yemeyi düşünen aklımdan utandım.
Hiç mi et yemiyorum?Yiyorum,yiyorum ama kimse beni buradan vuramaz.Çünkü burada ince ve önemli bir ayrım var;kim ne derse desin,bir hayvanı alıp,besleyip,süsleyip,kınalayıp,o hayvanla göz temasına girip de duygusal bir bağ kurduktan sonra kesmek, benim açımdan imkansız bir durum...Ve bu toplu kıyımlara 'bayram' demek de bir o kadar tuhaf.
Bence,zamanın birinde akıllı ve yaşadığı toplumdan beynen biraz daha önde olan bir adam,çocuklar kurban edilmesin,çocuklar kurtulsun diye hayvanların kurban edilmesi yolunu keşfetmiş.O gün bugündür,çocuklar kurtulmuş ama bu kez de hayvanlar kurtulamaz olmuşlar.Birgün gelecek,bu toplu kıyıma da birisi,radikal bir çözüm bulacak ve hayvanları da kurtaracak,insanların elinden.Ben görür müyüm?Bilmiyorum...Ama işte esas bayram bence o gün olacak.
Yaz kızım...
Ben çocukken,apartmanımızın yakınlarında bir yere,bir koyun bağlamış birisi.Kurban bayramında kesmek üzere tabii...Babam bu koyunu çözerek,''haydi bakalım,artık özgürsün!'' demiş,koyvermiş koyunceyizi.Şimdi o koyun nerde bilmiyorum.Ve fakat bunu duyup,büyüyen bir çocuk nasıl olursa,ben de öyle oldum.Hani ''laiklik ''var ya,hani din ve vicdan hürriyeti var ya,hani bu bağlamda inanmak kadar inanmamak özgürlüğüne de sahibiz ya,hani orda bir köy var uzakta ya,hani bir ,ki,üç,dört...O sebeplen fikirlerimi özgürce dile getiriyorum.'Allah bu laiklikten razı olsun' diycem fakat böyle bir cümle çok saçma olacak...
Neyse...
Geçen gün bir TV.programında gözlerime inanamayarak vallaha da billaha da şöyle şöyle şeyler seyrettim(niye yemin ediyorum ki ben,inanmayan inanmasın,alalah...);stüdyoya kurbanlık bir koç getirmişler.Koçun başını okşarken,temsili olarak pazarlık yapıyorlar...Badem bıyıklı,ince sesli,adeta kendi haricinde herkesi koyun;kendisini de Tanrı'nın özel ulak'ı sanan hafız efendi soruyor,''Ne kadara satarsın? diye.Karşısındaki garibim post bıyıklı,kasketli,ezik amcam da bu temsili komediye uyum sağlıyor,naapsın,''ben bunu baktım,besledim,en güzel yemleri yedirdim,650 gaymeye satarım''diyor..Sanki Tanrı hergün bununla konuşuyormuşcasına kendinden emin, biz koyunların güdücüsü badem bıyık,''yok yok,650 fazla,gel sen 550 yap bunu''filan diyor bilmiş bilmiş...Zavallı koç,orada başına geleceklerden habersiz bekliyor öylece...Bir de bu pazarlıklar yapılırken koçun başını okşuyorlar...Neymiş efendim,eğer kesmeden önce 12 saat hayvana su vermez isen,hayvanın eti daha iyi olurmuş.Bunu nası da ballandıra ballandıra,çok önemli bir konuya açıklık getirmenin verdiği enginn bir dipsizlik ezberciliğiyle anlatıyorlar bir görseniz...Okşadığınız hayvanı, kesip,parçalara ayıracağınız yetmezmiş gibi,bir de 12 saat su vermeyip,kendi lezzet anlayışınız için işkence de yapacaksınız yani?Valla bravo!Böyle zamanlarda,akıl hastanesindeki delilerin,taa oralardan, buraları nasıl gördüklerini çok merak ediyorum doğrusu.Eminim çok eğleniyorlardır.
Acaba Tanrı,işkenceci insanları sever mi?Onları cennetine alır mı?Artık çocuklar kurban edilmiyor,o eskidenmiş ve bitmiş.Bunu anlamış olmak gerekmez mi?Hangi çağı devam ettiriyorsun?Napıyorsun?Farkında mısın naptığının acaba?Tanrı hem şuur verip hem de şuursuzluğu sever mi?(Antiparantez;bu soruları ilk kez ''anne,zencilerin Tanrısı da zenci mi?'' diye sormaya başlamışım...Allahtan laiklik var da özgürce sorabiliyorum).
Bir zamanlar,yine ben küçükken, annemler eve bıldırcın almışlar.Belli bir zaman sonra annem kafese bakıp,'' artık bunları kesmenin zamanı geldi'' deyince,babam, ''o bıldırcının, senin çocuğundan ne farkı var?'' diye sormuş.Annem diyor ki ''dondum kaldım,ben hiç böyle düşünmemiştim''.Bu hikayeyi ben yeni öğrendim ama benim de bir bıldırcın hikayem var;birgün, marketin birinde alışveriş yaparken bıldırcın satıldığını gördüm.Büyük teyzem,pis boğaz oğluna 'pilavüstü bıldırcın' diderdi hep.''Dur yaa ,ben de alayım şundan,bakayım nasıl oluyormuş'' dedim.(Aslında ''bakayım'' demedim,''bakiim'' dedim ama buraya Edebiyatın zarar görmemesi açısından ''bakayım'' yazmak durumundayım,neyse).Suyu kaynatıp,tüyü yolunmuş,boynu kesilmiş,pişirmeye haphazır satılan bıldırcınları suyun içine attım.Biraz sonra,boyunsuz bıldırcınların kesik boyunları,tencerede boyun bükerek,birbirine doğru yanaştı.O manzarayı hiç unutamıyorum.
O bir gram eti yemeyi düşünen aklımdan utandım.
Hiç mi et yemiyorum?Yiyorum,yiyorum ama kimse beni buradan vuramaz.Çünkü burada ince ve önemli bir ayrım var;kim ne derse desin,bir hayvanı alıp,besleyip,süsleyip,kınalayıp,o hayvanla göz temasına girip de duygusal bir bağ kurduktan sonra kesmek, benim açımdan imkansız bir durum...Ve bu toplu kıyımlara 'bayram' demek de bir o kadar tuhaf.
Bence,zamanın birinde akıllı ve yaşadığı toplumdan beynen biraz daha önde olan bir adam,çocuklar kurban edilmesin,çocuklar kurtulsun diye hayvanların kurban edilmesi yolunu keşfetmiş.O gün bugündür,çocuklar kurtulmuş ama bu kez de hayvanlar kurtulamaz olmuşlar.Birgün gelecek,bu toplu kıyıma da birisi,radikal bir çözüm bulacak ve hayvanları da kurtaracak,insanların elinden.Ben görür müyüm?Bilmiyorum...Ama işte esas bayram bence o gün olacak.
16 Kasım 2008 Pazar
Facebook'a üye değilim....
Efenim,son günlerde mail adresime,facebook'tan ''beni facebook'a eklemişsiniz'' tarzı mailler gelmeye başladı.Bunun sebebini ve nasıl olabildiğini bilmiyorum ama ben,Facebook'a üye değilim.Üye olmayı da hiç düşünmüyorum.Facebook'tan, çıktığı günden beri hiç hoşlanmadım,hoşlanmayacağım...
Yorum bölümünde böcek isimli bir arkadaş(yüzyıl düşünsem ''böcek isimli bi arkadaş'' diyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi), ''Facebook' a ben de üye değilim,Facebook'a üye olmayanlar bloğu açalım'' diye akıllı bir öneri getirince,konuyu biraz açma gereği duydum.
Ben neden Facebook'a üye olmuyorum?Çünkü,bu kadar birbirine yabancılaşmış,adeta birbiriyle köşekapmaca oynayan insanların,facebook'da eski arkadaş araması bana çok sahte ve çok saçma geliyor.Ben bir arkadaşımı bulmak istersem,zaten arar bulurum.Bu o kadar da zor değil.Bunun için illa ki Facebook'a üye olmam gerekmiyor.Hadi bunu da geçelim,Facebook'a üye olan arkadaşlarımın halini gördükçe,çok eğleniyorum.Şöyle ki,bir arkadaşım,dayısının kızları,amca oğulları,bilumum akrabasıyla,hatta bütün gün birlikte çalıştığı ve az önce servisten inip ayrıldığı iş arkadaşıyla filan Facebook'tan yazıştı yanımda.Zaten iki adım uzak muhitlerde oturuyorlar ve hergün de birbirlerini görüyorlar...''Ya kızım,allah aşkına,telefonla konuşmayı neden denemiyorsun?'' diye sordum.Böyle daha iyi oluyormuş...Enteresan değil mi?
Ayrıca baktım da dayı kızı,düğün fotoğraflarını,yemek fotoğraflarını,mezuniyet fotoğraflarını,ABD'deki gezi fotoğraflarını dayamış Facebook'a...Bununla nasıl bir mesaj verdiğini anlayamadım.Şunu mu demek istiyor acaba?''Hey eski arkadaşlar,bakın ben çok lüks bir otelde evlendim;lüks yerlerde yemek yiyorum;İyi okullarda okudum;nah bu da kep fırlatma törenim;Amerikalara bile gittim.Hey gidi hey...Siz uyuyun daha!...''Mesaj bu mu acaba?İnsan niye bu kadar saçar ki kendini Facebook'larda bu kadar? Ben onun eski arkadaşı olsam,''iyi halt etmişsin!'' derdim.Belki de böyle diyeceğim için eski arkadaşım yok benim...Ühüü ühüüü ühüüü...Halbuki eski arkadaşımı bulsam,onunla çiş yarıştırsak ne de güzel olurdu.
Yine Facebook'tan, bir arkadaşımı, bir zamanlar onunla evlenmek isteyen,ufak yollu flört edip,vazgeçtiği çocuk bulmuş.Ayy bunlar çok sevinmişler.Telefonlar alınmış.Arkadaşım cep numarasından,(dikkatinizi çekerim,cep numarasından) aramış;karşısına çocuğun sekreteri çıkmış.Hadi cep telefonuna sekreter çıkma hadisesini bi tarafa koyalım,telefonda konuşurlarken çocuk lafın arasında özel şoförü olduğunu,arabasının ''jeep'' olduğunu bi punduna getirip söyleyivermiş.Artık o pund nasıl olabiliyor ben de bilmiyorum,belki bu tipler ''Punduna getirme özel teknikleri kursu'' da alıyor olabilirler.Velhasıl,anlaşılan çocuk bu günlerin yıllardır hayalini kuruyormuş;''Bir zamanlar fakir ve onurlu bir genç vardı,o benimm iştee leyynn!İstanbul seni yeneceeğimm!'' gibi bir duygu hali sanırsam.İyi ki varsın,iyi ki doğdun Facebook,yoksa bu tiplerin hali nice olurdu?Yeni hallerini cümle aleme gösteremedikleri,sergileyemedikleri için acaba şişip şişip patlarlar mıydı?
En tilt olduğum eski arkadaş şekli,bir zamanlar birbirimizin kısa pantolonlu,sümüklü hallerimizi bal gibi bildiğimiz halde,sanki hayatı boyunca hiç sümüğü akmamış,hiç bitlenmemiş,hiç gaz kaçırmamışcasına karşıma çıkan eski arkadaş halidir.İşte yukarıdaki örnekteki çocuk gibi,sana laf aralarında mal varlığını kaktırır.İyi,olabilir,ne güzel...Ama bu senin bir zamanlar sınıfta bitlendiğin gerçeğini değiştirmez ki!Üstelik hepimiz bitlenmiştik.Bit salgını vardı...Ayrıca hepimizin de sümüğü akardı.Gerçi senin biraz daha fazla akardı...Napimm,sen jiplensen de,cep telefonuna ayrı,normal telefonuna ayrı bakan çifter çifter sekreterin de olsa, benim için hala sümüklü Nejat'sın...Napabilirim ki yanii...Bu gerçeği değiştiremezsin,anılarıma öyle kazınmışsın...
İşte bu ve buna benzer şeylerle karşılaşmamak için Facebook'tan uzak duruyorum...
Neyse konu böcek isimli arkadaşımız vesilesiyle fazla dallandı budaklandı,nerde kalmıştık?Netice itibariyle ben, Facebook'ta yokum arkadaş...Mail adresime ''beni facebook'a eklemişsiniz'' diye hiç ama hiç tanımadığım kişilerden mail geliyorsa bunun anlamı,birinin benim adıma facebook'a üye olduğu mudur?Ve benim mail adresimle mi üye olmuştur?Nasıl oluyor da oluyor?Bunu elbet çözeceğim...Böyle birşey kasıtlı olarak yapılmışsa da yapan kişiyi çok fena marizleyeceğim.Ayrıca doğduğuna pişman olma olasılığı bence %99.9...Şimdiden belirtmekte fayda var...
Belirtildiği gibi,facebook'a üye olmadığımı,adıma yapılmış üyeliklerin de bendeniz olmadığını (bendeniz lafından da hiç hoşlanmam,niye yazdımki ben bu lafı?...) şimdiden ,buradan belirteyim,altını kalın kalın çizeyim istedim.Haydi bakalım,görüşürüz...
Yorum bölümünde böcek isimli bir arkadaş(yüzyıl düşünsem ''böcek isimli bi arkadaş'' diyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi), ''Facebook' a ben de üye değilim,Facebook'a üye olmayanlar bloğu açalım'' diye akıllı bir öneri getirince,konuyu biraz açma gereği duydum.
Ben neden Facebook'a üye olmuyorum?Çünkü,bu kadar birbirine yabancılaşmış,adeta birbiriyle köşekapmaca oynayan insanların,facebook'da eski arkadaş araması bana çok sahte ve çok saçma geliyor.Ben bir arkadaşımı bulmak istersem,zaten arar bulurum.Bu o kadar da zor değil.Bunun için illa ki Facebook'a üye olmam gerekmiyor.Hadi bunu da geçelim,Facebook'a üye olan arkadaşlarımın halini gördükçe,çok eğleniyorum.Şöyle ki,bir arkadaşım,dayısının kızları,amca oğulları,bilumum akrabasıyla,hatta bütün gün birlikte çalıştığı ve az önce servisten inip ayrıldığı iş arkadaşıyla filan Facebook'tan yazıştı yanımda.Zaten iki adım uzak muhitlerde oturuyorlar ve hergün de birbirlerini görüyorlar...''Ya kızım,allah aşkına,telefonla konuşmayı neden denemiyorsun?'' diye sordum.Böyle daha iyi oluyormuş...Enteresan değil mi?
Ayrıca baktım da dayı kızı,düğün fotoğraflarını,yemek fotoğraflarını,mezuniyet fotoğraflarını,ABD'deki gezi fotoğraflarını dayamış Facebook'a...Bununla nasıl bir mesaj verdiğini anlayamadım.Şunu mu demek istiyor acaba?''Hey eski arkadaşlar,bakın ben çok lüks bir otelde evlendim;lüks yerlerde yemek yiyorum;İyi okullarda okudum;nah bu da kep fırlatma törenim;Amerikalara bile gittim.Hey gidi hey...Siz uyuyun daha!...''Mesaj bu mu acaba?İnsan niye bu kadar saçar ki kendini Facebook'larda bu kadar? Ben onun eski arkadaşı olsam,''iyi halt etmişsin!'' derdim.Belki de böyle diyeceğim için eski arkadaşım yok benim...Ühüü ühüüü ühüüü...Halbuki eski arkadaşımı bulsam,onunla çiş yarıştırsak ne de güzel olurdu.
Yine Facebook'tan, bir arkadaşımı, bir zamanlar onunla evlenmek isteyen,ufak yollu flört edip,vazgeçtiği çocuk bulmuş.Ayy bunlar çok sevinmişler.Telefonlar alınmış.Arkadaşım cep numarasından,(dikkatinizi çekerim,cep numarasından) aramış;karşısına çocuğun sekreteri çıkmış.Hadi cep telefonuna sekreter çıkma hadisesini bi tarafa koyalım,telefonda konuşurlarken çocuk lafın arasında özel şoförü olduğunu,arabasının ''jeep'' olduğunu bi punduna getirip söyleyivermiş.Artık o pund nasıl olabiliyor ben de bilmiyorum,belki bu tipler ''Punduna getirme özel teknikleri kursu'' da alıyor olabilirler.Velhasıl,anlaşılan çocuk bu günlerin yıllardır hayalini kuruyormuş;''Bir zamanlar fakir ve onurlu bir genç vardı,o benimm iştee leyynn!İstanbul seni yeneceeğimm!'' gibi bir duygu hali sanırsam.İyi ki varsın,iyi ki doğdun Facebook,yoksa bu tiplerin hali nice olurdu?Yeni hallerini cümle aleme gösteremedikleri,sergileyemedikleri için acaba şişip şişip patlarlar mıydı?
En tilt olduğum eski arkadaş şekli,bir zamanlar birbirimizin kısa pantolonlu,sümüklü hallerimizi bal gibi bildiğimiz halde,sanki hayatı boyunca hiç sümüğü akmamış,hiç bitlenmemiş,hiç gaz kaçırmamışcasına karşıma çıkan eski arkadaş halidir.İşte yukarıdaki örnekteki çocuk gibi,sana laf aralarında mal varlığını kaktırır.İyi,olabilir,ne güzel...Ama bu senin bir zamanlar sınıfta bitlendiğin gerçeğini değiştirmez ki!Üstelik hepimiz bitlenmiştik.Bit salgını vardı...Ayrıca hepimizin de sümüğü akardı.Gerçi senin biraz daha fazla akardı...Napimm,sen jiplensen de,cep telefonuna ayrı,normal telefonuna ayrı bakan çifter çifter sekreterin de olsa, benim için hala sümüklü Nejat'sın...Napabilirim ki yanii...Bu gerçeği değiştiremezsin,anılarıma öyle kazınmışsın...
İşte bu ve buna benzer şeylerle karşılaşmamak için Facebook'tan uzak duruyorum...
Neyse konu böcek isimli arkadaşımız vesilesiyle fazla dallandı budaklandı,nerde kalmıştık?Netice itibariyle ben, Facebook'ta yokum arkadaş...Mail adresime ''beni facebook'a eklemişsiniz'' diye hiç ama hiç tanımadığım kişilerden mail geliyorsa bunun anlamı,birinin benim adıma facebook'a üye olduğu mudur?Ve benim mail adresimle mi üye olmuştur?Nasıl oluyor da oluyor?Bunu elbet çözeceğim...Böyle birşey kasıtlı olarak yapılmışsa da yapan kişiyi çok fena marizleyeceğim.Ayrıca doğduğuna pişman olma olasılığı bence %99.9...Şimdiden belirtmekte fayda var...
Belirtildiği gibi,facebook'a üye olmadığımı,adıma yapılmış üyeliklerin de bendeniz olmadığını (bendeniz lafından da hiç hoşlanmam,niye yazdımki ben bu lafı?...) şimdiden ,buradan belirteyim,altını kalın kalın çizeyim istedim.Haydi bakalım,görüşürüz...
11 Kasım 2008 Salı
Demedim tabii...
Hamit'in günlüğünden...
''Sevgili günlük,son günlerde sürekli iş ilanlarına bakıyorum.Çalışmam ve tek başıma ayaklarım üzerinde durmam lazım.Hiç kimseye muhtaç olmamam ,ağız eğmemem,alabildiğine özgür olmam lazım...
Ama sevgili günlük ,iş ilanlarına bakıyorum da hep ingilizce,hep ingilizce...Mıçtığımın iş ilanlarında mesela ,''Woven fit Technician'' diye birini,bişeyi arıyorlar.Bu nedir,necidir,neyin açılımıdır,neyi anlatmaktadır?Bu ''woven fit technician'' ,ne yer ,ne içer itoğlu it? bilmiyorum.Açsam sözlüğü,baksam,öğreneceğim.Ama öyle tepki doluyum ki sözlüğün de ta ..ına koymak geliyor içimden.Artık, ''Brand Manager'' mi ararsın,''Section Manager'' mi ararsın,''Dötoğludöt Manager'' mi ararsın mıçtığımın ilanlarında!Hatta bu ingilizce sözcüklerle belirledikleri görev tanımını bi yana bırakalım,bütün ilanı komple ingilizce döşüyorlar anasını satiimm.Lan ben sırf kıllığına,sırf züppeliğine yazdığınız bu komple ingilizce ilanı okusam,okuyabilsem,sizin gibi özentililerin yanında çalışıp da ne ezim ezim ezileceğim laynn dingiller!Gider Harward'da Profesör olurum daha iyi!En azından sosyal güvencelerim olur.En azından kaşıma,gözüme bakılıp,psikopat histerilerle manalar çıkarılacağına, yaptığım işe bakılır.Ne diye sizin o kokuşmuş,özentili ağzınızın iki dudağı arasında,yaşayayım düdükler!...
Yok...yok...Aslında ağzım bozuk değildir.Hiç küfür etmem...Bugüne kadar ''döt'' olmadıktan sonra hiç bi insan evladını kırmamışımdır...Ama''döt'' olursa o ayrı.O zaman ona ''döt'' olduğunu bir şekilde izah ederim...Ama bu ipne ilanlar ve bu ipne ilanları veren ipneler delirttiler beni sevgili günlük!Onlara ''ipnesunuz lan siz!'' demeyi çok istiyorum.Ama bir ipneye ,ipnesin sen denmiyor ki!Zaten İpne!...E ben de demedim tabii...
Geçen gün bir iş görüşmesine gittim.Bir işe girince ne yapılır?Çalışılır,öyle değil mi?Emek verilir öyle değil mi?Lan beynimle,bileğimle,azmimle çalışacağım...Ama böyle kendini Washington Büyükelçisi sanan,İnsan kaynakları denen o ''Sömürge Cumhuriyeti El Kitabını'' hatmetmiş,iyi mok yemiş;NLP seminerlerinin gediklisi bir döt, geçti karşıma bana da lo lo yapıyor...Üzerimde engin seminer bilgilerini uyguluyor.Yemişim senin kıçı kırık seminer bilgini!Bana da mı lolo lan? diycem...demedim tabii...
Efendim, ben bu işi neden tercih ediyor muşum?Lan neden tercih etmimm?Yaşamam lazım dingildek!Hayallerim var,mesela insanca yaşamak gibi;öyle senin uğruna prostat olduğun cinsten hayaller değil bunlar;marka giyinmek,kalite yerlere takılmak değil benim hayallerim.Hayallerimi gerçekleştirmek için de para kazanmam lazım,sen anlar mısın bundan eşşoleşşek?Ama tabii benden beklenen yanıt şu,''efendim şirketiniz hayallerimi süslüyordu,ayy baktım iş ilanı vermişsiniz,hemen koştum geldim''...Demedim tabii...Kurumsallaşmış bir yerde çalışmak istiyorum dedim...
Efendim daha önce çalıştığım yerlerden neden ayrılmışım?...Gerçekleri yalnızca gerçekleri duymak ister misiniz?Lan bu ülkede adam gibi bir işyeri bulamadım;ya da onlar gibi bukalemun olamadım;kıç yalayamadım;işimi yaptım;ama bu ülkede işini yapanı sevmezler,dışlarlar,ayağını kaydırmak için türlü numaralar yaparlar;ve ne kadar tembel,miskin,işini sevmeyen,bi bok olmayan ama arkası sağlam olanlar varsa onlara da dokunmazlar;bak Meclise!Ne kadar işinde başarılı olamayan varsa ordadır mesela...Bir bak!...Çok çalıştım,yıldızım parlaktı;parlak yıldızları sevmezler bu ülkede...;bir sürü orgazm olamamış,doyumsuz,özentili, adi tipin hışmına uğradım...Gerçeği yalnızca gerçeği duymak istiyor musun?Ahan da bunlardır benim gerçeklerim.Sırf bu sebeplerle oralarda barınamadım ve ayrıldım....demedim tabii...Mesleğimde farklı alanlarda uzmanlaşmak istiyorum,dedim.
Bize soracağınız bir husus var mı dediler;Ulan eşşoleşşekler,bu ilanları ingilizce vermişsiniz,ama arkanızda yüce Atatürk'ün fotoğrafı duruyor.Hani sizi düşmanlardan kurtaran,sömürgeden kurtaran,emperyalistlere yem etmeyen yüce Atatürk'ün...Lan üstelik o da yetmemiş,tam yanına da Hintli, şişko dolandırıcı;ödeyeceğiniz dolarlar karşılığı ''sonsuz dinginlik'' vaadeden kadının fotoğrafını koymuşunuz...Öyle insanlıktan çıkmışsınız ki,Hintli dolandırıcılardan, dolar karşılığı dinginlik umar hale gelmişsiniz.Lan dingildekler,lan adiler,bu ne yaman çelişki?Eyy laikliğin yılmaz savunucuları!Atatürk'le o dolandırıcı Hintli para avcısı kadının fotoğrafını yan yana koyabilecek kadar ahmak beyinliler!Nesiniz lan siz?Bi karar verin!Nesiniz?Memleketin her köşesinde İngilizce konuşulsun istiyorsunuz,hani şu ''memleketin bütün kaleleri zaptedilmiş olabilir'' deki ''harici bedhahlar'' var ya,onlar da şu an ingilizce konuşuyorlar;ya da şöyle söyleyeyim,''memleketin bütün tersanelerini zaptetmiş'' ingilizce ingilizce diye höyküren ''dahili bedhahlar'' var yaa,heh işte,onlar siz oluyorsunuz!Hani şu ,“İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır” sözü var ya,heh işte,orada tam da sizlerden bahsedilmiş.Gençlerin geleceğini bir yabancı dile mahkum eden;erdem,onur,dürüst olmak,çalmamak çırpmamak gibi bütün insana yaraşır iyi nitelikleri bir yana fırlatıp da salt İngilizce üzerine kurulu iş ilanları verenler var ya, lan siz beni işe alsanız nolur,almasanız nolur?Sırf başka kültürlerle kaynaşmak amaçlı öğrenebileceğim ingilizceye bile sizin yüzünüzden tepkiliyim lan!Sizin sülalenize,gelmişinize,geçmişinize...Satılmışlar!...demedim tabii...Yok dedim,size soracağım bir husus yok...
Hava kararmıştı...Dışarı çıktım,otobüs durağına kadar yürüdüm...Beni aradılar mı?Aramadılar tabii dötler!Aramasınlar!
Ben bi karaağaç gölgesi buldum,cebimde akbilim...
Görüşürüz sevgili günlük& Hamit...''
7 Kasım 2008 Cuma
Ezgi Bulimia ile Zifaf Gecesi Porogramı
Seyirci ıslığı ve alkışlarıyla program başlar;
Fiyuuu!Şak şak şak!Cıstak cıstak cıstak...Fonda Barış Manço'nun ''İşte Hendek!İşte deve!Ya atlarsın ya düşersin,baktın olmaz vazgeçersin,zordur almak bizden kızııııı'' şarkısı çalmaktadır.Ses tonu ve konuşma şekli itibarıyla herşeyi ama herşeyi bilen,herşeye ama herşeye muktedir;adeta yaşamın tüm sırlarını çözmüş de nirvanaya ulaşmış misali hayata nanik işareti yapan,dil çıkaran spiker kızımız Ezgi Bulimia, az önce ''sıfır beden ''olmak için yediği ne varsa kusmuş olduğunu hiç belli etmeksizin ,göbek atarak sahneye atar kendini;
''Hey hey hey!...Herkeşee merhaba!..Ohh,yandan,yandan!...Cıstak cıstak!..Evet Sayın seyirciler bir 'Ezgi Bulimia ile Zifaf gecesi' porogramına daha hoşş geldinizzz!''
Seyirci ıslığı ve alkışı basar-Fiyuuuu!Şak şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Herkeşii evlendirecezz!Herkeşiii!Şu kurban olduğumun ülkesinde taş taş üstünde kalmıcak,evlenmedik bir tek kişi bırakmıcazz sayın seyirciler!Nerde bi bekar var ,tutcaz kulağından evlendirceezz!...Sloganımız neydiii?''İşte Nikah memurumuz Şerafettin bey!İşte Gerdek odamız!Ya atlarsın ya düşersin, baktın olmaz vazgeçersin, zordur almak bizden kızıııııı!''
Stüdyomuza gelen herkeşi direkt nikahlıyor,gerdeğe sokuyor,kapıda oturup çarşaf bekliyoruz.Gördüğünüz gibi sponsorumuz ''Paktıroğlu Çarşafları'' ile birlikte hiçbir masraftan kaçınmıyoruz.Yeter ki herkeşşş evlensin sayın seyirciler!
Seyirci-Yaşa,varol!Fiyuuuuuuu!Şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Bugünkü ilk zifafistimiz Hüsmen Üzer amca.Porogramımıza Alanya'dan katılıyor,79 yaşında;daha önce 2 kez evlenmiş,ayrılmış.5 çocuğu var.2 adet kışlık,bir adet yazlık dairesi,3 dükkanı ve arabasıyla,50 adet prezervatifi ve emekli maaşı var.Hoşgeldin Hüsmen amca!
-Hoş gördük,hoş gördük!...Kız nerde?
-Oooo Hüsmen amca,dur bakalım,bu ne hız!Ay alemsin ayol!Hihihihihiihihi!
Seyirci-Hahhahahhahhahha!
Ezgi Bulimia-Hüsmen Üzer amca, bize biraz kendinden bahset,ne yersin ne içersin?
Hüsmen Üzer-Valla spiker gız, yemediğim halt kalma...Öhöö,kem küm...Şey ,ben az önce tahliye oldum .Beni çeşitli porogramlara çağırdılar,geçerken bi baktım burda garı ,gız olayları var ,e dedim ,ayağımın tozuynan bu porograma da katılimm bari...
Spikerimiz,sevinçle karışık bir tırsaklıkla,-Aaaa Hüsmen Üzer amca ne iyi yapmışınız.Yalnız,tahliye derken?Nası yani yaa?Ne iş Hüsmen amca?
-Yav tamam,eskiden beridir benim idollerim ''tecavüzcü Coşkun'',''Nuri Alço'',''Parçala beni Behçet''ti ama valla da billa da iftira ediler bana spiker gız?Senin yaş gaç?Gerçi sen bayağı bi iri kemiklisin,gart gözüküyon,bi çıtırlığın galmamış,tohuma gaçmışın sen ama...
-Ayy Hüsmen amca da bayağı bi esprili di mi sayın seyirciler?Hihihihihihihiih,hih....Hüsmen amca diyorum ki bu tahliye işi de ne?
-Yavv 14 yaşında bi gız varıdı,neymiş efendim ben ona tecavüz etmişim de fasa fiso...Yavv ne tecavüz edecem?Bizim inançlarımıza göre aklı baliğ olan, regl olan bir gız artık reşittir, bana göre bir tek hakikat vardır;Allahın kitabı ,Resulullah'ın sünneti gerisi fasa fiso...
Ezgi Bulimia-Yaşa Bravo Hüsmen amca!Bravo!Elhamdülillah hepimiz müslümanız!
Seyirci basar ıslığı,basar alkışı-Fuuuyyiiiiii!Şaş şak şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Eeee,sonra ne oldu Hüsmen Üzer amca?Gelemedin şu tahliye konusuna bi türlü?Alemsin valla,hihihiihiihiihihihi!
Hüsmen Üzer-Eeee ne olacak gız!Adli tıp,bu gızın ruh ve beden sağlığının bozulmadığına dair raporu dayadı.Bazıları car car car hala ötüyo,neymiş bu gız daha önceki ifadesinde ''Hüsmen Üzer'in edep yerlerimi öptüğü ilişkilerden sonra hep ağlardım'' demiş.Bak sen densize!E ben sanki bunu dövmüşüm?Sanki bunu pataklamışım?Benim suçum öpmek!Alla alla!...Bunun neresi kötü?Neresi suç?Nalet olsun içimdeki çocuk sevgisine!Tövbe tövbe!Ben bir tek Yüce Allahın kitabını tanırım gız!Ya Allah bismillah allahuekber! Yat kalk, yat kalk geber!
Ezgi Bulimia-Amaann Hüsmen amca takma kafana,boş ver be!Biz reklam gelirlerimize... ay pardon işimize bakalım.Ne demiştik,'herkeşş evlenecek!'...Herkeş!Evlenmedik kimse kalmayacak!Şimdi Hüsmen amcanın huyu huyuna uygun,yaşı yaşına uygun bayan zifafistimiz geliy...
Hüsmen Üzer-Neee?Yaşı yaşıma uygun mu?
Ezgi Bulimia-Evet Hüsmen amca,Nazlı hanım da 76 yaşında ve bunca yıl adam gibi bir adam bulamamış,tek istediği adam gibi bi adam valla...Başka da bişi istemiyoo...
Hüsmen Üzer-Yok yaaa,daha neler!Benim 76 yaşındaki bir kartaloşla ne işim olacak gız?Ben ömrü hayatımda 15'in üzerine çıkmamışım beee!Allan tohuma gaçmış büzük garısından bana ne!Gutuyu açacam ben...Özellikle 13-14'lük gutu tercihimdir.
Ezgi Bulimia-Ay bu kutu,mutu diyor ayol!Acun'un porogramı sandı bu burayı...Son kararın mı?İstersen bankayı da arayalım,hihohahahhahhah!...
Hüsmen Üzer-Bana bak sıska eşek kılıklı garı,sen benle dalga mı geçiyon gız?Ben vaktiyle gazeteci vurmuş adamım!Mıhlarım seni bak yere!
Ezgi Bulimia-Aaaa sayın seyirciler,bakın Hüsmen amca gazeteci vurmuş !Ne kadar farklı biri,ne kadar adam gibi adam biri öyle değil mi?Alkışlayalım Hüsmen amcayı...Aaaaa bayıldım ben bu Hüsmen amcaya ayol!
Seyirci çılgınca alkışlamaya başlar,ıslık da cabası-Fiyuuuuuu!Yaşa varol!Bravo!
Hüsmen Üzer-Sağolun,sağolun!Allahın selamı üzerinize olsun!Sağolun var olun!Şimdi spiker gız,biliyon bende tükkan çok.İdealim şudur;Bi dene tükkanı ,anaokulu yapacam.Bu raporu viren Adli Tıpçılar var ya, onların çocuklarıyla ,he bir de eksik olmasın basında bu konuyla alakalı olarak bana arka çıkıp ''ağbi'' diyenlerin çocukları için özel anaokulu açacam.Göndersinler yavrucuklarını anaokuluma.Müdürümüz de Müslüm Gündüz olacak.Çok hakikatli kişidir Müslüm Gündüz.Onun da günahını aldılar.Anaokulu Öğretmeni olarak da Fadime Şahin'i düşünüyom...Hiçç ölee para pul da istemiyom,nalet olsun içimdeki çocuk sevgisine be!
Ezgi Bulimia-Ayy Hüsmen amca valla gözlerim yaşardı,çok duygulandım yaa....İşte sayın seyirciler adam gibi adam!İşte bu!Alkış!Alkış!
Seyirci elleri patlarcasına alkışlar,ıslık gırla gider-Yaşa! Varol!....Fiyuuuuuu!Fiyuuuuuu!
Şizofren(Çok kişilikli mizah dergisi)/5.11.2008-3.sayı
Fiyuuu!Şak şak şak!Cıstak cıstak cıstak...Fonda Barış Manço'nun ''İşte Hendek!İşte deve!Ya atlarsın ya düşersin,baktın olmaz vazgeçersin,zordur almak bizden kızııııı'' şarkısı çalmaktadır.Ses tonu ve konuşma şekli itibarıyla herşeyi ama herşeyi bilen,herşeye ama herşeye muktedir;adeta yaşamın tüm sırlarını çözmüş de nirvanaya ulaşmış misali hayata nanik işareti yapan,dil çıkaran spiker kızımız Ezgi Bulimia, az önce ''sıfır beden ''olmak için yediği ne varsa kusmuş olduğunu hiç belli etmeksizin ,göbek atarak sahneye atar kendini;
''Hey hey hey!...Herkeşee merhaba!..Ohh,yandan,yandan!...Cıstak cıstak!..Evet Sayın seyirciler bir 'Ezgi Bulimia ile Zifaf gecesi' porogramına daha hoşş geldinizzz!''
Seyirci ıslığı ve alkışı basar-Fiyuuuu!Şak şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Herkeşii evlendirecezz!Herkeşiii!Şu kurban olduğumun ülkesinde taş taş üstünde kalmıcak,evlenmedik bir tek kişi bırakmıcazz sayın seyirciler!Nerde bi bekar var ,tutcaz kulağından evlendirceezz!...Sloganımız neydiii?''İşte Nikah memurumuz Şerafettin bey!İşte Gerdek odamız!Ya atlarsın ya düşersin, baktın olmaz vazgeçersin, zordur almak bizden kızıııııı!''
Stüdyomuza gelen herkeşi direkt nikahlıyor,gerdeğe sokuyor,kapıda oturup çarşaf bekliyoruz.Gördüğünüz gibi sponsorumuz ''Paktıroğlu Çarşafları'' ile birlikte hiçbir masraftan kaçınmıyoruz.Yeter ki herkeşşş evlensin sayın seyirciler!
Seyirci-Yaşa,varol!Fiyuuuuuuu!Şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Bugünkü ilk zifafistimiz Hüsmen Üzer amca.Porogramımıza Alanya'dan katılıyor,79 yaşında;daha önce 2 kez evlenmiş,ayrılmış.5 çocuğu var.2 adet kışlık,bir adet yazlık dairesi,3 dükkanı ve arabasıyla,50 adet prezervatifi ve emekli maaşı var.Hoşgeldin Hüsmen amca!
-Hoş gördük,hoş gördük!...Kız nerde?
-Oooo Hüsmen amca,dur bakalım,bu ne hız!Ay alemsin ayol!Hihihihihiihihi!
Seyirci-Hahhahahhahhahha!
Ezgi Bulimia-Hüsmen Üzer amca, bize biraz kendinden bahset,ne yersin ne içersin?
Hüsmen Üzer-Valla spiker gız, yemediğim halt kalma...Öhöö,kem küm...Şey ,ben az önce tahliye oldum .Beni çeşitli porogramlara çağırdılar,geçerken bi baktım burda garı ,gız olayları var ,e dedim ,ayağımın tozuynan bu porograma da katılimm bari...
Spikerimiz,sevinçle karışık bir tırsaklıkla,-Aaaa Hüsmen Üzer amca ne iyi yapmışınız.Yalnız,tahliye derken?Nası yani yaa?Ne iş Hüsmen amca?
-Yav tamam,eskiden beridir benim idollerim ''tecavüzcü Coşkun'',''Nuri Alço'',''Parçala beni Behçet''ti ama valla da billa da iftira ediler bana spiker gız?Senin yaş gaç?Gerçi sen bayağı bi iri kemiklisin,gart gözüküyon,bi çıtırlığın galmamış,tohuma gaçmışın sen ama...
-Ayy Hüsmen amca da bayağı bi esprili di mi sayın seyirciler?Hihihihihihihiih,hih....Hüsmen amca diyorum ki bu tahliye işi de ne?
-Yavv 14 yaşında bi gız varıdı,neymiş efendim ben ona tecavüz etmişim de fasa fiso...Yavv ne tecavüz edecem?Bizim inançlarımıza göre aklı baliğ olan, regl olan bir gız artık reşittir, bana göre bir tek hakikat vardır;Allahın kitabı ,Resulullah'ın sünneti gerisi fasa fiso...
Ezgi Bulimia-Yaşa Bravo Hüsmen amca!Bravo!Elhamdülillah hepimiz müslümanız!
Seyirci basar ıslığı,basar alkışı-Fuuuyyiiiiii!Şaş şak şak şak şak!
Ezgi Bulimia-Eeee,sonra ne oldu Hüsmen Üzer amca?Gelemedin şu tahliye konusuna bi türlü?Alemsin valla,hihihiihiihiihihihi!
Hüsmen Üzer-Eeee ne olacak gız!Adli tıp,bu gızın ruh ve beden sağlığının bozulmadığına dair raporu dayadı.Bazıları car car car hala ötüyo,neymiş bu gız daha önceki ifadesinde ''Hüsmen Üzer'in edep yerlerimi öptüğü ilişkilerden sonra hep ağlardım'' demiş.Bak sen densize!E ben sanki bunu dövmüşüm?Sanki bunu pataklamışım?Benim suçum öpmek!Alla alla!...Bunun neresi kötü?Neresi suç?Nalet olsun içimdeki çocuk sevgisine!Tövbe tövbe!Ben bir tek Yüce Allahın kitabını tanırım gız!Ya Allah bismillah allahuekber! Yat kalk, yat kalk geber!
Ezgi Bulimia-Amaann Hüsmen amca takma kafana,boş ver be!Biz reklam gelirlerimize... ay pardon işimize bakalım.Ne demiştik,'herkeşş evlenecek!'...Herkeş!Evlenmedik kimse kalmayacak!Şimdi Hüsmen amcanın huyu huyuna uygun,yaşı yaşına uygun bayan zifafistimiz geliy...
Hüsmen Üzer-Neee?Yaşı yaşıma uygun mu?
Ezgi Bulimia-Evet Hüsmen amca,Nazlı hanım da 76 yaşında ve bunca yıl adam gibi bir adam bulamamış,tek istediği adam gibi bi adam valla...Başka da bişi istemiyoo...
Hüsmen Üzer-Yok yaaa,daha neler!Benim 76 yaşındaki bir kartaloşla ne işim olacak gız?Ben ömrü hayatımda 15'in üzerine çıkmamışım beee!Allan tohuma gaçmış büzük garısından bana ne!Gutuyu açacam ben...Özellikle 13-14'lük gutu tercihimdir.
Ezgi Bulimia-Ay bu kutu,mutu diyor ayol!Acun'un porogramı sandı bu burayı...Son kararın mı?İstersen bankayı da arayalım,hihohahahhahhah!...
Hüsmen Üzer-Bana bak sıska eşek kılıklı garı,sen benle dalga mı geçiyon gız?Ben vaktiyle gazeteci vurmuş adamım!Mıhlarım seni bak yere!
Ezgi Bulimia-Aaaa sayın seyirciler,bakın Hüsmen amca gazeteci vurmuş !Ne kadar farklı biri,ne kadar adam gibi adam biri öyle değil mi?Alkışlayalım Hüsmen amcayı...Aaaaa bayıldım ben bu Hüsmen amcaya ayol!
Seyirci çılgınca alkışlamaya başlar,ıslık da cabası-Fiyuuuuuu!Yaşa varol!Bravo!
Hüsmen Üzer-Sağolun,sağolun!Allahın selamı üzerinize olsun!Sağolun var olun!Şimdi spiker gız,biliyon bende tükkan çok.İdealim şudur;Bi dene tükkanı ,anaokulu yapacam.Bu raporu viren Adli Tıpçılar var ya, onların çocuklarıyla ,he bir de eksik olmasın basında bu konuyla alakalı olarak bana arka çıkıp ''ağbi'' diyenlerin çocukları için özel anaokulu açacam.Göndersinler yavrucuklarını anaokuluma.Müdürümüz de Müslüm Gündüz olacak.Çok hakikatli kişidir Müslüm Gündüz.Onun da günahını aldılar.Anaokulu Öğretmeni olarak da Fadime Şahin'i düşünüyom...Hiçç ölee para pul da istemiyom,nalet olsun içimdeki çocuk sevgisine be!
Ezgi Bulimia-Ayy Hüsmen amca valla gözlerim yaşardı,çok duygulandım yaa....İşte sayın seyirciler adam gibi adam!İşte bu!Alkış!Alkış!
Seyirci elleri patlarcasına alkışlar,ıslık gırla gider-Yaşa! Varol!....Fiyuuuuuu!Fiyuuuuuu!
Şizofren(Çok kişilikli mizah dergisi)/5.11.2008-3.sayı
22 Ekim 2008 Çarşamba
Naeksik etek...
Çok taze bir alışveriş anısı sunayım,şööylee;
Datça'da böyle bürümcük, mürümcük, şıfırık, mıfırık elbise,etek, bluz satan bir yer vardı sahilde. Ve sanırım bir tek de orası var... Neyse ben girdim dükkana,geziniyorum. Siyah ve çok orjinal bir etek gördüm ama yanında bir karı koca duruyordu. Kadın kocasına eteği gösterip - bu bizim kızın tarzı dedi. Adam belliki bıkkın, karıdan geçmiş, hiç oralı bile olmadı. Kadın eminim içinden - lanet herif,sen hep böylesindir zaten,demiştir. Neyse bunlar eteği almadılar. Ben de derin bir ohh çektim. Asayiş berkemal olduğundan ve nasıl olsa o etek orada durduğundan başka şeylere de bakıniimm dedim. Anam ben başka bişilere yönelmişken dükkana sarışın bir kız girdi ve direkt o siyah eteğe yöneldi. O caf caflı dükkana sanki sadece o eteği almak için gönderilmiş özel bir görevliydi... Eline aldı eteği,satıcı kadına fiyat filan sordu. Ben,tamam ya,gidiyor canım etek dedim. Ama kız bir an durdu ve sanırım o da benim gibi '' başka şeylere de bakimm,nasılsa döner,alırım eteği diye düşündü.'' E tabii hayatının hatasını yaptı. O eteği bırakır bırakmaz,kendimi eteğin olduğu yere ışınladım. Fakat kız da derhal geldi başıma. Etek benim elimdeydi,imkan olsa elimdeki eteği çekerek beni yerde sürüklerdi ama işte imkan dahilinde değildi. O sırada yanımızdan geçen satıcı kadına, içinde bulunduğum suçluluk duygusuyla hayatımda hiç bir satıcıya sormadığım bir soruyu yalvaran bir ses tonuyla sordum ;'' bu eteği alabilir miyim acaba? ''... Soruya bak! Saçma sapan, abık sıbık,ezik mi ezik... Satıcı kadın da şaşırdı,'' tabiiki alabilirsiniz'' dedi şaşkınlıkla. O esnada başımızda duran sarışın kızın yüzüne hiç bakmadım, sadece homurtulu ve dişlerinin arasından gelen bir ses tonuyla '' herhalde bu etekten bir tane daha vardır '' dediğini duyar gibi oldum. Ama gerçekten o anda onun psikolojik durumuyla ilgilenecek durumda değildim. Hayatımı o etekle paylaşmak ve o etekle yaşlanmak istiyordum. Parayı nasıl verdiğimi ve o dükkandan nasıl çıktığımı bilmiyorum.
Datça'da böyle bürümcük, mürümcük, şıfırık, mıfırık elbise,etek, bluz satan bir yer vardı sahilde. Ve sanırım bir tek de orası var... Neyse ben girdim dükkana,geziniyorum. Siyah ve çok orjinal bir etek gördüm ama yanında bir karı koca duruyordu. Kadın kocasına eteği gösterip - bu bizim kızın tarzı dedi. Adam belliki bıkkın, karıdan geçmiş, hiç oralı bile olmadı. Kadın eminim içinden - lanet herif,sen hep böylesindir zaten,demiştir. Neyse bunlar eteği almadılar. Ben de derin bir ohh çektim. Asayiş berkemal olduğundan ve nasıl olsa o etek orada durduğundan başka şeylere de bakıniimm dedim. Anam ben başka bişilere yönelmişken dükkana sarışın bir kız girdi ve direkt o siyah eteğe yöneldi. O caf caflı dükkana sanki sadece o eteği almak için gönderilmiş özel bir görevliydi... Eline aldı eteği,satıcı kadına fiyat filan sordu. Ben,tamam ya,gidiyor canım etek dedim. Ama kız bir an durdu ve sanırım o da benim gibi '' başka şeylere de bakimm,nasılsa döner,alırım eteği diye düşündü.'' E tabii hayatının hatasını yaptı. O eteği bırakır bırakmaz,kendimi eteğin olduğu yere ışınladım. Fakat kız da derhal geldi başıma. Etek benim elimdeydi,imkan olsa elimdeki eteği çekerek beni yerde sürüklerdi ama işte imkan dahilinde değildi. O sırada yanımızdan geçen satıcı kadına, içinde bulunduğum suçluluk duygusuyla hayatımda hiç bir satıcıya sormadığım bir soruyu yalvaran bir ses tonuyla sordum ;'' bu eteği alabilir miyim acaba? ''... Soruya bak! Saçma sapan, abık sıbık,ezik mi ezik... Satıcı kadın da şaşırdı,'' tabiiki alabilirsiniz'' dedi şaşkınlıkla. O esnada başımızda duran sarışın kızın yüzüne hiç bakmadım, sadece homurtulu ve dişlerinin arasından gelen bir ses tonuyla '' herhalde bu etekten bir tane daha vardır '' dediğini duyar gibi oldum. Ama gerçekten o anda onun psikolojik durumuyla ilgilenecek durumda değildim. Hayatımı o etekle paylaşmak ve o etekle yaşlanmak istiyordum. Parayı nasıl verdiğimi ve o dükkandan nasıl çıktığımı bilmiyorum.
10 Ekim 2008 Cuma
Komik!...
Bazen…Yok yok çoğu zaman,bu ülkede…Ya da sıklıkla,hemen hemen hergün okuduğunuz bir yazıdan,seyrettiğiniz haberlerden;ne bileyim, herhangi bir faturanızı yatırırken,ya da bir çay bahçesinde yan masanızda konuşulanlardan…aslında her şeyden bunaldığınız;hem böyle farklı bir ülkede doğmuş olmaktan garip bir hüzünle karışık,mazoşistçe bir mutluluk duyarak,başka bir ülkede yaşasaydınız rahatlıktan da sıkılacağınızı düşünüp,kendinizi avuttuğunuz;hem de bu ülkede doğmuş olmanın hezimeti altında ezildiğiniz oluyor mu?
Bende bu çok fazla oluyor…Ya da keyif almak,mutluluğun tanımını yazı yazmakta bulduğunuz halde,yazı yazmanın bile zul haline getirildiğini;net denen ortamda yazı yazdığınız için bilmem kaç tane güzel insanla dostluk kurduğunuz gibi,bilmem kaç tane kompleksli insana karşı savunma durumuna geçtiğinizi gözünüzün önünden geçirince hayretler içinde kaldığınız oluyor mu?Böyle büzülmüş bir halde kendinizi saçma salak savunmalar yaparken bulduğunuz oluyor mu sizinde?
Hiçbir çıkarınız yok oysa…Nette yazı yazarak para kazanmıyorsunuz…Burası vahşi kapitalizmin yaşandığı bir iş yeri de değil…Yani yükselmek için birilerinin sırtına basarak,birilerini ezip geçmeniz filan gerekmiyor.Birilerini gammazlamanız,ispiyonlamanız,saçma sapan,incir çekirdeğini doldurmayan psişik sebeplerle birileriyle didişmeniz de gerekmiyor…Sadece kendi halinizde yazı yazıyorsunuz...Böyle mutlu olduğunuz için…Kiminin mutluluk sebebi 1.500.YTL’lik bir çanta olabiliyorken,kiminin mutluluk anlayışı bir gecede ,bir apartman görevlisinin maaşından fazla parayı su gibi içki ve eğlenceye akıtmakken,sizin mutluluk anlayışınız yazı yazmak üzerine kurulu…Sorununuz teker teker kişiler değil;sistem,hayat…Burada,bu net denen ortamda sadece yazıyorsunuz…Gönülden…Mutluluk bu…Beklenti yok,çıkar,menfaat vs…Hiçbir şey yok…Sadece yazıyorsunuz…
Ama birileri,burda bile,bu düşüncede olsanız bile,geliyor sizinle sürekli bir didişme haline giriyor…Bir cümlenizden ötürü sizden nefret ediyor…Önyargılara kapılıyor…Sizi etiketliyor,hakkınızda inanılmaz hükümler veriyor…Bölüyor,çıkarıyor,topluyor…Yargılıyor…Oysa sizi hiç görmemiş…Mimiklerinizi,gülümsemenizi,ona sıcak bir çay söylemenizi paylaşmamış…Ama size düşman oluyor…Olabiliyor…Hiç tanımadığı biri için,kendince fikirler geliştirip,kar topu gibi kötü fikirleri toplayıp,biriktiriyor…
Ya da kimisi de sizin hakkınızda böyle tonlarca olumsuz fikirlerle birikmişken,başka bir yazınızdan veya sizinle herhangi bir iletişim sonucu,yine sizi hiç görmeden ,fikrini değiştirip,bu sefer de dostunuz olmaya karar veriyor…Dikkatinizi çekerim;önce nefret,sonra yanlış anladığını,hata ettiğini anlama,sonra dost olma…Tüm bunlar yine karşısındakini hiç görmeden oluşan şeyler…
Aslında ne kadar komik şeyler yaşandığının farkında mısınız?
Bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin,bu gelişmemişliğinin sebeplerinden birinin de ‘’önyargı’’ denen şey olduğunun farkında mısınız?Üstelik de bu yıkılması güç,saçma kanılara ulaşan kişilerin eğitim,öğretim durumlarıyla bunun hiç alakalı olmadığını;isterse master üstüne master yapmış olsun,önyargılarla dolu,gelişmeye sürekli ket vuran beyinlerle dolu bir ülkede yaşadığımızın farkında mısınız?
Çok geri bir eğitim sistemine sahip olduğumuzu ve isterse özelin en özeli okulda okunsa bile,en harika fakülteler bitirilse bile hala hiç tanımadığımız insanları ne şekilde yargılayan beyin yapılarıyla karşılaştığımızı görebiliyor musunuz?
İnsan hakları,özgürlükler,eşitlik,adalet diyen dillerin,hiç ama hiç tanımadığı insanları çok küçük verilerle ne biçim yargıladığını bu ülkede ne kadar çok gözlemlediğinizin farkında mısınız?
Ha beni yanlış anlamayın sakın!Ben bazıları gibi ‘’hepimiz pisliğiz’’ yazısı yazmıyorum…Hepimiz pislik değiliz…Pek çoğumuz,çocuklar ölürken,kulaklarımızı tıkayıp golf oynamayız;pek çoğumuz birilerinin evi yakılırken,’’kimse bizim evimizi yakmıyor,bana ne?’’ demeyecek kadar başkalarının acılarını içselleştirebiliyoruz…’’Hiç birimiz masum değiliz’’ yazısı da değil bu…Çünkü ben,pek çoğumuzun,masum olduğunu düşünüyorum…Sürekli kendimizi suçlayarak,sistemi sorgulamaktan uzaklaştırılan insanlar haline getirilmeye çalışılmasına karşı durulmasından yanayım…Çünkü pek çoğumuz,hem de pek çoğumuz,kimseye işkence yapıp da dışkı yedirmeyiz…Ya da köylüleri alıp götürüp,uçaktan atıp,beynini kurşunlayıp,dere kenarlarında infaz etmeyiz…
Bu vahşeti,bu utancı,bu insanlık suçlarını,’’biz şöyle geriyiz,böyle aptalız;hiçbirimiz masum değiliz;hepimiz pisliğiz’’ diyerek ne ben ne de pek çok kişi üstlenemez…Üstlenmemeli.İnsanları eleştirirken,sistemin insanları bu hale getirdiğini,güvensizleştirdiğini,kendine yabancılaştırdığını;sosyal adaletsizliğin insanları birbirine düşmanlaştırdığını,insanlar arasında uçurumlarla dolu gelir adaletsizliğinin varlığını gözardı etmemeliyiz.Bence farkında olmadan bütün suçları,günahları,kiri pası ''biz'' diye cümleler kuranların yazılarından etkilenerek yükleniyoruz.Çoğu zaman bu şekilde yazılar yazanların bir ‘’pislik’’ olduğunu,hiç de ‘’masum olmadığını’’ düşünüyorum…
Beni bu ülkede boğan şeylerin başında gittiğim,bulunduğum,yer aldığım her ortamda karşıma dikilen o bildik ,yıkılması,parçalanması zor duvar;Önyargı…Yargılar...İlla olumsuz yargılar biriktirmesi gereken bir kumbara gibi çoğu insan...O kumbaradan dökülen duygular size çok kötü geri dönebiliyor...
Kendi kendine söylenerek sığındığın iç seslerinle dolu yazılar yazarken,hiçbir menfaat gütmediğin bu net denen yerde bile,nasıl oluyor da gelip buluyor seni egolar?Önyargılar?Olumsuz yargılar?
Şaşırdığım bu…
Bir arkadaşıma sordum bu soruyu ,‘’popülerlik savaşı yapılıyor’’ dedi…
Gerçekten böyle mi acaba?
Neye popülerlik?Kime popülerlik?Bu neyin yarışı?
Komik!
Bende bu çok fazla oluyor…Ya da keyif almak,mutluluğun tanımını yazı yazmakta bulduğunuz halde,yazı yazmanın bile zul haline getirildiğini;net denen ortamda yazı yazdığınız için bilmem kaç tane güzel insanla dostluk kurduğunuz gibi,bilmem kaç tane kompleksli insana karşı savunma durumuna geçtiğinizi gözünüzün önünden geçirince hayretler içinde kaldığınız oluyor mu?Böyle büzülmüş bir halde kendinizi saçma salak savunmalar yaparken bulduğunuz oluyor mu sizinde?
Hiçbir çıkarınız yok oysa…Nette yazı yazarak para kazanmıyorsunuz…Burası vahşi kapitalizmin yaşandığı bir iş yeri de değil…Yani yükselmek için birilerinin sırtına basarak,birilerini ezip geçmeniz filan gerekmiyor.Birilerini gammazlamanız,ispiyonlamanız,saçma sapan,incir çekirdeğini doldurmayan psişik sebeplerle birileriyle didişmeniz de gerekmiyor…Sadece kendi halinizde yazı yazıyorsunuz...Böyle mutlu olduğunuz için…Kiminin mutluluk sebebi 1.500.YTL’lik bir çanta olabiliyorken,kiminin mutluluk anlayışı bir gecede ,bir apartman görevlisinin maaşından fazla parayı su gibi içki ve eğlenceye akıtmakken,sizin mutluluk anlayışınız yazı yazmak üzerine kurulu…Sorununuz teker teker kişiler değil;sistem,hayat…Burada,bu net denen ortamda sadece yazıyorsunuz…Gönülden…Mutluluk bu…Beklenti yok,çıkar,menfaat vs…Hiçbir şey yok…Sadece yazıyorsunuz…
Ama birileri,burda bile,bu düşüncede olsanız bile,geliyor sizinle sürekli bir didişme haline giriyor…Bir cümlenizden ötürü sizden nefret ediyor…Önyargılara kapılıyor…Sizi etiketliyor,hakkınızda inanılmaz hükümler veriyor…Bölüyor,çıkarıyor,topluyor…Yargılıyor…Oysa sizi hiç görmemiş…Mimiklerinizi,gülümsemenizi,ona sıcak bir çay söylemenizi paylaşmamış…Ama size düşman oluyor…Olabiliyor…Hiç tanımadığı biri için,kendince fikirler geliştirip,kar topu gibi kötü fikirleri toplayıp,biriktiriyor…
Ya da kimisi de sizin hakkınızda böyle tonlarca olumsuz fikirlerle birikmişken,başka bir yazınızdan veya sizinle herhangi bir iletişim sonucu,yine sizi hiç görmeden ,fikrini değiştirip,bu sefer de dostunuz olmaya karar veriyor…Dikkatinizi çekerim;önce nefret,sonra yanlış anladığını,hata ettiğini anlama,sonra dost olma…Tüm bunlar yine karşısındakini hiç görmeden oluşan şeyler…
Aslında ne kadar komik şeyler yaşandığının farkında mısınız?
Bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin,bu gelişmemişliğinin sebeplerinden birinin de ‘’önyargı’’ denen şey olduğunun farkında mısınız?Üstelik de bu yıkılması güç,saçma kanılara ulaşan kişilerin eğitim,öğretim durumlarıyla bunun hiç alakalı olmadığını;isterse master üstüne master yapmış olsun,önyargılarla dolu,gelişmeye sürekli ket vuran beyinlerle dolu bir ülkede yaşadığımızın farkında mısınız?
Çok geri bir eğitim sistemine sahip olduğumuzu ve isterse özelin en özeli okulda okunsa bile,en harika fakülteler bitirilse bile hala hiç tanımadığımız insanları ne şekilde yargılayan beyin yapılarıyla karşılaştığımızı görebiliyor musunuz?
İnsan hakları,özgürlükler,eşitlik,adalet diyen dillerin,hiç ama hiç tanımadığı insanları çok küçük verilerle ne biçim yargıladığını bu ülkede ne kadar çok gözlemlediğinizin farkında mısınız?
Ha beni yanlış anlamayın sakın!Ben bazıları gibi ‘’hepimiz pisliğiz’’ yazısı yazmıyorum…Hepimiz pislik değiliz…Pek çoğumuz,çocuklar ölürken,kulaklarımızı tıkayıp golf oynamayız;pek çoğumuz birilerinin evi yakılırken,’’kimse bizim evimizi yakmıyor,bana ne?’’ demeyecek kadar başkalarının acılarını içselleştirebiliyoruz…’’Hiç birimiz masum değiliz’’ yazısı da değil bu…Çünkü ben,pek çoğumuzun,masum olduğunu düşünüyorum…Sürekli kendimizi suçlayarak,sistemi sorgulamaktan uzaklaştırılan insanlar haline getirilmeye çalışılmasına karşı durulmasından yanayım…Çünkü pek çoğumuz,hem de pek çoğumuz,kimseye işkence yapıp da dışkı yedirmeyiz…Ya da köylüleri alıp götürüp,uçaktan atıp,beynini kurşunlayıp,dere kenarlarında infaz etmeyiz…
Bu vahşeti,bu utancı,bu insanlık suçlarını,’’biz şöyle geriyiz,böyle aptalız;hiçbirimiz masum değiliz;hepimiz pisliğiz’’ diyerek ne ben ne de pek çok kişi üstlenemez…Üstlenmemeli.İnsanları eleştirirken,sistemin insanları bu hale getirdiğini,güvensizleştirdiğini,kendine yabancılaştırdığını;sosyal adaletsizliğin insanları birbirine düşmanlaştırdığını,insanlar arasında uçurumlarla dolu gelir adaletsizliğinin varlığını gözardı etmemeliyiz.Bence farkında olmadan bütün suçları,günahları,kiri pası ''biz'' diye cümleler kuranların yazılarından etkilenerek yükleniyoruz.Çoğu zaman bu şekilde yazılar yazanların bir ‘’pislik’’ olduğunu,hiç de ‘’masum olmadığını’’ düşünüyorum…
Beni bu ülkede boğan şeylerin başında gittiğim,bulunduğum,yer aldığım her ortamda karşıma dikilen o bildik ,yıkılması,parçalanması zor duvar;Önyargı…Yargılar...İlla olumsuz yargılar biriktirmesi gereken bir kumbara gibi çoğu insan...O kumbaradan dökülen duygular size çok kötü geri dönebiliyor...
Kendi kendine söylenerek sığındığın iç seslerinle dolu yazılar yazarken,hiçbir menfaat gütmediğin bu net denen yerde bile,nasıl oluyor da gelip buluyor seni egolar?Önyargılar?Olumsuz yargılar?
Şaşırdığım bu…
Bir arkadaşıma sordum bu soruyu ,‘’popülerlik savaşı yapılıyor’’ dedi…
Gerçekten böyle mi acaba?
Neye popülerlik?Kime popülerlik?Bu neyin yarışı?
Komik!
Ağdacı geldi beyiim!...
Madem burası benim bloğum,madem ben burada duygu ve düşüncelerimi ,sanki neredeyse 25 yıldır yazdığım günlüklerime yazar gibi yazacağım, o zaman bugün çok kıl ,tüy bir konudan bahsetmek istiyor canım…
Dayanamayacağım ve bunu da yazacağım…Allahallah!
Ben sanırım 6-7 yaşlarındaydım…Teyzem ve kalabalık bir güruh olan arkadaşları otururlardı yere,bişiler yaparlardı…Ağda olduğunu öğrendiğim bu şeyin, büyüyüp de kadın olunca benim de yakamı bırakmayacağını nerden bileyim?
Şeker ve suyu karıştırdıkları şerbetten, ağda yapıp bacaklarını falan alan bu sevimli kadınların manzarası, öyle o şerbet gibi şeker de değildi yani…Ahh’lamar,off’lamalar…Arada bir ,birbirlerine takılmalar,gülüşmeler olsa da acı çektikleri her hallerinden belliydi…
E tabii o zamanlar ,güzellik salonları ve kuaförlerde yapılmıyordu bu iş…Sir ağdalar henüz moda değildi…Evlerde yapardı bunu kadınlar.Allah razı olsun bir de çamsakızı denen bişi vardı…Çok da işe yarardı…Plastik kutusunu sıcak suyun içine sokup yumşamasını beklerdin…Sonra,şapa da şupa…Ahh’lar,of’lamalar!Mevsimlerden yazsa eline yapışır,çabuk çürür;kışsa da donar kalırdı…Annem uyanık kadındı ama; o ,nasıl yapıyorsa yapıyor,bu işi iple hallediyordu…Valla bravo…Ben onu hiç beceremedim.
Derken, e biz de büyüdük.İlk önceleri bu ağda yapma işi ,özentili bir uğraştı.Hani büyümüş, genç kız olmuş da ağdalar da yaparmış da tarzı bişeydi....Canın acısa da çaktırmazdın;koltukların, böyle böbürle acı karışımı kabarırdı hindi gibi...
Sonra amaann dedik,’’bununla mı uğraşıcam be!’’ dedik ve saldık çayıra mevlam kayıra..Özellikle de kışları.Sanki bi gören vardı…Amaannn!…
Ama yaz gelince yine mecburduk…Denizi var,plajı var…Olmaz ki;kıllı,tüylü dolaşılmaz ki! Hadi koştur git ağda salonlarına…Orada hiç tanımadığın bir kadının önünde, neredeyse doğum yapar gibi uzan…E biraz mahçubiyet olduğundan da mecburen bir samimiyet geliştir…Çünkü ağdacı kadına, öyle katı ve musubet davranmanın imkan ve ihtimali yok…Acı çekerken bile,duygularının çok pozitif ve yüzünün hep gülümser olması lazım…Valla sana sinir olur da haşırt,huşurt alırsa,hastanelik eder seni alimallah!O kadar basit bir mevzu değil,ağdacı kadınla kuracağın dialog!
Sonra erkek arkadaşlar...Onların kıldan tüyden hoşlanmayışları falan…Hatta birisi ,‘’Ben kadınların bacağına elimi sürünce, böölee sert kıl gelince hiç hoşlanmıyorum,pürüzsüz seviyorum ben,lazer epilasyon yaptırmanız lazım’’ gibilerinden konuşmuştu benimle de böyle caannkk diye suratına yapıştırmayı çok istesem de şiddete karşı olduğumdan ‘’senin o lazer epilasyonların seansının kaç dolar olduğundan haberin var mı?’’ diye sorup,flörtüz aşamasına geçmeden kendisinin defterini dürmüştüm…
Hayır yani anlamıyorum ki neden nerde kıl tüy durum var biz çekiyoruz yaa?..Neden aslanlar gibi biz de kılımızla tüyümüzle dolaşamıyoruz?Tamam estetik açıdan hoş olmadığını biliyorum,bazı yabancı kadınlarda görüyorum ,gıpta etmekle birlikte gözüme pek de hoş görünmüyor…Ama yine de hiç adilane bir durumda değiliz erkeklerle,bu açıdan da…
Bir erkek arkadaşım anlatmıştı;arkadaşlarıyla iddiaya girmişler bir konuda,kaybedenin sırtı ağda yapılacakmış…Bu benim arkadaş kaybetmiş ve ‘’perişan oldum,gözümden yaş geldi!’’diye duygularını anlatmıştı..O da sadece sırtı yani…Biz ne yapalım?Ölelim mi?
Ahh biz kadınlar var ya biz kadınlar,neler çekiyoruz,kimseler anlamaz bizi!
Aslında itiraf etmek gerekirse bazen içimdeki şeytan şöyle diyor;şimdi bu kadınlara kötü davranan erkekler var ya;hani şiddet uygulayan,taciz eden;ne bileyim,içip içip eve gelip karısını döven;sevgilisini,karısını onunla bununla aldatan…Yani böyle ne kadar hak eden erkek varsa,bunları yatıracaksın yere, bir güzel baştan aşağı ağda yapacaksın!Şapada,şupada…Sadece bir kere!Yeminle söylüyorum eğer bir daha kadın denen bu çileli yaratıklara bir şey yapsınlar ben ellerimi keserim!Yeminle bak!
26.12.2007&0npunto
Dayanamayacağım ve bunu da yazacağım…Allahallah!
Ben sanırım 6-7 yaşlarındaydım…Teyzem ve kalabalık bir güruh olan arkadaşları otururlardı yere,bişiler yaparlardı…Ağda olduğunu öğrendiğim bu şeyin, büyüyüp de kadın olunca benim de yakamı bırakmayacağını nerden bileyim?
Şeker ve suyu karıştırdıkları şerbetten, ağda yapıp bacaklarını falan alan bu sevimli kadınların manzarası, öyle o şerbet gibi şeker de değildi yani…Ahh’lamar,off’lamalar…Arada bir ,birbirlerine takılmalar,gülüşmeler olsa da acı çektikleri her hallerinden belliydi…
E tabii o zamanlar ,güzellik salonları ve kuaförlerde yapılmıyordu bu iş…Sir ağdalar henüz moda değildi…Evlerde yapardı bunu kadınlar.Allah razı olsun bir de çamsakızı denen bişi vardı…Çok da işe yarardı…Plastik kutusunu sıcak suyun içine sokup yumşamasını beklerdin…Sonra,şapa da şupa…Ahh’lar,of’lamalar!Mevsimlerden yazsa eline yapışır,çabuk çürür;kışsa da donar kalırdı…Annem uyanık kadındı ama; o ,nasıl yapıyorsa yapıyor,bu işi iple hallediyordu…Valla bravo…Ben onu hiç beceremedim.
Derken, e biz de büyüdük.İlk önceleri bu ağda yapma işi ,özentili bir uğraştı.Hani büyümüş, genç kız olmuş da ağdalar da yaparmış da tarzı bişeydi....Canın acısa da çaktırmazdın;koltukların, böyle böbürle acı karışımı kabarırdı hindi gibi...
Sonra amaann dedik,’’bununla mı uğraşıcam be!’’ dedik ve saldık çayıra mevlam kayıra..Özellikle de kışları.Sanki bi gören vardı…Amaannn!…
Ama yaz gelince yine mecburduk…Denizi var,plajı var…Olmaz ki;kıllı,tüylü dolaşılmaz ki! Hadi koştur git ağda salonlarına…Orada hiç tanımadığın bir kadının önünde, neredeyse doğum yapar gibi uzan…E biraz mahçubiyet olduğundan da mecburen bir samimiyet geliştir…Çünkü ağdacı kadına, öyle katı ve musubet davranmanın imkan ve ihtimali yok…Acı çekerken bile,duygularının çok pozitif ve yüzünün hep gülümser olması lazım…Valla sana sinir olur da haşırt,huşurt alırsa,hastanelik eder seni alimallah!O kadar basit bir mevzu değil,ağdacı kadınla kuracağın dialog!
Sonra erkek arkadaşlar...Onların kıldan tüyden hoşlanmayışları falan…Hatta birisi ,‘’Ben kadınların bacağına elimi sürünce, böölee sert kıl gelince hiç hoşlanmıyorum,pürüzsüz seviyorum ben,lazer epilasyon yaptırmanız lazım’’ gibilerinden konuşmuştu benimle de böyle caannkk diye suratına yapıştırmayı çok istesem de şiddete karşı olduğumdan ‘’senin o lazer epilasyonların seansının kaç dolar olduğundan haberin var mı?’’ diye sorup,flörtüz aşamasına geçmeden kendisinin defterini dürmüştüm…
Hayır yani anlamıyorum ki neden nerde kıl tüy durum var biz çekiyoruz yaa?..Neden aslanlar gibi biz de kılımızla tüyümüzle dolaşamıyoruz?Tamam estetik açıdan hoş olmadığını biliyorum,bazı yabancı kadınlarda görüyorum ,gıpta etmekle birlikte gözüme pek de hoş görünmüyor…Ama yine de hiç adilane bir durumda değiliz erkeklerle,bu açıdan da…
Bir erkek arkadaşım anlatmıştı;arkadaşlarıyla iddiaya girmişler bir konuda,kaybedenin sırtı ağda yapılacakmış…Bu benim arkadaş kaybetmiş ve ‘’perişan oldum,gözümden yaş geldi!’’diye duygularını anlatmıştı..O da sadece sırtı yani…Biz ne yapalım?Ölelim mi?
Ahh biz kadınlar var ya biz kadınlar,neler çekiyoruz,kimseler anlamaz bizi!
Aslında itiraf etmek gerekirse bazen içimdeki şeytan şöyle diyor;şimdi bu kadınlara kötü davranan erkekler var ya;hani şiddet uygulayan,taciz eden;ne bileyim,içip içip eve gelip karısını döven;sevgilisini,karısını onunla bununla aldatan…Yani böyle ne kadar hak eden erkek varsa,bunları yatıracaksın yere, bir güzel baştan aşağı ağda yapacaksın!Şapada,şupada…Sadece bir kere!Yeminle söylüyorum eğer bir daha kadın denen bu çileli yaratıklara bir şey yapsınlar ben ellerimi keserim!Yeminle bak!
26.12.2007&0npunto
2 Ekim 2008 Perşembe
Sahtekar Leyla
Sahtekar Leyla,Mecnun’un yok senin…
Otur ve yazmaya başla kendi tarihini…
‘’Ben aşık olunca’’ diye başla…Sanki bu, sadece seni sen yapan?…Bu mu?Bu kadar mısın sen?Aşk ve sen?
Oysa birgün, bir caminin önünden geçerken,pahalı arabalar görseydin keşke, caminin önüne park etmiş.Çok zengin biri ölmüştü belli.Taksi şoförü arkadaşların olsaydı.Filozof taksi şoförleri.Kısacık yolculukların filozofu’,’bak,zengin ama ölmüş işte adam’’ deseydi…Heyt be! kime kalmış bu dünya?
Hakkaten hiç düşünüyor musun bir gün herkesin öleceğini?Kimsenin bu dünyaya kazık çakmadığını falan…Senin bile?
Sen,aşktan yanıp tutuşan bir garip zavallı Leyla…Sahtekar Leyla…
Sen hiç halanın torununu yeni görüp de,keman çaldığına yeni şahit olup da hüzünlendin mi bu kadar geç tanımak zorunda kaldığın için? Gözlerindeki karalıkta; tırnaklarında;bembeyaz dişlerinde,ağzında ;bütün bir tarihini gördün mü,görebildin mi acaba bir insanın?
İşine giderken önünden her gün geçtiğin dükkandaki Mustafa amcanın?... Ve o gün vitrinini değiştirdiğinin farkında mısın acaba?
Taraf gazetesini hiç okudun mu?Fellini’nin filmlerini veriyormuş her gün,gazete fiyatına…Kavga ettin mi ,filmleri iç eden gazete bayii ile,sırf bu yüzden?
Hadi bunu da geçelim,Fellini’yi tanıyor musun sahtekar Leyla?
Ya da ne bileyim,kalk şimdi yerinden mesela,o poponu yaydığın ve hiçbir şey ama hiçbir şey yapmadan yalnızca kendinden ibaret sandığın boşluğundan uzat kafanı bir dışarı…Dışarı bak!…Kim ölüyor,kim kalıyor?…Kafanı uzat,kendinden dışarı…Kim yanıyor,kim acıyor?…
Bakkalın var mı senin?Orada çalışan minik çırak çocuğun sana aşık olduğunun farkında mısın?Bir telefonla anında ışınlanıyor mu kapında yeniyetme umutlar?O çocuğun duyguları için bile tasalanmak hiç aklının ucundan geçti mi?Farkında mısın?
Komşun bir göğsünü aldırdı ve kanserden yırttı diye ona ihtimamlı davranmayı,hassas olabilmeyi akıl ettin mi mesela?Tek göğüslü kadın olmanın ne demek olabileceğini, dakikanın 1 salisesi kadar bile düşündün mü?Beyninin lobları ,sen ve o kahrolası aşkından başka bir şey için çalışabildi mi?
‘’Ahh yalnızlığım benim,vah yalnızlığım’’ deyip duruyorsun sahtekar Leyla…
Aşktan başka bir şey yok gibi hayatında?…Sen aşık olabilir misin kendinden başka kimseyi görmüyorsa o arsız gözlerin?
Aşkından gelebilecek bir telefonla hayata dönüp,bir telefonla yıkılabiliyorsa o küçücük hayallerin?
Yoksa sen hep kendinle mi varsın?O,sadece kendinle kuşattığın çemberin?
‘’Bana aşkın gözü kördür’’ deme sakın!
İnsan ,aşık olunca bütün dünyanın başını okşamak ister.
Ya sen sahtekar Leyla?
Hoşçakal!
Ama
kimseyi kandıramazsın!
Kendinden başka.
...........
Not:18.01.2008&0npunto'da yayınlanmıştır.
Otur ve yazmaya başla kendi tarihini…
‘’Ben aşık olunca’’ diye başla…Sanki bu, sadece seni sen yapan?…Bu mu?Bu kadar mısın sen?Aşk ve sen?
Oysa birgün, bir caminin önünden geçerken,pahalı arabalar görseydin keşke, caminin önüne park etmiş.Çok zengin biri ölmüştü belli.Taksi şoförü arkadaşların olsaydı.Filozof taksi şoförleri.Kısacık yolculukların filozofu’,’bak,zengin ama ölmüş işte adam’’ deseydi…Heyt be! kime kalmış bu dünya?
Hakkaten hiç düşünüyor musun bir gün herkesin öleceğini?Kimsenin bu dünyaya kazık çakmadığını falan…Senin bile?
Sen,aşktan yanıp tutuşan bir garip zavallı Leyla…Sahtekar Leyla…
Sen hiç halanın torununu yeni görüp de,keman çaldığına yeni şahit olup da hüzünlendin mi bu kadar geç tanımak zorunda kaldığın için? Gözlerindeki karalıkta; tırnaklarında;bembeyaz dişlerinde,ağzında ;bütün bir tarihini gördün mü,görebildin mi acaba bir insanın?
İşine giderken önünden her gün geçtiğin dükkandaki Mustafa amcanın?... Ve o gün vitrinini değiştirdiğinin farkında mısın acaba?
Taraf gazetesini hiç okudun mu?Fellini’nin filmlerini veriyormuş her gün,gazete fiyatına…Kavga ettin mi ,filmleri iç eden gazete bayii ile,sırf bu yüzden?
Hadi bunu da geçelim,Fellini’yi tanıyor musun sahtekar Leyla?
Ya da ne bileyim,kalk şimdi yerinden mesela,o poponu yaydığın ve hiçbir şey ama hiçbir şey yapmadan yalnızca kendinden ibaret sandığın boşluğundan uzat kafanı bir dışarı…Dışarı bak!…Kim ölüyor,kim kalıyor?…Kafanı uzat,kendinden dışarı…Kim yanıyor,kim acıyor?…
Bakkalın var mı senin?Orada çalışan minik çırak çocuğun sana aşık olduğunun farkında mısın?Bir telefonla anında ışınlanıyor mu kapında yeniyetme umutlar?O çocuğun duyguları için bile tasalanmak hiç aklının ucundan geçti mi?Farkında mısın?
Komşun bir göğsünü aldırdı ve kanserden yırttı diye ona ihtimamlı davranmayı,hassas olabilmeyi akıl ettin mi mesela?Tek göğüslü kadın olmanın ne demek olabileceğini, dakikanın 1 salisesi kadar bile düşündün mü?Beyninin lobları ,sen ve o kahrolası aşkından başka bir şey için çalışabildi mi?
‘’Ahh yalnızlığım benim,vah yalnızlığım’’ deyip duruyorsun sahtekar Leyla…
Aşktan başka bir şey yok gibi hayatında?…Sen aşık olabilir misin kendinden başka kimseyi görmüyorsa o arsız gözlerin?
Aşkından gelebilecek bir telefonla hayata dönüp,bir telefonla yıkılabiliyorsa o küçücük hayallerin?
Yoksa sen hep kendinle mi varsın?O,sadece kendinle kuşattığın çemberin?
‘’Bana aşkın gözü kördür’’ deme sakın!
İnsan ,aşık olunca bütün dünyanın başını okşamak ister.
Ya sen sahtekar Leyla?
Hoşçakal!
Ama
kimseyi kandıramazsın!
Kendinden başka.
...........
Not:18.01.2008&0npunto'da yayınlanmıştır.
29 Eylül 2008 Pazartesi
Hayri ile Seda tanışınca...
Başlığı ,Meg Ryan’la Billy Crystal’ın 1989 yılı yapımı ‘’Harry ile Sally Tanışınca’’ filminden araklayıp, acaba Turkish yorumu nasıl olur diye düşündüm.Türkçeye ‘’Harry ile Sally Karşılaşınca ‘’ diye de çevrilen bu film bayağı eğlenceli bir filmdi .Sally, bir restaurantta ‘’orgazm’’ taklidi yapıyordu diyeyim de herkes anımsasın bari…
Bu filmin bize uyarlanmış halini düşünürsek,bizde bir kadınla bir erkeğin tanışma şekli çok daha başka motiflere bürünüp, gözlemlemesi de bayağı bir eğlenceli oluyor.
Mesela kalabalık alışveriş merkezlerine mecburiyetten gittiğim zamanlar,kahve içilen bir yere sığınıp yan masadakileri çaktırmadan gözlemlemeyi çok severim.Onlar benim öyle kendi halimde etrafı seyreden bir ölümlü olduğumu sansalar da gerçek hiç de böyle değil aslında.Özellikle de çiftleri çaktırmadan izlemekten,hatta iç sesleri olmaktan kendimi alamam.
İşte bir gün yine böyle pusuda kahve içerken bir çift geldi yan masaya oturdu.Bugünün, ilk tanıştıkları gün olduğu her hallerinden belliydi.Kadın kuaförden çıkmış,parfüm kokuları içinde, erkek de bayağı bir jantiydi.Eminim bugünü,gelecek ay ve ondan sonraki aylarda ‘ilk tanışma günümüzün 1.ayı’’,’’ilk tanışma günümüzün 8.ayı’’ şeklinde abartıp kutlamaya ,gayet lüzumsuz bir seremoniye dönüştürmeye devam edeceklerdi.Adam kıza kocaman bir ‘’ayıcık’’ alacak,kız da adamla ‘’bebek taklidi’’ yaparak konuşmaya başlayacaktı.Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara?-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Çok yakınıma oturdukları için konuşmalara da ister istemez ve belki biraz da terbiyesizce kulak misafiri oluyordum.Napim,işim bu…Adamın adını ''Hayri'', kadının adını da ''Seda'' koydum.Onlar konuşurken ben de onların iç sesi oluyordum aynı zamanda;
Hayri-Bayağı zor oldu görüşmemiz ama nihayet buluştuk.
(iç ses-bayağı bir peşinden koşturdun beni hain kadın ama bak vahşi cazibeme dayanamadın)
Seda-Yok aslında,ne bileyim,işlerden,güçlerden bir türlü fırsat bulamadım
(iç ses-İyi oldu,siz erkekler bundan anlarsınız,peşimden koşacaksın tabii,daha ilk çağırmanda gelseydim bana kolay kadın muamelesi yapacaktın,sanki bilmiyorum ben sizi.)
Hayri-İşler nasıl,çok mu yoğun?yoruluyor musun?
(iç ses-ilgileniyor gözükeyim de etkilensin benden…Allahım!Bunun dudakları beni deli ediyor!)
Seda-Çok yoğun…Vallahi geberiyoruz yorgunluktan,akşam eve pestilim gidiyor.Senin işlerin nasıl?)
(iç ses-Ay çok da şık giyinmiş,benim için herhalde,Allahın şapşalı,hihihihi…Şu erkekler ilk karşılaşmada ne kadar da özenli olurlar,Sinan da böyleydi ama sonra ne oldu?…Adi Sinan!…Acaba bu işsiz güçsüz mü?Pek de öyle gözükmüyor.Vallahi umarım değildir,hiç çekemem!)
Hayri-Çok iyi, ben de bayağı yoruluyorum.Bir ihale işi var,Ankara’ya gideceğim.Kesin alırız.Ama işte yine de adam koymak lazım araya.
(İç ses-Şöyle tumturaklı göstereyim kendimi…Kadınlar güce ve paraya tapar diye okumuştum bir kadın dergisinde.Acaba benimle Ankara’ya gelir mi?Ne güzel olur,aynı otelde falan kalırız.Allahım ya ne de iriymiş bunun göğüsleri…)
Seda-Aa ne kadar güzel!Ankara’ya mı gidiyorsun?Benim öğrencilik yıllarım orada geçti.Çok nostaljilerim var.
Hayri- Gerçekten mi?
(iç ses-Senin nostaljini yerim ben!…Ses tonu ne kadar seksi ya bunun,gebertecek beni.)
Seda-Evet,Dil Tarihi bitirdim ben.Ankara'nın bütün sokaklarını,barlarını bilirim.
(iç ses-Eyvah! Ne yaptım ben?Aptal Seda!''Barlarını biliyorum'' niye diyorsun ki,herif seni kolay kız zannedecek,evlenmeyecek seninle,aptal Seda!Hay senin kafana Seda yaa!…)
Hayri-Ne güzel!…Sen de gel benimle,hem nostalji yaşamış olursun.
(iç ses-E bara mara gittiğine göre gelir benimle…Bi gelse bi gelse!…Ayakları çok mu büyük bunun?Hiç sevmem kadında da büyük ayak…Ama oğlum sen de hem uzun boy istiyorsun hem de küçük ayak…Bu mümkün mü yani?…Git de Penguen bul o zaman!…Kız buldun da ayağı kaldı!…Çok tatlı yaaa...)
Seda-Çok isterdim ama mümkün değil,bizimkiler izin vermez.Hem zaten daha…yani ne bilim olmaz…
(iç ses-Ayy bak gördün mü işte,beni kolay kadın zannetti yaa…E bara mara gidiyorum dersen böyle olur,aptal Seda!…Aptal Seda!…Bu da evlenmeyecek benimle yaa)
Hayri-Doğru aslında…Ben saçmaladım işte…Ne bileyim,dedimki Ankara’yı özlemişsindir,gezersin…Nostaljik olur…
(İç ses-Yemişim ben seni Hayri!…Zırvalama oğlum yaa…Gelmeyecek kadın işte…Neyse …Bu iyi aile kızı galiba…Evlensem mi ben bununla yaa?…Saçmalama Hayri!…Ne evlenmesi yaa?Daha görecek çok hatunlar var…)
Seda-Ayy ,canım yaa…Sağol…Çok düşüncelisin…Gerçekten!Ama işte…
(iç ses-Kızım sen var ya sen dangalaksın bak!Adama ne diye ‘’canım’’ diyorsun yaa?…Kolay kız zannedecek seni…Aptal Seda!…Mankafa!…Canımmış!…Kaç kişiye canım dedin sen yaa?…N'oldu?Canını çıkarmadılar mı senin?Bu sefer daha aklı başında davransana!Aptal Seda!)
Hayri-Neyse…Önemli değil…Sen de haklısın canım…
(iç ses-Bana ‘’canım’’ dedi yaa!…’’Canım’’ dedi…Canım benim!…Sevdi beni bu…Hoşlandı benden…Off yaa şu gözlere bak!Şu ellere bak!…Şu dudaklar!…Off!...Offf!…Evlensem mi acaba?Saçmalama Hayri!..Bi ‘’canım ‘’dedi diye!…)
Hayri-Yaa yanlış anlama ama...Şu an biri var mı hayatında?Bugüne kadar?...Ne bileyim?...
(İç ses-Pat diye de sordum ama…Ne bileyim…Çok masum bir kıza benziyor…Hoşlandım…Şu dudaklar!Şu dudaklar!)
Seda-Biz mutaassıp bir ailede büyüdük…Babam biraz otoriterdir.Annem de eski kafalı…Hiç erkek arkadaşım olmadı desem belki inanmazsın ama…Böyle işte…
(İç ses- Olur Hayri!…Sana istersen dökümü vereyim!…Sen de sonra başıma kak!…Babamın sarhoşun teki,annemin de sinir hastası olduğunu söyleyeyim…Sonra da yüzüme vur!…Daha öncekiler gibi…Adi Sinan gibi…Recep,Murat…vs.ler gibi…Siz ne anlarsınız ki bunlardan!)
Hayri-İnanırım…Neden inanmayacağım ki?…Herkesin bir sürü sevgilisi olacak diye bir şey mi var?
(İç ses-Yok artık daha neler!…Bu devirde?…Ama belkide?…Neden olmasın?Çok masum bir kız bu yaa…Evlensem mi?Saçmalama Hayri!…Saçmalama!…Off şu dudaklar!…Bitirdi beni!
…………..
Bir şeyler içip kalktılar…
Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara;
-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Neden kendileri olanları sevmiyorduk hiç?
Bu yalanların neresi beyazdı??
........
Not:14.12.2007-Onpunto'da yayınlanmıştır.
Bu filmin bize uyarlanmış halini düşünürsek,bizde bir kadınla bir erkeğin tanışma şekli çok daha başka motiflere bürünüp, gözlemlemesi de bayağı bir eğlenceli oluyor.
Mesela kalabalık alışveriş merkezlerine mecburiyetten gittiğim zamanlar,kahve içilen bir yere sığınıp yan masadakileri çaktırmadan gözlemlemeyi çok severim.Onlar benim öyle kendi halimde etrafı seyreden bir ölümlü olduğumu sansalar da gerçek hiç de böyle değil aslında.Özellikle de çiftleri çaktırmadan izlemekten,hatta iç sesleri olmaktan kendimi alamam.
İşte bir gün yine böyle pusuda kahve içerken bir çift geldi yan masaya oturdu.Bugünün, ilk tanıştıkları gün olduğu her hallerinden belliydi.Kadın kuaförden çıkmış,parfüm kokuları içinde, erkek de bayağı bir jantiydi.Eminim bugünü,gelecek ay ve ondan sonraki aylarda ‘ilk tanışma günümüzün 1.ayı’’,’’ilk tanışma günümüzün 8.ayı’’ şeklinde abartıp kutlamaya ,gayet lüzumsuz bir seremoniye dönüştürmeye devam edeceklerdi.Adam kıza kocaman bir ‘’ayıcık’’ alacak,kız da adamla ‘’bebek taklidi’’ yaparak konuşmaya başlayacaktı.Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara?-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Çok yakınıma oturdukları için konuşmalara da ister istemez ve belki biraz da terbiyesizce kulak misafiri oluyordum.Napim,işim bu…Adamın adını ''Hayri'', kadının adını da ''Seda'' koydum.Onlar konuşurken ben de onların iç sesi oluyordum aynı zamanda;
Hayri-Bayağı zor oldu görüşmemiz ama nihayet buluştuk.
(iç ses-bayağı bir peşinden koşturdun beni hain kadın ama bak vahşi cazibeme dayanamadın)
Seda-Yok aslında,ne bileyim,işlerden,güçlerden bir türlü fırsat bulamadım
(iç ses-İyi oldu,siz erkekler bundan anlarsınız,peşimden koşacaksın tabii,daha ilk çağırmanda gelseydim bana kolay kadın muamelesi yapacaktın,sanki bilmiyorum ben sizi.)
Hayri-İşler nasıl,çok mu yoğun?yoruluyor musun?
(iç ses-ilgileniyor gözükeyim de etkilensin benden…Allahım!Bunun dudakları beni deli ediyor!)
Seda-Çok yoğun…Vallahi geberiyoruz yorgunluktan,akşam eve pestilim gidiyor.Senin işlerin nasıl?)
(iç ses-Ay çok da şık giyinmiş,benim için herhalde,Allahın şapşalı,hihihihi…Şu erkekler ilk karşılaşmada ne kadar da özenli olurlar,Sinan da böyleydi ama sonra ne oldu?…Adi Sinan!…Acaba bu işsiz güçsüz mü?Pek de öyle gözükmüyor.Vallahi umarım değildir,hiç çekemem!)
Hayri-Çok iyi, ben de bayağı yoruluyorum.Bir ihale işi var,Ankara’ya gideceğim.Kesin alırız.Ama işte yine de adam koymak lazım araya.
(İç ses-Şöyle tumturaklı göstereyim kendimi…Kadınlar güce ve paraya tapar diye okumuştum bir kadın dergisinde.Acaba benimle Ankara’ya gelir mi?Ne güzel olur,aynı otelde falan kalırız.Allahım ya ne de iriymiş bunun göğüsleri…)
Seda-Aa ne kadar güzel!Ankara’ya mı gidiyorsun?Benim öğrencilik yıllarım orada geçti.Çok nostaljilerim var.
Hayri- Gerçekten mi?
(iç ses-Senin nostaljini yerim ben!…Ses tonu ne kadar seksi ya bunun,gebertecek beni.)
Seda-Evet,Dil Tarihi bitirdim ben.Ankara'nın bütün sokaklarını,barlarını bilirim.
(iç ses-Eyvah! Ne yaptım ben?Aptal Seda!''Barlarını biliyorum'' niye diyorsun ki,herif seni kolay kız zannedecek,evlenmeyecek seninle,aptal Seda!Hay senin kafana Seda yaa!…)
Hayri-Ne güzel!…Sen de gel benimle,hem nostalji yaşamış olursun.
(iç ses-E bara mara gittiğine göre gelir benimle…Bi gelse bi gelse!…Ayakları çok mu büyük bunun?Hiç sevmem kadında da büyük ayak…Ama oğlum sen de hem uzun boy istiyorsun hem de küçük ayak…Bu mümkün mü yani?…Git de Penguen bul o zaman!…Kız buldun da ayağı kaldı!…Çok tatlı yaaa...)
Seda-Çok isterdim ama mümkün değil,bizimkiler izin vermez.Hem zaten daha…yani ne bilim olmaz…
(iç ses-Ayy bak gördün mü işte,beni kolay kadın zannetti yaa…E bara mara gidiyorum dersen böyle olur,aptal Seda!…Aptal Seda!…Bu da evlenmeyecek benimle yaa)
Hayri-Doğru aslında…Ben saçmaladım işte…Ne bileyim,dedimki Ankara’yı özlemişsindir,gezersin…Nostaljik olur…
(İç ses-Yemişim ben seni Hayri!…Zırvalama oğlum yaa…Gelmeyecek kadın işte…Neyse …Bu iyi aile kızı galiba…Evlensem mi ben bununla yaa?…Saçmalama Hayri!…Ne evlenmesi yaa?Daha görecek çok hatunlar var…)
Seda-Ayy ,canım yaa…Sağol…Çok düşüncelisin…Gerçekten!Ama işte…
(iç ses-Kızım sen var ya sen dangalaksın bak!Adama ne diye ‘’canım’’ diyorsun yaa?…Kolay kız zannedecek seni…Aptal Seda!…Mankafa!…Canımmış!…Kaç kişiye canım dedin sen yaa?…N'oldu?Canını çıkarmadılar mı senin?Bu sefer daha aklı başında davransana!Aptal Seda!)
Hayri-Neyse…Önemli değil…Sen de haklısın canım…
(iç ses-Bana ‘’canım’’ dedi yaa!…’’Canım’’ dedi…Canım benim!…Sevdi beni bu…Hoşlandı benden…Off yaa şu gözlere bak!Şu ellere bak!…Şu dudaklar!…Off!...Offf!…Evlensem mi acaba?Saçmalama Hayri!..Bi ‘’canım ‘’dedi diye!…)
Hayri-Yaa yanlış anlama ama...Şu an biri var mı hayatında?Bugüne kadar?...Ne bileyim?...
(İç ses-Pat diye de sordum ama…Ne bileyim…Çok masum bir kıza benziyor…Hoşlandım…Şu dudaklar!Şu dudaklar!)
Seda-Biz mutaassıp bir ailede büyüdük…Babam biraz otoriterdir.Annem de eski kafalı…Hiç erkek arkadaşım olmadı desem belki inanmazsın ama…Böyle işte…
(İç ses- Olur Hayri!…Sana istersen dökümü vereyim!…Sen de sonra başıma kak!…Babamın sarhoşun teki,annemin de sinir hastası olduğunu söyleyeyim…Sonra da yüzüme vur!…Daha öncekiler gibi…Adi Sinan gibi…Recep,Murat…vs.ler gibi…Siz ne anlarsınız ki bunlardan!)
Hayri-İnanırım…Neden inanmayacağım ki?…Herkesin bir sürü sevgilisi olacak diye bir şey mi var?
(İç ses-Yok artık daha neler!…Bu devirde?…Ama belkide?…Neden olmasın?Çok masum bir kız bu yaa…Evlensem mi?Saçmalama Hayri!…Saçmalama!…Off şu dudaklar!…Bitirdi beni!
…………..
Bir şeyler içip kalktılar…
Sonra daha ilerleyen zamanlarda bunlar birer saçmalık olarak karşılarına dikilip hesap soracaktı belki de onlara;
-Neden oynadınız?Neden kendiniz olmadınız?
Neden kendileri olanları sevmiyorduk hiç?
Bu yalanların neresi beyazdı??
........
Not:14.12.2007-Onpunto'da yayınlanmıştır.
O çok önemli soru...
Bu nasıl bir işkencedir,nasıl bir zulümdür anlayamıyorum?Sürekli aynı soruyla karşılaşıyorum?Sürekli…Sanki bütün ulusal basın işbirliği etmişcesine aynı soruyu soruyor…Hep o soru…Gazetelerde,malumunuz kadın dergilerinde,gazete eklerinde…Her yerde o soru var…Artık bilinçaltıma işledi…O kadar soruluyor ki bu soru ,farkında olmadan bir baktım sürekli o soruyu sormaya başlamışım…
Araba kullanırken,işte,evde sürekli o soru yankılanıyor kafamda artık…Hatta bilbordlarda bile sanki o soruyu görür gibi oluyorum..Ve çok enteresandır beynim o soruyu sorarken arkada bir fon müziği bile bestelemiş kendiliğinden…Bu o kadar önemli bir soru ki yemiyorum,içmiyorum… Adeta saplandım kaldım…Sürekli yanıtlar arıyorum…Ama bu kadar insan yanıtını bulamazken herhalde ben hiç bulamam…
Geçen gün kuafördeydim mesela,saçlarım boyanırken aldım elime bir dergi,oyalanayım dedim…Baktım her sayfada o soru yine…Testler düzenlenmiş,şıklar verilmiş…Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalara alınarak deneysel anlamda test edilmişler…Ama apışıp kalmışlar…Her kafadan bir ses çıkmış ama yine kimse yanıtını bulamamış...Tövbe tövbe...
Aynı dergide ünlülerle bu konuda yapılan röportajlar da vardı; Ajda Pekkan ’’so what!yani so what!’’demiş…Orhan Gencebay’’hazır mısınız?’’ diye sorduktan sonra ‘’gerçekten bu ülkemiz menfaatleri açısından fevkalade önemli bir soru’’diye eklemiş…Sezen Aksu, ’’hiç unutmam,babam çok despottu,anneme hep bu soruyu sorardı,annem de böyle TRT Ankara Sanat Müziği korosundaki kadınlar gibi döpiyes bir kadındı zaten,...Asla bu sorunun yanıtını vermedi... Ve babama ‘çok rica ediciim bir daha kat’iiiyyen bana bu soruyu sormayınız’ derdi’’demiş esprili bir şekilde ama sorunun yanıtı yine havada kalmış tabii…
Bazen çıldıracak gibi oluyorum…
Sonra bir arkadaşım söyledi,Bu konuda bir sosyal yardımlaşma derneği ,panel düzenlemiş…Gitmiş bizim arkadaş;kadınlar söz almış konuşmuş,erkekler söz almış konuşmuş…Tartışmalar çıkmış…Mutabakata varamamışlar…Hatta oradan bir erkek atılmış ‘’hanım hanım bu senin sandığın kadar basit bir soru değil,öyle atıp tutuyorsun ama bu sorunun yanıtını bulmak öyle her babayiğidin harcı değildir,biz ömrümüzü verdik bu sorunun çözümüne bee,kendine gel!’’diye bile uyarmış konuşmacı kadını…
Toplumda kutuplaşmalar bile var;mesela olaya esprili yaklaşanlar ‘’bence muz isterler’’diyor,şiddete eğilimli olan ben ve benim gibiler ise ‘’bu soruyu habüre gözümüze gözümüze sokanları bir sıkı pataklamak lazım’’diye düşünüyor…
Geçen gün Başbakan bile bu konunun Meclis’in ana gündem maddesine alındığını;her türlü kurum, kuruluş, sosyal yardımlaşma derneklerinden,Üniversitelerden,medya kuruluşlarından öneriler beklediklerini ve artık bu sorunun ulusal bir soru haline geldiğini bile söylemiş…Yani sadece abartan ben değilim…Ayrıca konuya Başbakan bile el attığına göre abartmakta haklı olduğum ortaya çıktığı için gerçekten derin bir soluk aldım…
Aksi takdirde ‘’erkekler ya da kadınlar ne ister?’’sorusuna bu kadar kafamı taktığım için çıldırmış olmam gerekirdi…Demek ki çıldırmamışım…
Bana göre Allah’tan belalarını isterler ama dur bakalım Meclis’ten ne çıkacak…
Not:23.11.2007'de ''Çok önemli soru'' başlığıyla yayınlanmıştır.
Araba kullanırken,işte,evde sürekli o soru yankılanıyor kafamda artık…Hatta bilbordlarda bile sanki o soruyu görür gibi oluyorum..Ve çok enteresandır beynim o soruyu sorarken arkada bir fon müziği bile bestelemiş kendiliğinden…Bu o kadar önemli bir soru ki yemiyorum,içmiyorum… Adeta saplandım kaldım…Sürekli yanıtlar arıyorum…Ama bu kadar insan yanıtını bulamazken herhalde ben hiç bulamam…
Geçen gün kuafördeydim mesela,saçlarım boyanırken aldım elime bir dergi,oyalanayım dedim…Baktım her sayfada o soru yine…Testler düzenlenmiş,şıklar verilmiş…Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalara alınarak deneysel anlamda test edilmişler…Ama apışıp kalmışlar…Her kafadan bir ses çıkmış ama yine kimse yanıtını bulamamış...Tövbe tövbe...
Aynı dergide ünlülerle bu konuda yapılan röportajlar da vardı; Ajda Pekkan ’’so what!yani so what!’’demiş…Orhan Gencebay’’hazır mısınız?’’ diye sorduktan sonra ‘’gerçekten bu ülkemiz menfaatleri açısından fevkalade önemli bir soru’’diye eklemiş…Sezen Aksu, ’’hiç unutmam,babam çok despottu,anneme hep bu soruyu sorardı,annem de böyle TRT Ankara Sanat Müziği korosundaki kadınlar gibi döpiyes bir kadındı zaten,...Asla bu sorunun yanıtını vermedi... Ve babama ‘çok rica ediciim bir daha kat’iiiyyen bana bu soruyu sormayınız’ derdi’’demiş esprili bir şekilde ama sorunun yanıtı yine havada kalmış tabii…
Bazen çıldıracak gibi oluyorum…
Sonra bir arkadaşım söyledi,Bu konuda bir sosyal yardımlaşma derneği ,panel düzenlemiş…Gitmiş bizim arkadaş;kadınlar söz almış konuşmuş,erkekler söz almış konuşmuş…Tartışmalar çıkmış…Mutabakata varamamışlar…Hatta oradan bir erkek atılmış ‘’hanım hanım bu senin sandığın kadar basit bir soru değil,öyle atıp tutuyorsun ama bu sorunun yanıtını bulmak öyle her babayiğidin harcı değildir,biz ömrümüzü verdik bu sorunun çözümüne bee,kendine gel!’’diye bile uyarmış konuşmacı kadını…
Toplumda kutuplaşmalar bile var;mesela olaya esprili yaklaşanlar ‘’bence muz isterler’’diyor,şiddete eğilimli olan ben ve benim gibiler ise ‘’bu soruyu habüre gözümüze gözümüze sokanları bir sıkı pataklamak lazım’’diye düşünüyor…
Geçen gün Başbakan bile bu konunun Meclis’in ana gündem maddesine alındığını;her türlü kurum, kuruluş, sosyal yardımlaşma derneklerinden,Üniversitelerden,medya kuruluşlarından öneriler beklediklerini ve artık bu sorunun ulusal bir soru haline geldiğini bile söylemiş…Yani sadece abartan ben değilim…Ayrıca konuya Başbakan bile el attığına göre abartmakta haklı olduğum ortaya çıktığı için gerçekten derin bir soluk aldım…
Aksi takdirde ‘’erkekler ya da kadınlar ne ister?’’sorusuna bu kadar kafamı taktığım için çıldırmış olmam gerekirdi…Demek ki çıldırmamışım…
Bana göre Allah’tan belalarını isterler ama dur bakalım Meclis’ten ne çıkacak…
Not:23.11.2007'de ''Çok önemli soru'' başlığıyla yayınlanmıştır.
Etiketler:
Ajda Pekkan,
babayiğit,
bilboard,
kuaför,
mutabakat,
Orhan Gencebay,
panel,
Sezen Aksu,
TRT,
Ulusal basın
19 Eylül 2008 Cuma
Felek o gün harbiden salaktı!...
Ben, Tanrı’nın çok şakacı olduğunu düşünüyorum…En azından bana karşı öyle…Uzun süre bu şakaları çok ciddiye aldım…Ve gülemedim şakalarını patlatırken…Şimdi şimdi anlıyorum…Ve bazen kederle bazen de kahkahayla güldüğüm anılara sahibim sayesinde…
Örneğin Çiğdem'le yaşadıklarım benim için hüzünlü mü? Buruk mu? Komik mi? Bilmiyorum... Ama Tanrı’nın çok şakacı olduğu kesin…
Çiğdem benim fakülteden arkadaşım…Belki de fakülte yıllarımın en derin yalnızlığının tek kadın anısı…
Kayseri'liydi Çiğdem… Kara saçlı, kara gözlü,bebek yüzlü bir kız…Sanırım bayanlar tuvaletinde tanıştık…Anadolu’luydu işte… Ağır değer yargılarıyla donatılmış,onların altında ezilen bir kız…
Derken Çiğdem'e bir şeyler olmaya başladı. Tıp fakültesinden bir çocuğa tutulmuş sanırım… Platonik… Çocuğun her davranışından derin anlamlar çekiyordu cımbızla…Karşılık bulamayınca da rahatsızlanmaya başladı Çiğdem… Bir gün aşık olduğu çocuğun önünden geçerken ‘’manyak!’’ diye bir laf duymuş... Bizim hayatımız ondan sonra karardı… Çay bahçesinde oturuyoruz diyelim,yanımızda hiç tanımadığımız insanlar sohbet ediyor… Çiğdem’in kulak onlarda , ’’beni konuşuyorlar’’ diyor ve çıldırıyor. Tutmasam gidip boğazlarına sarılacak… Ya da Çiğdem’e kendimle ilgili bir şeyler anlatmışım , ertesi gün gelip ‘’sen bana şunu mu demek istedin?’’ diye beni sorguluyor… Dilimde tüy bitiyor O’na kendimi aklamak için… Bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söylüyor mesela …
Birgün geldi, ‘’Ferhan Şensoy’un ‘Felek bir gün salakken ’oyununa bilet aldım’’ dedi.E sizin de çok iyi tahmin edeceğiniz gibi gitmek zorundayım,başka çarem yok…Gittik… Oyun başladı… İlk perdeden sonra ara verildi… Bir baktım duvardaki afişe kocaman kocaman yazmışlar ;‘’biletlerinizi atmayın,kura çekilecek,hediye verilecek’’ diye . Çiğdem'e ‘’biletlerimizi atmayalım,bak böyle bir durum varmış’’ dedim,sonu 7’yle biten bileti ben seçtim,diğerini de Çiğdem aldı.Güya 7 rakamı benim uğurlu sayımmış! Güya!Nasıl bir uğursa bu…
İkinci perde başladı... Şimdi bu biletlerin saklanmasının esprisi şuydu ; oyunda bir Bıldırcın hanım tiplemesi var. Bu Bıldırcın saftirik bir kız… Çekiliş yapılacak ve kurada çıkan bilet sahibi ikinci perdede Bıldırcın hanım’ı oynayacak Ferhan Şensoy’la…Düşünün Ferhan Şensoy nasıl sarar, nasıl kafalar artık o Bıldırcın’ı,nasıl dalgasını geçer siz düşünün…
Kura çekildi…
Koskocaman tiyatro salonunda,o kadar insan arasından öküzün gözü gibi benim Çiğdem'in bilet numarası çıkmasın mı! Ben gayet morarmış bir halde biraz ürkek,biraz titrek, kem küm ‘’ istersen ben gideyim’’diyebildim… Baktım bu attı kendini sahneye…Ben o andan itibaren koptum tabii oyundan… Başıma geleceklerin derdindeyim…
Bütün bunları benim tezgahladığımdan tutun da Ferhan Şensoy’la işbirliği yaptığıma kadar her konuda yargılanacağımı biliyorum… Kafadan koptum ben yani…Bittim... Ölümlerden ölüm beğenmem lazım... Ne bileyim, gitsem atsam kendimi bir yerden daha iyi… Başıma geleceklerin hesabı, kitabıyla öyle boş boş bakıyorum sahneye…
Bu oyun komedi oyunu olduğundan Ferhan Şensoy, ‘’Bıldırcın hanımı’’ oynayan Çiğdem'i bir güzel makaraya alıyor... Koskocaman Tiyatroyu dolduran büüttünnn insanlar da Çiğdem'e ‘’kahkihkahkoohhhh’’ diye kahkahalarla gülüyorlar… İnsanlar gülerken ağızlarını öyle bir açıyorlar ki küçük dilleri gözüme gözüme giriyor adeta…Martılar gaakklıyor sanki ’’gaaakkkk gaakkkkk’’… Birde şu martı kuşlarını çok asil kuşlarmış gibi her şiirde, her hikaye de kullanmazlar mı? Tilt olurum… Martılardan bile nefret ettim o gün ben yaa!…
Bu kahkahaların olmamasını ya da en azından daha kısık sesle olmasını istiyorum, diliyorum ama kahkahalar patladıkça sanki duvarlara çarpıyor,büyüyor, büyüyor bir daha çarpıyor,ordan gelip benim kafama Alfred Hitchcock'un ''Kuşlar'' filmindeki kuşların çığlığı gibi patlıyor… ''Allahım ne yapsam ne etsem de bu insanların gülmesini engellesem yarabbim!'' diye düşünüyorum ama Ferhan Şensoy durmuyorki…Esprinin bini bin para anasını satiimm… Doğaçlamaları salladıkça da herkes gülüyor…Tamam gülsünler de kime güldükleri çok önemli… Benim Çiğdem'e gülüyorlar… Yani yan masada oturanların konuşmalarından rahatsız olan,bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söyleyen Çiğdem'e…
Koltukta gittikçe aşağıya kaymışım farkında olmadan… Artık yapılacak bir şey yok… Zeki Alasya’nın, o çaresizlikle sıkışmış,patlamak üzere olan yüz ifadesini bilirsiniz,aynen o surat ifadesiyle millet güldükçe salak salak etrafıma ‘’gülmeyin ya,nolur ya’’ diyen yalvarır bakışlarla bakıyorum... Bittim ben yani… Bittim… Felek, o gün harbiden salaktı,çok salaktı ya...
Sonra bu işkence sona erdi nihayet… Ferhan Şensoy Çiğdem'e kitabını imzalayıp verdi sahnede…. Alkışlar… Çiğdem yanıma geldi,hiçbirşey olmamış gibi... Ben soran gözlerle suratına bakıyorum… Tık yok Çiğdem'de … Allahallah ne iş?... Tamam yarın soracak bana bunun hesabını dedim… Olsun napalım… Eve gittim… Uyuyamadım bile… Sorulacak hesapları,ona vereceğim yanıtları tek tek ,titizlikle düşündüm… ’’Freddy’nin kabusları’’ halt etmiş yani benim ‘’Bıldırcın hanım’’ kabusumun yanında…
Ertesi gün… Daha ertesi gün… Daha, daha ertesi gün hep bekledim… Çiğdem bana hiçbir şey sormadı inanır mısınız? Hiçbirşey sormadı…
14 yıl geçti… Hala tedirgin ve ürkek bir şekilde bekliyorum…
Dip Not:Onpunto/20.11.2007'de yayınlanmıştır.
Örneğin Çiğdem'le yaşadıklarım benim için hüzünlü mü? Buruk mu? Komik mi? Bilmiyorum... Ama Tanrı’nın çok şakacı olduğu kesin…
Çiğdem benim fakülteden arkadaşım…Belki de fakülte yıllarımın en derin yalnızlığının tek kadın anısı…
Kayseri'liydi Çiğdem… Kara saçlı, kara gözlü,bebek yüzlü bir kız…Sanırım bayanlar tuvaletinde tanıştık…Anadolu’luydu işte… Ağır değer yargılarıyla donatılmış,onların altında ezilen bir kız…
Derken Çiğdem'e bir şeyler olmaya başladı. Tıp fakültesinden bir çocuğa tutulmuş sanırım… Platonik… Çocuğun her davranışından derin anlamlar çekiyordu cımbızla…Karşılık bulamayınca da rahatsızlanmaya başladı Çiğdem… Bir gün aşık olduğu çocuğun önünden geçerken ‘’manyak!’’ diye bir laf duymuş... Bizim hayatımız ondan sonra karardı… Çay bahçesinde oturuyoruz diyelim,yanımızda hiç tanımadığımız insanlar sohbet ediyor… Çiğdem’in kulak onlarda , ’’beni konuşuyorlar’’ diyor ve çıldırıyor. Tutmasam gidip boğazlarına sarılacak… Ya da Çiğdem’e kendimle ilgili bir şeyler anlatmışım , ertesi gün gelip ‘’sen bana şunu mu demek istedin?’’ diye beni sorguluyor… Dilimde tüy bitiyor O’na kendimi aklamak için… Bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söylüyor mesela …
Birgün geldi, ‘’Ferhan Şensoy’un ‘Felek bir gün salakken ’oyununa bilet aldım’’ dedi.E sizin de çok iyi tahmin edeceğiniz gibi gitmek zorundayım,başka çarem yok…Gittik… Oyun başladı… İlk perdeden sonra ara verildi… Bir baktım duvardaki afişe kocaman kocaman yazmışlar ;‘’biletlerinizi atmayın,kura çekilecek,hediye verilecek’’ diye . Çiğdem'e ‘’biletlerimizi atmayalım,bak böyle bir durum varmış’’ dedim,sonu 7’yle biten bileti ben seçtim,diğerini de Çiğdem aldı.Güya 7 rakamı benim uğurlu sayımmış! Güya!Nasıl bir uğursa bu…
İkinci perde başladı... Şimdi bu biletlerin saklanmasının esprisi şuydu ; oyunda bir Bıldırcın hanım tiplemesi var. Bu Bıldırcın saftirik bir kız… Çekiliş yapılacak ve kurada çıkan bilet sahibi ikinci perdede Bıldırcın hanım’ı oynayacak Ferhan Şensoy’la…Düşünün Ferhan Şensoy nasıl sarar, nasıl kafalar artık o Bıldırcın’ı,nasıl dalgasını geçer siz düşünün…
Kura çekildi…
Koskocaman tiyatro salonunda,o kadar insan arasından öküzün gözü gibi benim Çiğdem'in bilet numarası çıkmasın mı! Ben gayet morarmış bir halde biraz ürkek,biraz titrek, kem küm ‘’ istersen ben gideyim’’diyebildim… Baktım bu attı kendini sahneye…Ben o andan itibaren koptum tabii oyundan… Başıma geleceklerin derdindeyim…
Bütün bunları benim tezgahladığımdan tutun da Ferhan Şensoy’la işbirliği yaptığıma kadar her konuda yargılanacağımı biliyorum… Kafadan koptum ben yani…Bittim... Ölümlerden ölüm beğenmem lazım... Ne bileyim, gitsem atsam kendimi bir yerden daha iyi… Başıma geleceklerin hesabı, kitabıyla öyle boş boş bakıyorum sahneye…
Bu oyun komedi oyunu olduğundan Ferhan Şensoy, ‘’Bıldırcın hanımı’’ oynayan Çiğdem'i bir güzel makaraya alıyor... Koskocaman Tiyatroyu dolduran büüttünnn insanlar da Çiğdem'e ‘’kahkihkahkoohhhh’’ diye kahkahalarla gülüyorlar… İnsanlar gülerken ağızlarını öyle bir açıyorlar ki küçük dilleri gözüme gözüme giriyor adeta…Martılar gaakklıyor sanki ’’gaaakkkk gaakkkkk’’… Birde şu martı kuşlarını çok asil kuşlarmış gibi her şiirde, her hikaye de kullanmazlar mı? Tilt olurum… Martılardan bile nefret ettim o gün ben yaa!…
Bu kahkahaların olmamasını ya da en azından daha kısık sesle olmasını istiyorum, diliyorum ama kahkahalar patladıkça sanki duvarlara çarpıyor,büyüyor, büyüyor bir daha çarpıyor,ordan gelip benim kafama Alfred Hitchcock'un ''Kuşlar'' filmindeki kuşların çığlığı gibi patlıyor… ''Allahım ne yapsam ne etsem de bu insanların gülmesini engellesem yarabbim!'' diye düşünüyorum ama Ferhan Şensoy durmuyorki…Esprinin bini bin para anasını satiimm… Doğaçlamaları salladıkça da herkes gülüyor…Tamam gülsünler de kime güldükleri çok önemli… Benim Çiğdem'e gülüyorlar… Yani yan masada oturanların konuşmalarından rahatsız olan,bir ayakkabısının diğeriyle konuştuğunu söyleyen Çiğdem'e…
Koltukta gittikçe aşağıya kaymışım farkında olmadan… Artık yapılacak bir şey yok… Zeki Alasya’nın, o çaresizlikle sıkışmış,patlamak üzere olan yüz ifadesini bilirsiniz,aynen o surat ifadesiyle millet güldükçe salak salak etrafıma ‘’gülmeyin ya,nolur ya’’ diyen yalvarır bakışlarla bakıyorum... Bittim ben yani… Bittim… Felek, o gün harbiden salaktı,çok salaktı ya...
Sonra bu işkence sona erdi nihayet… Ferhan Şensoy Çiğdem'e kitabını imzalayıp verdi sahnede…. Alkışlar… Çiğdem yanıma geldi,hiçbirşey olmamış gibi... Ben soran gözlerle suratına bakıyorum… Tık yok Çiğdem'de … Allahallah ne iş?... Tamam yarın soracak bana bunun hesabını dedim… Olsun napalım… Eve gittim… Uyuyamadım bile… Sorulacak hesapları,ona vereceğim yanıtları tek tek ,titizlikle düşündüm… ’’Freddy’nin kabusları’’ halt etmiş yani benim ‘’Bıldırcın hanım’’ kabusumun yanında…
Ertesi gün… Daha ertesi gün… Daha, daha ertesi gün hep bekledim… Çiğdem bana hiçbir şey sormadı inanır mısınız? Hiçbirşey sormadı…
14 yıl geçti… Hala tedirgin ve ürkek bir şekilde bekliyorum…
Dip Not:Onpunto/20.11.2007'de yayınlanmıştır.
Etiketler:
Alfred Hitchcock,
Anadolu,
Bıldırcın,
buruk,
Ferhan Şensoy,
Freddy'nin kabusları,
Konya Ereğli,
Martı,
Zeki Alasya
17 Eylül 2008 Çarşamba
Aşkın yalın halleri...
Şimdi sen beni çok seviyorsun,biliyorum…Her an beni düşünüyorsun…Çok güzel de görünüyorum sana…Yani şu yeryüzündeki en güzel kadın falan…Hani diyorsun bir kabul etse…Bir kabul etse!…Sevgilim olsa!…Çok muhteşemim ben sana göre...
Oysa
Aşkın sonrası var;
Ben yataktan çok mendebur kalkarım mesela…Suratsız kalkarım…
Sonra belli olmaz,ağzım kokabilir belki pis pis …Ve ben çok üzgünüm ama burnumu da karıştırırım…
Makyajsız ve bakımsız,pejmürde de olacağım muhakkak…Bacaklarımı tüylü göreceğin zamanlarda …Ve belki pastırma yiyeceğim, belki soğan ,koltuk altım kokacak…İnsanlığın yalın halleri bunlar,ne yapabilirim?…
Ya da dışarıdan hanımhanımcıkmış gibi görünen ben,hiç de senin gibi düşünmeyebilirim.İnsanlar ''Kuzey Irak’a girelim!'' diye kendini yırtarken, ben ‘’ne işimiz var orada?’’diyebilirim…
Hamaset edebiyatlarından anlamam ben mesela;Vatan,bayrak,toprak değil,ölen çocuklar ve anneleri ilgilendirir beni...Ölenlerin yoksulluğu...Annelerinin yoksunluğu...Gidenlerin bir daha geri gelmeyeceği...Ve belki giderken salladıkları el...
Amy Winehouse’un saçından kokain çıkarıp,sahnede çekmesi beni çok ilgilendirir mesela;kliplerini seyredip,sahnedeki yalnızlığını düşünebilirim...
Ya da her gün yemek yediğim ''Hanımeli''ndeki Mukaddes’in başına gelenler ; 90 yaşında bir adamın Mukaddes’e ‘’gel kızım evimin alt katında otur’’ deyip de 2 çocuklu dul Mukaddes’e ne tacizlerde bulunduğu…Mukaddes’in arkasına bile bakmadan adamın evinden kaçtığı ilgilendirir beni,yanımdan geçen kokoş bir kadının elbisesi ve çantasından çok...
IQ'lardan anlamam ben yani,EQ'ları severim...
Daha karşıdan gelirken samimiyetsizlik,yürüyüşünden alırım kokusunu mesela.Ya da insanlara bir teşekkürü çok gören insandan uzak,kopuk;kendi çapında öyle elit takılan kuşbakışı kuş kafalı yazıları ya da botokslu ruhların savurduğu tükürüklerin ,yazıya geçmiş zavallılığını…Koku alma duygum çok gelişmiş…Ne yapabilirim?
Kime ve neye kafamı takacağımı bilemezsin…Ben bile bilemiyorum…Yani çok şirin görünmekle birlikte ruhumda bir anarşist taşıyorum…
İçimdeki karanlık kuyuları anlatamam sana…Çünkü bilirim, bir gün aşkın bittiğinde beni onlarla vuracaksın…Oysa aşkın yalın halleri bunlar...Anlatmayı ne çok isterim…
Biliyor musun?ben kimsenin yanında ağlayamam...
Ama tüm bunlara rağmen kışın ayaklarım çok üşür...Bilmeni isterim…
Not:24.11.2007'de Onpunto'da yayınlanmıştır.
Oysa
Aşkın sonrası var;
Ben yataktan çok mendebur kalkarım mesela…Suratsız kalkarım…
Sonra belli olmaz,ağzım kokabilir belki pis pis …Ve ben çok üzgünüm ama burnumu da karıştırırım…
Makyajsız ve bakımsız,pejmürde de olacağım muhakkak…Bacaklarımı tüylü göreceğin zamanlarda …Ve belki pastırma yiyeceğim, belki soğan ,koltuk altım kokacak…İnsanlığın yalın halleri bunlar,ne yapabilirim?…
Ya da dışarıdan hanımhanımcıkmış gibi görünen ben,hiç de senin gibi düşünmeyebilirim.İnsanlar ''Kuzey Irak’a girelim!'' diye kendini yırtarken, ben ‘’ne işimiz var orada?’’diyebilirim…
Hamaset edebiyatlarından anlamam ben mesela;Vatan,bayrak,toprak değil,ölen çocuklar ve anneleri ilgilendirir beni...Ölenlerin yoksulluğu...Annelerinin yoksunluğu...Gidenlerin bir daha geri gelmeyeceği...Ve belki giderken salladıkları el...
Amy Winehouse’un saçından kokain çıkarıp,sahnede çekmesi beni çok ilgilendirir mesela;kliplerini seyredip,sahnedeki yalnızlığını düşünebilirim...
Ya da her gün yemek yediğim ''Hanımeli''ndeki Mukaddes’in başına gelenler ; 90 yaşında bir adamın Mukaddes’e ‘’gel kızım evimin alt katında otur’’ deyip de 2 çocuklu dul Mukaddes’e ne tacizlerde bulunduğu…Mukaddes’in arkasına bile bakmadan adamın evinden kaçtığı ilgilendirir beni,yanımdan geçen kokoş bir kadının elbisesi ve çantasından çok...
IQ'lardan anlamam ben yani,EQ'ları severim...
Daha karşıdan gelirken samimiyetsizlik,yürüyüşünden alırım kokusunu mesela.Ya da insanlara bir teşekkürü çok gören insandan uzak,kopuk;kendi çapında öyle elit takılan kuşbakışı kuş kafalı yazıları ya da botokslu ruhların savurduğu tükürüklerin ,yazıya geçmiş zavallılığını…Koku alma duygum çok gelişmiş…Ne yapabilirim?
Kime ve neye kafamı takacağımı bilemezsin…Ben bile bilemiyorum…Yani çok şirin görünmekle birlikte ruhumda bir anarşist taşıyorum…
İçimdeki karanlık kuyuları anlatamam sana…Çünkü bilirim, bir gün aşkın bittiğinde beni onlarla vuracaksın…Oysa aşkın yalın halleri bunlar...Anlatmayı ne çok isterim…
Biliyor musun?ben kimsenin yanında ağlayamam...
Ama tüm bunlara rağmen kışın ayaklarım çok üşür...Bilmeni isterim…
Not:24.11.2007'de Onpunto'da yayınlanmıştır.
Eski fotoğraflar...
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum… Fotoğraf albümü yapmak istiyorum kendime…Şöyle yağmurlu bir gün olsa…Hafiften üşüsem...Sıcak bir çay demlesem…Üzerimde geceliğim,ayağımda kalın çoraplar…Geniş bir koltukta eski fotoğraflarıma baksam… Film seyreder gibi…
Öyle güzel resimlerim var ki aslında…Ama ben o küçük kızın, kocaman siyah gözleriyle karşılaşmaktan korkuyorum…Sanki bütün dünyayı gören bir çift kocaman göz…
Masum…
Elim varmıyor,alıp o fotoğraflara bakmaya…Orda her şey çok güzel,çok taze…Hayat yormamış henüz…pişmanlıklar değil,umutlar var...
Hangi okulu kazanacağı belli değil daha…Ne olacağı…Yaşayacakları yok…
Gökyüzüne bakıyor bazen o fotoğraflar…Yıldızlara…Acaba şimdi nerde? diye…Kimbilir nerede,şu an ne yapıyor?Ne zaman karşıma çıkacak?Acaba o da bakıyor mu şimdi benim gibi yıldızlara?…Hayalleri var mı onunda?
Gönül kırıklıkları yok…Birini sevmeler…Sonra sevdiğini sanmalar…Sonra bir daha..Bir daha…Bir daha… Sevmeler…Sevdiğini sanmalar…Sevmeler…Sevdiğini sanmalar… anlamalar…
Duman almaya başlamamış ciğerler daha…Ciğerler taze…Gülüşler taze…
Arkadaşlar taze...Onların da hayalleri var…Bilmiyorlar daha başlarına gelecekleri…Hiçbiri evlenmemiş ,boşanmamış,dağılmamış…Öyle oturmuş bir masaya neşeli bir sohbetin içindeyken ve kadehler havada,biri birine muzipçe kulak yapmış o fotoğraflarda…
Anne güzel,baba yakışıklı,ablanın gür saçları…Henüz tedavi yok,teşhis yok,ameliyatlar yok…ayrılıklar,isyanlar,savrulmalar yok…İşkenceler başlamamış henüz…
Anneanne ve dede hayatta...Küçük kız,anneannesinin evinin merdivenlerinde,dedesinin yaptığı tahtadan tığ'la birşeyler örüyor güya...Ve henüz hiç kimse ölmemiş...
Orada, o eski fotoğraflarda O’nu baş tacı yapan ilkokul öğretmeniyle karşılaşmak istemiyor kocaman gözlü kız mesela…Ne diyecek öğretmenine ‘’siz beni çok önemserdiniz ama ben kalabalıklarda boğuldum'' mu?...
Henüz düşler iğdiş değil eski fotoğraflarda…Hiç dokunmadan bıraksam onları öylece o kocaman kara gözlü küçük kızın kollarında… diyorum…
‘’Ben küçükken kocaman bir gözdüm/ Ve sanki herşeyi görürdüm...''
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum…
Dip not:23.11.2007 Onpunto'da yayınlanmıştır.
Öyle güzel resimlerim var ki aslında…Ama ben o küçük kızın, kocaman siyah gözleriyle karşılaşmaktan korkuyorum…Sanki bütün dünyayı gören bir çift kocaman göz…
Masum…
Elim varmıyor,alıp o fotoğraflara bakmaya…Orda her şey çok güzel,çok taze…Hayat yormamış henüz…pişmanlıklar değil,umutlar var...
Hangi okulu kazanacağı belli değil daha…Ne olacağı…Yaşayacakları yok…
Gökyüzüne bakıyor bazen o fotoğraflar…Yıldızlara…Acaba şimdi nerde? diye…Kimbilir nerede,şu an ne yapıyor?Ne zaman karşıma çıkacak?Acaba o da bakıyor mu şimdi benim gibi yıldızlara?…Hayalleri var mı onunda?
Gönül kırıklıkları yok…Birini sevmeler…Sonra sevdiğini sanmalar…Sonra bir daha..Bir daha…Bir daha… Sevmeler…Sevdiğini sanmalar…Sevmeler…Sevdiğini sanmalar… anlamalar…
Duman almaya başlamamış ciğerler daha…Ciğerler taze…Gülüşler taze…
Arkadaşlar taze...Onların da hayalleri var…Bilmiyorlar daha başlarına gelecekleri…Hiçbiri evlenmemiş ,boşanmamış,dağılmamış…Öyle oturmuş bir masaya neşeli bir sohbetin içindeyken ve kadehler havada,biri birine muzipçe kulak yapmış o fotoğraflarda…
Anne güzel,baba yakışıklı,ablanın gür saçları…Henüz tedavi yok,teşhis yok,ameliyatlar yok…ayrılıklar,isyanlar,savrulmalar yok…İşkenceler başlamamış henüz…
Anneanne ve dede hayatta...Küçük kız,anneannesinin evinin merdivenlerinde,dedesinin yaptığı tahtadan tığ'la birşeyler örüyor güya...Ve henüz hiç kimse ölmemiş...
Orada, o eski fotoğraflarda O’nu baş tacı yapan ilkokul öğretmeniyle karşılaşmak istemiyor kocaman gözlü kız mesela…Ne diyecek öğretmenine ‘’siz beni çok önemserdiniz ama ben kalabalıklarda boğuldum'' mu?...
Henüz düşler iğdiş değil eski fotoğraflarda…Hiç dokunmadan bıraksam onları öylece o kocaman kara gözlü küçük kızın kollarında… diyorum…
‘’Ben küçükken kocaman bir gözdüm/ Ve sanki herşeyi görürdüm...''
Eski fotoğraflarıma bakamıyorum…
Dip not:23.11.2007 Onpunto'da yayınlanmıştır.
Eyvallah!...
Ben en çok
onun gülüşünü sevdim,
ve diğerinin serinliğini...
bir de öbürü vardı,
onu unutmayı seçtim...
Ben
onu,diğerini ve öbürünü sevdim,
bir oyuk açıldı göğsümde,
içinden anaforların geçtiği...
Ben hep,''eyvallah!'' deyip,
aldım başımı gittim...
-1999-
Not:Onpunto 10.11.2007'de yayınlandı.
onun gülüşünü sevdim,
ve diğerinin serinliğini...
bir de öbürü vardı,
onu unutmayı seçtim...
Ben
onu,diğerini ve öbürünü sevdim,
bir oyuk açıldı göğsümde,
içinden anaforların geçtiği...
Ben hep,''eyvallah!'' deyip,
aldım başımı gittim...
-1999-
Not:Onpunto 10.11.2007'de yayınlandı.
15 Eylül 2008 Pazartesi
''Benimle sadece uyur musun?''
Çok uzaklardan geldin,yüzyıllarca uzaklardan…
Sanki içine doğmuş gibi bu koca kentin iğrenç pazarlıkları
altında ezilmişliğim…
‘’Eğer biraz vaktin varsa görüşebilir miyiz?
Biliyorum buna hakkım yok,biliyorum sen de iyi
değilsin’’, dedin…Her nasılsa en asi halinde bile bir mahçubiyet gizlerdin…
Gecenin bir yarısı buluştuk tren istasyonuna
yakın bir yerde…Severim trenleri;çığlıkları içimi
anlatırlar sanki…
Suskundun ve konuşurken bana bakmamaya
çalışıyordun…
Seni de çekiyorlardı dipsiz kuyularına, beni de;
Senin annen,herşeyi unutarak ölmüştü;benim annem
hiçbir şeyi unutmuyordu…
Benim babamın bitkindi ruhu…;
Senin baban,annenin bakıcısıyla evlenip seni sırtından vurmuştu…
Yani kimimiz,kimsemiz yoktu…
Dedin ki ‘’insanlar çok kötü ,çok
kötü bilemezsin!’’
Oysa biz kimseyi incitemezdik …Olsa olsa
birileri incinmesin diye her gün ama her gün
ruhumuzu çentiklerdik…
Bunun içindi senin alkole,benim nikotine sığınmam;
birileri incinmesin diye en fazla kendi kendimizi bitirirdik;
Senin beynin ve erkekliğin,benim yüreğim ve ciğerlerim…
Ben hiç kimseyi sevemezdim artık…
Hayal bile kuramıyordum…O kadar ıssızdı kimsesizliğim…
Kimsesizliğimi kucaklıyordum…
Amaçsızlık vuruyordu seni ;
amacın olmamı istiyordun;’’Bak sana söz veriyorum,
tedavi olacağım,kurtulacağım bu alkolden ve sana söz veriyorum,
bizim de bir hayatımız olacak!’’
Bizim de?Hayatımız?...
Yanımızdan yine çığlık çığlığa trenler geçiyordu…
Vedalaşırken,
bir an için durdun ve seslendin bana...Gözlerin
yerde,’’Biliyorum,bunu senden istemek zor,biliyorum hakkım
yok,durumumu da biliyorsun bir şey yapamam…senden bir tek şey
istiyorum;
Benimle sadece uyur musun?’’
Boğazıma bir çığlık yerleşti.
Yanımızdan çok masum bir tren geçti…
Not:Onpunto eski yazılar/4.12.2007
Sanki içine doğmuş gibi bu koca kentin iğrenç pazarlıkları
altında ezilmişliğim…
‘’Eğer biraz vaktin varsa görüşebilir miyiz?
Biliyorum buna hakkım yok,biliyorum sen de iyi
değilsin’’, dedin…Her nasılsa en asi halinde bile bir mahçubiyet gizlerdin…
Gecenin bir yarısı buluştuk tren istasyonuna
yakın bir yerde…Severim trenleri;çığlıkları içimi
anlatırlar sanki…
Suskundun ve konuşurken bana bakmamaya
çalışıyordun…
Seni de çekiyorlardı dipsiz kuyularına, beni de;
Senin annen,herşeyi unutarak ölmüştü;benim annem
hiçbir şeyi unutmuyordu…
Benim babamın bitkindi ruhu…;
Senin baban,annenin bakıcısıyla evlenip seni sırtından vurmuştu…
Yani kimimiz,kimsemiz yoktu…
Dedin ki ‘’insanlar çok kötü ,çok
kötü bilemezsin!’’
Oysa biz kimseyi incitemezdik …Olsa olsa
birileri incinmesin diye her gün ama her gün
ruhumuzu çentiklerdik…
Bunun içindi senin alkole,benim nikotine sığınmam;
birileri incinmesin diye en fazla kendi kendimizi bitirirdik;
Senin beynin ve erkekliğin,benim yüreğim ve ciğerlerim…
Ben hiç kimseyi sevemezdim artık…
Hayal bile kuramıyordum…O kadar ıssızdı kimsesizliğim…
Kimsesizliğimi kucaklıyordum…
Amaçsızlık vuruyordu seni ;
amacın olmamı istiyordun;’’Bak sana söz veriyorum,
tedavi olacağım,kurtulacağım bu alkolden ve sana söz veriyorum,
bizim de bir hayatımız olacak!’’
Bizim de?Hayatımız?...
Yanımızdan yine çığlık çığlığa trenler geçiyordu…
Vedalaşırken,
bir an için durdun ve seslendin bana...Gözlerin
yerde,’’Biliyorum,bunu senden istemek zor,biliyorum hakkım
yok,durumumu da biliyorsun bir şey yapamam…senden bir tek şey
istiyorum;
Benimle sadece uyur musun?’’
Boğazıma bir çığlık yerleşti.
Yanımızdan çok masum bir tren geçti…
Not:Onpunto eski yazılar/4.12.2007
12 Eylül 2008 Cuma
Eski yazılar/Resimdeki gözyaşları...

Bizi ailelerimiz,Kız kulesine koydular...bir kahin, ''yılan gelip
sokacak'' dedi diye...ama ''yılanın başını ezeceksin!'' demeyi unuttular,
ya da akıllarına gelmedi öğretmek...
yılanlar soktu bizi...hala inanmıyorlar...
inanmıyorlar hala,
bize kaldı yılanlarla başetmek..
Kız kulesinden de kovulduk sonra...Orayı ele
geçirip,restore etti yılanlar...başka yılanlar gelsin ve
birbirleriyle olsunlar diye...
Bir taşın üzerine oturup seyretmek düştü bize de
hala kanayan yaralarımızla karşısına geçip,''Kız kulesine sahip çıkmak lazım'',demek düştü...
o kadar kanıyorduk ki birbirimize dokunmaya korkuyorduk,''Kız kulesine sahip çıkmak lazım'', diyorduk....
ve birbirimize dokunmadan çok üşüyorduk...
çok üşüyorduk...
Not:Onpunto/6.11.2007
7 Eylül 2008 Pazar
şiirlemeler...
1
Kokun gece sefası
İçtim kana kana
Aşk açtı içim
Yıldız yıldız
Aşk...
2
derin bir gece olmak vardı
şimdi başlı başına
3
Ne yazık
Bir gün gidersem
İhtimal
Bir başıma
Tek senin yüzün kalacak
4
Çok baktım geceye
Karanlığıyla da yıldızıyla da sıkı ahbaptık...
Umut kayan bir yıldıza takılı
boşvermeli boşvermeli
ta en dibine kadar...
ta en dibine kadar şerefe!
Kokun gece sefası
İçtim kana kana
Aşk açtı içim
Yıldız yıldız
Aşk...
2
derin bir gece olmak vardı
şimdi başlı başına
3
Ne yazık
Bir gün gidersem
İhtimal
Bir başıma
Tek senin yüzün kalacak
4
Çok baktım geceye
Karanlığıyla da yıldızıyla da sıkı ahbaptık...
Umut kayan bir yıldıza takılı
boşvermeli boşvermeli
ta en dibine kadar...
ta en dibine kadar şerefe!
26 Ağustos 2008 Salı
Kıyılardan...
Şimdi yoldan geldim,yorgunum.Birikmiş bir sürü hikaye getirdim kıyılardan...Sanırım...Eminim...Öyledir...Mesela bir şair tanıdım ve bir yazar ve bir idealist türkü üstadı.Ve daha daha niceleri...
Tek kulağı emitasyon pırlanta küpeli, 17 yaşında olduğunu söyleyen ama 15'lik gösteren,Şırnak'a gidip öldürmeyi düşleyen pansiyoncu Can;Ayşe Arman'ın yerlere göklere koyamadığı Gümüşlük Mimoza'nın sahibi Ağrılı pelteleşmiş Fikret...Fikret hariç(anlatıldığı gibi bulmadım ve bir kez daha sabun köpüğü hayatlara inanılmaması gerektiğini test etmiş oldum,ilerde anlatırım...),diğerleri sizin gibi,bizim gibi,hepimiz gibi.İçimizdeler,soluk alıyorlar,yaşıyorlar,görüyorlar,mütevazi ve insan ve yazıyorlar.Ve belki de sırf bu yüzden hep saklanıyorlar...Ve zaten hep bu yüzden büyüyorlar.Gören görüyor ama...Duyan duyuyor...
Anlatacak çok şey var aslında...Zamanla çıkıp gelirler...Biliyorum...Şimdilik bir şiir;
ELLERİNDE YALNIZLIĞIM KALDI
Hangi şaraba yazılsam üzüm kokuyorsun
Yağmurun altında üşüyen ellerinde kaldı yalnızlığım
sesim tenha bir sokaktan geçiyor duvarlara çarparak
bu kentte benimle birlikte üşüyor kuşlar yoksa
aşk yoksa ayrılıklar düşüyor balkonlardan
sonra sen Bodrum feribotunu kaçırmış gözlerle
unutulmuş bir öykünün içinden çıkıp geliyorsun
içimde ince bir düşün kırılır
yazmak da bir yalnızlıktır
yazdıkça çoğalırsın/çoğaltırsın
bir gülüş kalır senden geriye
bir gün yaşamaya da ölüme de alışırsın
ne zaman seni unutsam ellerin geliyor aklıma
bak yine dudaklarımdan açıldın yeşile
ateşimi bedeninle söndüren bir orman gibi
düşüyorsun günüme gündüzüm oluyorsun
sonra hiçbir şey söylemeden alıp başını gidiyorsun
saçlarının ıslaklığı gözlerimde kalıyor
hangi türküye dokunsam ağlamaklı oluyor
hangi şaraba yazılsam üzüm kokuyor.../İsa İnan-Gözlerinde Uyanmak
......
Yok yok,ben size 5 kilo fazlam var palavrasıyla bilmem ne sağlık merkezine kapanan katırımsıtrak köşeciler gibi kızımın hebele hübele bir şekilde kolluklarla nasıl da şirin bir şekilde yüzdüğünü ''ayee ayee ,yüjüyoyum ayee!'' dediğini;kızımın minik ayıcığı ve İkea çadırına olan bağlılığını, -ki zaten böyle bişi de yok-,anlatacak değilim...Bu kadar çıldırmış olamam.Az buçuk okura bir saygımız var ve okuru benim kızımın nasıl yüzdüğünün pek ilgilendirdiğini de sanmıyorum.Hatta hiç sanmıyorum...Yok yani tatildeyken İzmir'de bombalar patlarken bu tarz tatil anıları filan okudum da o yüzden...Neyse...Devam edecek...
Tek kulağı emitasyon pırlanta küpeli, 17 yaşında olduğunu söyleyen ama 15'lik gösteren,Şırnak'a gidip öldürmeyi düşleyen pansiyoncu Can;Ayşe Arman'ın yerlere göklere koyamadığı Gümüşlük Mimoza'nın sahibi Ağrılı pelteleşmiş Fikret...Fikret hariç(anlatıldığı gibi bulmadım ve bir kez daha sabun köpüğü hayatlara inanılmaması gerektiğini test etmiş oldum,ilerde anlatırım...),diğerleri sizin gibi,bizim gibi,hepimiz gibi.İçimizdeler,soluk alıyorlar,yaşıyorlar,görüyorlar,mütevazi ve insan ve yazıyorlar.Ve belki de sırf bu yüzden hep saklanıyorlar...Ve zaten hep bu yüzden büyüyorlar.Gören görüyor ama...Duyan duyuyor...
Anlatacak çok şey var aslında...Zamanla çıkıp gelirler...Biliyorum...Şimdilik bir şiir;
ELLERİNDE YALNIZLIĞIM KALDI
Hangi şaraba yazılsam üzüm kokuyorsun
Yağmurun altında üşüyen ellerinde kaldı yalnızlığım
sesim tenha bir sokaktan geçiyor duvarlara çarparak
bu kentte benimle birlikte üşüyor kuşlar yoksa
aşk yoksa ayrılıklar düşüyor balkonlardan
sonra sen Bodrum feribotunu kaçırmış gözlerle
unutulmuş bir öykünün içinden çıkıp geliyorsun
içimde ince bir düşün kırılır
yazmak da bir yalnızlıktır
yazdıkça çoğalırsın/çoğaltırsın
bir gülüş kalır senden geriye
bir gün yaşamaya da ölüme de alışırsın
ne zaman seni unutsam ellerin geliyor aklıma
bak yine dudaklarımdan açıldın yeşile
ateşimi bedeninle söndüren bir orman gibi
düşüyorsun günüme gündüzüm oluyorsun
sonra hiçbir şey söylemeden alıp başını gidiyorsun
saçlarının ıslaklığı gözlerimde kalıyor
hangi türküye dokunsam ağlamaklı oluyor
hangi şaraba yazılsam üzüm kokuyor.../İsa İnan-Gözlerinde Uyanmak
......
Yok yok,ben size 5 kilo fazlam var palavrasıyla bilmem ne sağlık merkezine kapanan katırımsıtrak köşeciler gibi kızımın hebele hübele bir şekilde kolluklarla nasıl da şirin bir şekilde yüzdüğünü ''ayee ayee ,yüjüyoyum ayee!'' dediğini;kızımın minik ayıcığı ve İkea çadırına olan bağlılığını, -ki zaten böyle bişi de yok-,anlatacak değilim...Bu kadar çıldırmış olamam.Az buçuk okura bir saygımız var ve okuru benim kızımın nasıl yüzdüğünün pek ilgilendirdiğini de sanmıyorum.Hatta hiç sanmıyorum...Yok yani tatildeyken İzmir'de bombalar patlarken bu tarz tatil anıları filan okudum da o yüzden...Neyse...Devam edecek...
4 Ağustos 2008 Pazartesi
Türkan Şoray mısın?Lale Belkıs mı?
Aslında bir zamanlar burun kıvırıp,''hadi canım sende'' diye bir meczubu izler gibi izlediğim eski Türk filmlerinin artık o kadar da saçma sapan olmadığını düşünüyorum.Sanırım bu durumun yaşanmışlıklarla da alakası var.Tek bir farkla;Türk filmlerinde hep iyiler kazanırdı,mutlu son olurdu.Gerçek hayatta galiba Lale Belkıs’lar,Suzan Avcılar kazanıyor.Türkan Şoray’lar,Hülya Koçyiğitler değil…
Gerçi kazanmak ve kaybetmek fiilleri de ''neye göre kazanmak?'' ya da ''neye göre kaybetmek?'' diye tartışmaya açıktır.Kaybederken kazanıyorsundur da aslında…
Ama ben kadınların artık kendi içlerindeki düşmanları görmelerini istiyorum.Yani kadın erkek eşitliği;kadın haklarını savunmak;cins ayrımına gidilmesine karşı bir duruş sergilemek ve feminizme evet denilmelerle birlikte ‘’içimizdeki düşmanların’’deşifre edilmesinden ve kanlı bir tükürük gibi tükürülmesinden yanayım.
Niye?
Şöyle bir sorun var; Kadının kadına yaptığını aslında hiç kimse kimseye de yapamaz.Bunun da masaya yatırılması gerekiyor.Bu öyle sinsi bir hastalıktır ki yavaş yavaş ilerler ve gözle görülür kadar bariz de değildir en başlarda…Teşhis ve tedavisi zordur.İspatı, bir o kadar zor.Ancak, böyle bir gerçeklik vardır.Bence elini vicdanına koyabilen hiçbir kadın da bu gerçekliği yadsıyamaz.Bu, kadın hareketlerini baltalamak değil bence...Kadının kadınla ve hayatla dayanışması açısından çok da önemli bir gerçekliktir.
Hayatımı gözden geçirdiğimde, dürüst olmak gerekirse en iyi dostluğu kadınlardan gördüm diyemiyorum ne yazıkki! Evet çok sevdiğim sağlam, bir elin beş parmağı kadar kadın dostum var ama hayatım boyunca en büyük kötülükleri de kadınlardan gördüm.Amacım kesinlikle cins ayrımına gitmek değil.Sadece gerçeklerden kaçmamak.Bu kadınca kötülüklerin de bir tek kendi başıma geldiğini sanmıyorum.
Sürekli Lale Belkıs’larla karşılaşmaktan ve sözde tökezletilmekten;hayata onlar yüzünden sürekli sözde yenik düşüp düşüp de güçlenerek ayağa kalkmalardan filan sıkıldım çünkü...
Lale Belkıs nasıldır?Türk filmlerindeki karakteri nedir?;Sinsidir,adice planlar kurar,Türkan Şoray’ın yuvasını yıkar;kocasından, sevgilisinden eder;çok harika,mükemmel yalanlar söyler; Lale Belkıs’larca büyütülen saftirik erkekleri yine Lale Belkıs’lar ,allem eder kallem eder ve kandırır.Suzan Avcı da az değildir hani.Bu karakterler,sürekli Türkan Şoray’ları ve Hülya Koçyiğit’leri darmaduman ederler.Bir bakarsınız ,Türkan Şoray vapurdadır,gözü yaşlıdır ya da yürüyordur sokaklarda…Sokaklar boş ve çaresizdir.Türkan Şoray da yalnız,aldatılmış ve çaresiz…Ve hiç kimse onun masumiyetine inanmıyordur,lanetlenmiştir sanki…Hıck!(hıçkırık ve ağlama efekti)
Mesela iş hayatımdaki Lale Belkıs’lar ya işimden istifa etmeme sebep olmuşlardır ya da sinsice planlarıyla iş akdimin feshine…Küpemin ne kadar güzel olduğunu söyleyen ve bana bir düzine methiyeler düzen ve hiçbir sorunumun olmadığını zannettiğim bir Lale Belkıs yüzünden kalp krizi geçiren babamı kaybediyordum az kaldı.Beni bilen babam,bana yaşatılanları hazmedememişti.Öyle kalleşçe ve muhbirce bir senaryonun içine sokmuştu ki bu Lale Belkıs beni,olaydaki masumiyetimi anlatabilmem mümkün değildi.Ayrılman ve bu iğrenç oyunların içinden kaçmaktan başka çaren kalmıyordu.Tıpkı Türk filmlerindeki Türkan Şoray gibi yalnız ve umarsız kalıyordun…Tezgahlarını öyle güzel kuruyorlardı ki o anda ve o mekanda hiçbir kimse size inanmıyordu.Herkes kör,dilsiz ve sağırlaşıyordu.O kadar Türkan Şoray’laşıyordunuz yani…
Keza evlilik yaşamında da öyle…Hangi kadın,kaynanaların,elti ve görümcelerin Lale Belkıs’lığına maruz kalmıyor ki?Ben hiçbir zaman Lale Belkıs ve Suzan Avcı taktiklerinin kadını olamadım.Ve bu toplumda ,benim gibi o oyunların insanı olamamış bir sürü Türkan Şoray’lar olduğunu da tahmin edebiliyorum.
Ne oluyordu?Yüzyıllardır erkek egemenliği altında ezilen kadın;ailede,evde,işte her yerde ezilen kadın,biraz ortaya çıkınca,biraz yetkilendirilince hınçlanıyor ve en zayıftan mı başlıyordu intikamlanmaya?Kimbilir?Sosyolog değilim ama bence bu da olasılıklar dahilinde.
Evet, kadının yanında ve umarsız durumdaki pek çok kadına yardım elini açan,bu kadınları koruyan ve kollayan ve hayata kazandıran bir sürü dernek var.;
Ancak yıllar önce hiç unutmam meraktan gittiğim bir meşhur kadın derneğinde ,masada oturan yetkili kadının,hizmetli konumundaki ezik kadını çağırıp’’Şu anahtarları al,şu adresteki dükkana git ve şunları,şunları yapıp gel’’ tarzı hınç ve hırs dolu direktiflerini görüp daha kendi içlerinde demokrasiyi,dayanışmayı sağlayamamış bu dernekten, bu hiyerarşi silsilelerinin içinden kendimi nasıl sokağa fırlattığımı da çok iyi biliyorum ben…
Bizi hayatta Türkan Şoray’laşmak zorunda bırakan Lale Belkıs’ların varlığını sorgulamak lazım.Zaten onlar pis bir kabus gibi bir şekilde bir yerlerde karşınıza dikilecekler.Adi,aşifte,haddini bilmez şekilde.Egolarını egolarını/allah versin belalarını(beladaki ''a'' harfini kısa söyleyelim);alt alçak ben,üst alçak benlerini;cartlarını curtlarını;kılıçlarını,silahlarını kuşanarak...Ve sinsice ellerini ovuşturup,Türkan Şoray'ı kovacakları günün ,ahh o anın hayaliyle bekleyecekler kapıda tıpkı bir vampirella gibi...Düşünsenize,sadece bu şekilde doyuma ulaşan zavallı bir hayat!Dünyaları küçük,mini minnacık ve bütünüyle bu ''kovma şartlı refleksi'' üzerine endekslenerek yaşayan prematüre bir beyinle karşı karşıyasınız...
İşte size çözümü!Kronik kompleksli kadınlarla baş etme yöntemi artık çok kolay!Müessesemiz size bu işin püf noktasını açıklıyor!Az sonra!
Hani bu Lale Belkıs'lar sebebiyle hayatın dikenli yollarında habire tökezletilip,her ayağa kalkışımızda çok güçleniyoruz ya?Hah işte o zaman Türkan Şoray'ın filmlerde eksik bıraktığı o cümleyi Lale Belkıs'lara mutlaka söylemek ve derhal oradan uzaklaşmak lazım...Çünkü bu adilerle dövüşmek zamanınızdan çalar ve kaçak dövüştükleri,puştça vur-kaç yaptıkları için o değerli zamanlarınızı bunlarla harcayıp nefes tüketmek bu doyurulmamış ve asla doyurulamayacak egoları çok daha zevkin doruklarına çıkaracaktır...Onları doyurmayınız!Bırakınız aç kalsınlar,bırakınız şişip şişip patlasınlar!Yöntem kısa ve net...Tek bir cümle;
''Hassittir!''
.......
Çok önemli not;Erkekler ,eğer bu sorun onlarda da varsa bu yazıyı ''Kadir inanır mısın?Nuri Alço mu?'' şeklinde düşünüp,Türkan Şoray yerine Kadir İnanır'ı,Lale Belkıs yerine Nuri Alço'yu koyarak okuyabilirler.Onlarda böyle bir sorun var mı bilmiyorum...(Ne yalan söyleyeyim,olduğunu da pek sanmıyorum)
Gerçi kazanmak ve kaybetmek fiilleri de ''neye göre kazanmak?'' ya da ''neye göre kaybetmek?'' diye tartışmaya açıktır.Kaybederken kazanıyorsundur da aslında…
Ama ben kadınların artık kendi içlerindeki düşmanları görmelerini istiyorum.Yani kadın erkek eşitliği;kadın haklarını savunmak;cins ayrımına gidilmesine karşı bir duruş sergilemek ve feminizme evet denilmelerle birlikte ‘’içimizdeki düşmanların’’deşifre edilmesinden ve kanlı bir tükürük gibi tükürülmesinden yanayım.
Niye?
Şöyle bir sorun var; Kadının kadına yaptığını aslında hiç kimse kimseye de yapamaz.Bunun da masaya yatırılması gerekiyor.Bu öyle sinsi bir hastalıktır ki yavaş yavaş ilerler ve gözle görülür kadar bariz de değildir en başlarda…Teşhis ve tedavisi zordur.İspatı, bir o kadar zor.Ancak, böyle bir gerçeklik vardır.Bence elini vicdanına koyabilen hiçbir kadın da bu gerçekliği yadsıyamaz.Bu, kadın hareketlerini baltalamak değil bence...Kadının kadınla ve hayatla dayanışması açısından çok da önemli bir gerçekliktir.
Hayatımı gözden geçirdiğimde, dürüst olmak gerekirse en iyi dostluğu kadınlardan gördüm diyemiyorum ne yazıkki! Evet çok sevdiğim sağlam, bir elin beş parmağı kadar kadın dostum var ama hayatım boyunca en büyük kötülükleri de kadınlardan gördüm.Amacım kesinlikle cins ayrımına gitmek değil.Sadece gerçeklerden kaçmamak.Bu kadınca kötülüklerin de bir tek kendi başıma geldiğini sanmıyorum.
Sürekli Lale Belkıs’larla karşılaşmaktan ve sözde tökezletilmekten;hayata onlar yüzünden sürekli sözde yenik düşüp düşüp de güçlenerek ayağa kalkmalardan filan sıkıldım çünkü...
Lale Belkıs nasıldır?Türk filmlerindeki karakteri nedir?;Sinsidir,adice planlar kurar,Türkan Şoray’ın yuvasını yıkar;kocasından, sevgilisinden eder;çok harika,mükemmel yalanlar söyler; Lale Belkıs’larca büyütülen saftirik erkekleri yine Lale Belkıs’lar ,allem eder kallem eder ve kandırır.Suzan Avcı da az değildir hani.Bu karakterler,sürekli Türkan Şoray’ları ve Hülya Koçyiğit’leri darmaduman ederler.Bir bakarsınız ,Türkan Şoray vapurdadır,gözü yaşlıdır ya da yürüyordur sokaklarda…Sokaklar boş ve çaresizdir.Türkan Şoray da yalnız,aldatılmış ve çaresiz…Ve hiç kimse onun masumiyetine inanmıyordur,lanetlenmiştir sanki…Hıck!(hıçkırık ve ağlama efekti)
Mesela iş hayatımdaki Lale Belkıs’lar ya işimden istifa etmeme sebep olmuşlardır ya da sinsice planlarıyla iş akdimin feshine…Küpemin ne kadar güzel olduğunu söyleyen ve bana bir düzine methiyeler düzen ve hiçbir sorunumun olmadığını zannettiğim bir Lale Belkıs yüzünden kalp krizi geçiren babamı kaybediyordum az kaldı.Beni bilen babam,bana yaşatılanları hazmedememişti.Öyle kalleşçe ve muhbirce bir senaryonun içine sokmuştu ki bu Lale Belkıs beni,olaydaki masumiyetimi anlatabilmem mümkün değildi.Ayrılman ve bu iğrenç oyunların içinden kaçmaktan başka çaren kalmıyordu.Tıpkı Türk filmlerindeki Türkan Şoray gibi yalnız ve umarsız kalıyordun…Tezgahlarını öyle güzel kuruyorlardı ki o anda ve o mekanda hiçbir kimse size inanmıyordu.Herkes kör,dilsiz ve sağırlaşıyordu.O kadar Türkan Şoray’laşıyordunuz yani…
Keza evlilik yaşamında da öyle…Hangi kadın,kaynanaların,elti ve görümcelerin Lale Belkıs’lığına maruz kalmıyor ki?Ben hiçbir zaman Lale Belkıs ve Suzan Avcı taktiklerinin kadını olamadım.Ve bu toplumda ,benim gibi o oyunların insanı olamamış bir sürü Türkan Şoray’lar olduğunu da tahmin edebiliyorum.
Ne oluyordu?Yüzyıllardır erkek egemenliği altında ezilen kadın;ailede,evde,işte her yerde ezilen kadın,biraz ortaya çıkınca,biraz yetkilendirilince hınçlanıyor ve en zayıftan mı başlıyordu intikamlanmaya?Kimbilir?Sosyolog değilim ama bence bu da olasılıklar dahilinde.
Evet, kadının yanında ve umarsız durumdaki pek çok kadına yardım elini açan,bu kadınları koruyan ve kollayan ve hayata kazandıran bir sürü dernek var.;
Ancak yıllar önce hiç unutmam meraktan gittiğim bir meşhur kadın derneğinde ,masada oturan yetkili kadının,hizmetli konumundaki ezik kadını çağırıp’’Şu anahtarları al,şu adresteki dükkana git ve şunları,şunları yapıp gel’’ tarzı hınç ve hırs dolu direktiflerini görüp daha kendi içlerinde demokrasiyi,dayanışmayı sağlayamamış bu dernekten, bu hiyerarşi silsilelerinin içinden kendimi nasıl sokağa fırlattığımı da çok iyi biliyorum ben…
Bizi hayatta Türkan Şoray’laşmak zorunda bırakan Lale Belkıs’ların varlığını sorgulamak lazım.Zaten onlar pis bir kabus gibi bir şekilde bir yerlerde karşınıza dikilecekler.Adi,aşifte,haddini bilmez şekilde.Egolarını egolarını/allah versin belalarını(beladaki ''a'' harfini kısa söyleyelim);alt alçak ben,üst alçak benlerini;cartlarını curtlarını;kılıçlarını,silahlarını kuşanarak...Ve sinsice ellerini ovuşturup,Türkan Şoray'ı kovacakları günün ,ahh o anın hayaliyle bekleyecekler kapıda tıpkı bir vampirella gibi...Düşünsenize,sadece bu şekilde doyuma ulaşan zavallı bir hayat!Dünyaları küçük,mini minnacık ve bütünüyle bu ''kovma şartlı refleksi'' üzerine endekslenerek yaşayan prematüre bir beyinle karşı karşıyasınız...
İşte size çözümü!Kronik kompleksli kadınlarla baş etme yöntemi artık çok kolay!Müessesemiz size bu işin püf noktasını açıklıyor!Az sonra!
Hani bu Lale Belkıs'lar sebebiyle hayatın dikenli yollarında habire tökezletilip,her ayağa kalkışımızda çok güçleniyoruz ya?Hah işte o zaman Türkan Şoray'ın filmlerde eksik bıraktığı o cümleyi Lale Belkıs'lara mutlaka söylemek ve derhal oradan uzaklaşmak lazım...Çünkü bu adilerle dövüşmek zamanınızdan çalar ve kaçak dövüştükleri,puştça vur-kaç yaptıkları için o değerli zamanlarınızı bunlarla harcayıp nefes tüketmek bu doyurulmamış ve asla doyurulamayacak egoları çok daha zevkin doruklarına çıkaracaktır...Onları doyurmayınız!Bırakınız aç kalsınlar,bırakınız şişip şişip patlasınlar!Yöntem kısa ve net...Tek bir cümle;
''Hassittir!''
.......
Çok önemli not;Erkekler ,eğer bu sorun onlarda da varsa bu yazıyı ''Kadir inanır mısın?Nuri Alço mu?'' şeklinde düşünüp,Türkan Şoray yerine Kadir İnanır'ı,Lale Belkıs yerine Nuri Alço'yu koyarak okuyabilirler.Onlarda böyle bir sorun var mı bilmiyorum...(Ne yalan söyleyeyim,olduğunu da pek sanmıyorum)
Etiketler:
Feminizm,
Hülya Koçyiğit,
Kadir İnanır,
klişe,
Lale Belkıs,
Nuri Alço,
öğreti,
sosyolog,
Suzan Avcı,
tükürük,
Türkan Şoray
26 Temmuz 2008 Cumartesi
Çok seksi bi yazı...
Uzun zamandan beri bu yazıyı tamamlamayı planlıyordu.En sonunda bütün enerjisini topladı ve yazmaya karar verdi…
Evet…
Ama bir dakika…Önce kettle’da su kaynatması ve nescafe içmesi gerekiyordu.Tam kettle ‘a su dolduracaktı ki…Hayır,hayır…O entel,dantel biri değildi,nescafe içmemesi gerekiyordu.Türk kahvesi ne güne duruyorduki canım?Cık cık cık…Çok kızdı kendine,’’hayret bişeysin yani!’’ diye homur homur homurdanarak derhal kettle’daki suyu boşalttı.Tezgahtaki cezveye uzandı…2 tatlı kaşığı kahve,bir fincan su…Biraz karıştır…Çok karıştırma,köpüğü gider…Evet…İşte kahvesi de hazırdı…
Amanin!O da ne?Hiç kahve olur da sigara olmaz mı?Derhal çekmeceyi açtı ve fakat sigaranın esamesi okunmuyordu çekmecede…Bakkalı aramalıydı…Ya da…Tüh!...Aaaa neyse ya,puro ne güne duruyor?Hem kahveyle daha güzel olmaz mı?Tamam…
Puro,kahve ve klavye…Çok entelektüel bir ortam...Dikkatinizi çekerim;entel değil,entelektüel…
Neyse…Derin bir nefes aldı…
Şaka da şuka da, şaka da şuka da…Yazmaya başladı;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Hayır hayır yazamıyordu…Cümlenin sonunu bir türlü getiremiyordu…Toplumsal duruşuna,siyasi kimliğine,o vakur tavrına,varoluşuna,yüklendiği misyona yakıştıramıyordu…Onu okuyanlar,tanıyanlar, hakkında ne düşünürdü sonra?...Ancak…Ancak,başarmalıydı…Evet evet başarmalıydı!...Bu ruhuna ket vuran engelleri,bu beyninin özgürlüğünü sınırlayan prangaları kırıp atmalıydı…Tabularını yıkmalıydı birer birer…
Evet,yapmalıydı bunu…
Belki üzerine daha ferah şeyler giyerse,şöyle dekolte bişeyler,sanki o zaman daha bir yoğunlaşmış olacak;yazının akışına kendini bırakabilecekti…Hemen gardrobuna koştu ve en degaje geceliğini giydi üzerine…Bi an tuvalet masasındaki parfüm gözüne ilişti…Ohh, sıktı bol bol…
Tamam…İşte şimdi yazabilirdi…Şaka da şuka da, şaka da şuka da;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Ve fakat ‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’cümlesinin sonunu yine getiremiyordu işte…Kahretsin!
Konsantre olmak için flörtünü aramalıydı…Aradı;hoş, beş ettiler;canımlar,aşkımlar,hayatımlar,sen nasılsınlar,ben iyiyimler…Galiba bayağı bi konsantre olmaya başlamıştı...
Tekrar oturdu klavyenin başına;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Olmuyordu,olamıyordu…’’Off! Yeter artık!Kocaman bir insansın sen!Kendine gel yaa!’’ diye söylendi…
Tekrar derin bir nefes;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının KANUNUNU ve en sevdikleri şarkıyı çalıp,söylemeye başladı…’Tûti-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil /Çarh ile söyleşemem âyinesi sâf değil’…’’
Ohh be!Dünya varmış!
İşte bu yaa!Bu!
...................
Dip not:
(*)Tûti-i mu'cize-gûyem;
Nef i'nin en çok bilinen gazellerinden olup 3 feilâtün, 1 feilün kalıbıyla yazılmıştır.Daha sonra bu gazel Itri tarafından bestelenmiştir;
Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
(Mucize söyleyen bir papağanım ben, dediklerim boş laf değil
Felekle konuşamam, onun kalbi temiz değil.)
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
(Kalbi temiz olmayana gönül ehlidir diyemem
Gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir şey değil.)
Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil
(Felek alçak ve dünya kıymet bilmez ise de
inciye benzeyen sözümün değerini gene düşünce bilir.)
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil
(Şiir hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti
Aleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan gözüyle bakılmaz.)
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil
(Nef’inin temiz gönlü şiirin levh-i mahfuz (kader levhası)udur
Dostlarınki gibi kitapçı dükkanı değil.)
(*)Uludagsozluk.com ve Vikikaynak'tan alıntıdır.
Evet…
Ama bir dakika…Önce kettle’da su kaynatması ve nescafe içmesi gerekiyordu.Tam kettle ‘a su dolduracaktı ki…Hayır,hayır…O entel,dantel biri değildi,nescafe içmemesi gerekiyordu.Türk kahvesi ne güne duruyorduki canım?Cık cık cık…Çok kızdı kendine,’’hayret bişeysin yani!’’ diye homur homur homurdanarak derhal kettle’daki suyu boşalttı.Tezgahtaki cezveye uzandı…2 tatlı kaşığı kahve,bir fincan su…Biraz karıştır…Çok karıştırma,köpüğü gider…Evet…İşte kahvesi de hazırdı…
Amanin!O da ne?Hiç kahve olur da sigara olmaz mı?Derhal çekmeceyi açtı ve fakat sigaranın esamesi okunmuyordu çekmecede…Bakkalı aramalıydı…Ya da…Tüh!...Aaaa neyse ya,puro ne güne duruyor?Hem kahveyle daha güzel olmaz mı?Tamam…
Puro,kahve ve klavye…Çok entelektüel bir ortam...Dikkatinizi çekerim;entel değil,entelektüel…
Neyse…Derin bir nefes aldı…
Şaka da şuka da, şaka da şuka da…Yazmaya başladı;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Hayır hayır yazamıyordu…Cümlenin sonunu bir türlü getiremiyordu…Toplumsal duruşuna,siyasi kimliğine,o vakur tavrına,varoluşuna,yüklendiği misyona yakıştıramıyordu…Onu okuyanlar,tanıyanlar, hakkında ne düşünürdü sonra?...Ancak…Ancak,başarmalıydı…Evet evet başarmalıydı!...Bu ruhuna ket vuran engelleri,bu beyninin özgürlüğünü sınırlayan prangaları kırıp atmalıydı…Tabularını yıkmalıydı birer birer…
Evet,yapmalıydı bunu…
Belki üzerine daha ferah şeyler giyerse,şöyle dekolte bişeyler,sanki o zaman daha bir yoğunlaşmış olacak;yazının akışına kendini bırakabilecekti…Hemen gardrobuna koştu ve en degaje geceliğini giydi üzerine…Bi an tuvalet masasındaki parfüm gözüne ilişti…Ohh, sıktı bol bol…
Tamam…İşte şimdi yazabilirdi…Şaka da şuka da, şaka da şuka da;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Ve fakat ‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’cümlesinin sonunu yine getiremiyordu işte…Kahretsin!
Konsantre olmak için flörtünü aramalıydı…Aradı;hoş, beş ettiler;canımlar,aşkımlar,hayatımlar,sen nasılsınlar,ben iyiyimler…Galiba bayağı bi konsantre olmaya başlamıştı...
Tekrar oturdu klavyenin başına;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının ka…’’
Olmuyordu,olamıyordu…’’Off! Yeter artık!Kocaman bir insansın sen!Kendine gel yaa!’’ diye söylendi…
Tekrar derin bir nefes;
‘’…Erkek usulca eliyle okşadı kadının KANUNUNU ve en sevdikleri şarkıyı çalıp,söylemeye başladı…’Tûti-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil /Çarh ile söyleşemem âyinesi sâf değil’…’’
Ohh be!Dünya varmış!
İşte bu yaa!Bu!
...................
Dip not:
(*)Tûti-i mu'cize-gûyem;
Nef i'nin en çok bilinen gazellerinden olup 3 feilâtün, 1 feilün kalıbıyla yazılmıştır.Daha sonra bu gazel Itri tarafından bestelenmiştir;
Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
(Mucize söyleyen bir papağanım ben, dediklerim boş laf değil
Felekle konuşamam, onun kalbi temiz değil.)
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
(Kalbi temiz olmayana gönül ehlidir diyemem
Gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir şey değil.)
Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil
(Felek alçak ve dünya kıymet bilmez ise de
inciye benzeyen sözümün değerini gene düşünce bilir.)
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil
(Şiir hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti
Aleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan gözüyle bakılmaz.)
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil
(Nef’inin temiz gönlü şiirin levh-i mahfuz (kader levhası)udur
Dostlarınki gibi kitapçı dükkanı değil.)
(*)Uludagsozluk.com ve Vikikaynak'tan alıntıdır.
19 Temmuz 2008 Cumartesi
Pollyanna'nın el kitabı-1-
‘’Bugün hava çok sıcaktı… Ensemdeki terler neredeyse donuma kadar ulaşmışken ve bu halde, o icra dairesi senin bu icra dairesi benim koştururken birden durup düşündüm;ya şimdi kar yağsaydı?Daha mı iyiydi?Birden bire aklıma çığ altında kalan evler geldi ya da ne bileyim fırtınada sokakta kalmış kibritçi kız;ya da sel suları altında kalmış,evini su basmış insanlar…Ve halime şükredip ,mutlu oldum…
İcra dairesinde dosya istediğim çocuk bana tuhaf tuhaf davranıp,homur homur homurdansa da ‘’insanlar farklı farklıdır,cins cinstir;bu tür farklılıklar olmasa hayat ne kadar da sıkıcı olurdu’’ deyip,mutlu oldum…Çünkü o da insan be anacığım,bi şekilde stresini atması lazım.Ya stresini bana yüklemeseydi de dolup dolup birini öldürseydi,daha mı iyi olurdu alimallah?
Aylardır araba almaya çalışıp, herkesin farklı farklı markalar söylemesi ve misal ‘’ayy Alman arabalarından şaşma anacığım,çok sağlam oluyor'' ya da ‘’ay sakın sıfır alma,boşu boşuna o kadar para verecen,sonra da değer kaybedecek!’’ ya da ‘’ayy sıfır al,napıcan 2. eli,kadın başına oto sıınaayilerde mi uğraşıcan?’’ diyerek kafamı allak bullak etmeleri yüzünden tabanvaylara asılıp da bu çöl sıcağında yürüdüğüm için mutlu oldum,zira yürümek insan metabolizması için dünyanın en faydalı şeyi…
Ki zaten arabam olsaydı adliyeden yaklaşık 500 metre aşağıdaki ‘’Meşhur Hasanpaşa Fasülyecisi’’ ne gidemeyecektim.On saat, yok efendim park sorunu,yok efendim park ücreti derken astarı yüzünden pahalıya gelecekti…İşin yoksa uğraş…Gerçi o da beyinsel fonksiyonlarımın çalışmasına yardımcı olurdu aslında…E bilirsiniz çalışan organlar gelişir,öyle değil mi?
Ya da İspark görevlisi başımda bitecek ve ben de kendisine ''ayy canım,ne kadar yoruluyorsun bu sıcaklarda,allah yardımcın olsun,karnın aç mı?bi ihtiyacın var mı?Bak ölümü ye!Sakın çekinme!Sölee,söleee!''diye ısrar edecek ve ona yardım etmek için bütün muhit esnafını dolaşmaya başlayacaktım.Sonra da bakkalı,lokantacısı,kasabı,manavı,fırını hep birlikte ''hayat sevincee güzelll/sevince tatlı günler/ bir kuşu kelebeği/ bir taşı sevin yeterrr!'' şarkısını dans ederek Hasanpaşa'da hep birlikte söylemeye başlayacaktık...Zaten böyle anlarda derhal hazırda bekleyen bir orkestram da var...Ben de bilmiyorum hemen nerden çıkıp geliyorlar ama direkt senkronize olabiliyoruz.Sanırım artık aramızda tatlı bir telepati hali hasıl olmuş...
Yağ içinde yüzen fasülyeyi yedikten sonra düşündüm de bu yağı bulamayan insanlar da var…Benim bu yemeği yağlı bulmaya ne hakkım olabilirdiki?Kaldı ki lezzeti de yerindeydi doğrusu…Hatta yağın, motor yağı olabileceğini düşünüp daha da bir mutlu oldum çünkü o da bir yağ ve eğer fasülyeye angaje olabiliyorsa bu aynı zamanda bir buluş olarak bile değerlendirilebilir…Dünya ölçeğinde değerlendirirsek,böylesine dahiane bir buluşu bizden başka hangi ülke yapabilirdiki?Ülkem adına inanın bana, o kadar mutlu olmuşum ki,gözlerimden akan yaşı gören garson çocuğun ‘’abla,al sana mendil getirdim’’ diyen sesiyle irkiliverip,sandalyede sıçrayıvermişim…İnsanlar ne kadar da iyi…Ne kadar!
Bu meşhuurrr pilavüstü fasülyemi bitirdikten sonra ‘’çay içer misin?’’ diye soran garson çocuğa ‘’buranın adı 'Meşhur Hasanpaşa Kurufasulyecisi' olduğuna göre,burası çok mu meşhur?Şubeleri de var mı?’’ diye sorduğumda,’’abla açılalı 2 gün oldu,bak kapıdaki çelenkleri görmüyon mu?Şubesi filan yok,biraz aşağıda buranın patronunun bi de börekçi salonu var’’ yanıtı beni gerçekten de çok mutlu etti…Böylelikle bir yerin açılır açılmaz meşhur olması ve de benim oranın müşterisi olmamın derin sarhoşluğuyla bir kez daha bahtiyar oldum…
Haydi bakalım,kalın mutlulukla…En güzel günler,en güzel geceler sizinle olsun…Nasıl bakarsanız,öyle görürsünüz anacığım…Önemli olan bardağın dolu tarafını görebilmek…Öyle değil mi anacığım?’’
İcra dairesinde dosya istediğim çocuk bana tuhaf tuhaf davranıp,homur homur homurdansa da ‘’insanlar farklı farklıdır,cins cinstir;bu tür farklılıklar olmasa hayat ne kadar da sıkıcı olurdu’’ deyip,mutlu oldum…Çünkü o da insan be anacığım,bi şekilde stresini atması lazım.Ya stresini bana yüklemeseydi de dolup dolup birini öldürseydi,daha mı iyi olurdu alimallah?
Aylardır araba almaya çalışıp, herkesin farklı farklı markalar söylemesi ve misal ‘’ayy Alman arabalarından şaşma anacığım,çok sağlam oluyor'' ya da ‘’ay sakın sıfır alma,boşu boşuna o kadar para verecen,sonra da değer kaybedecek!’’ ya da ‘’ayy sıfır al,napıcan 2. eli,kadın başına oto sıınaayilerde mi uğraşıcan?’’ diyerek kafamı allak bullak etmeleri yüzünden tabanvaylara asılıp da bu çöl sıcağında yürüdüğüm için mutlu oldum,zira yürümek insan metabolizması için dünyanın en faydalı şeyi…
Ki zaten arabam olsaydı adliyeden yaklaşık 500 metre aşağıdaki ‘’Meşhur Hasanpaşa Fasülyecisi’’ ne gidemeyecektim.On saat, yok efendim park sorunu,yok efendim park ücreti derken astarı yüzünden pahalıya gelecekti…İşin yoksa uğraş…Gerçi o da beyinsel fonksiyonlarımın çalışmasına yardımcı olurdu aslında…E bilirsiniz çalışan organlar gelişir,öyle değil mi?
Ya da İspark görevlisi başımda bitecek ve ben de kendisine ''ayy canım,ne kadar yoruluyorsun bu sıcaklarda,allah yardımcın olsun,karnın aç mı?bi ihtiyacın var mı?Bak ölümü ye!Sakın çekinme!Sölee,söleee!''diye ısrar edecek ve ona yardım etmek için bütün muhit esnafını dolaşmaya başlayacaktım.Sonra da bakkalı,lokantacısı,kasabı,manavı,fırını hep birlikte ''hayat sevincee güzelll/sevince tatlı günler/ bir kuşu kelebeği/ bir taşı sevin yeterrr!'' şarkısını dans ederek Hasanpaşa'da hep birlikte söylemeye başlayacaktık...Zaten böyle anlarda derhal hazırda bekleyen bir orkestram da var...Ben de bilmiyorum hemen nerden çıkıp geliyorlar ama direkt senkronize olabiliyoruz.Sanırım artık aramızda tatlı bir telepati hali hasıl olmuş...
Yağ içinde yüzen fasülyeyi yedikten sonra düşündüm de bu yağı bulamayan insanlar da var…Benim bu yemeği yağlı bulmaya ne hakkım olabilirdiki?Kaldı ki lezzeti de yerindeydi doğrusu…Hatta yağın, motor yağı olabileceğini düşünüp daha da bir mutlu oldum çünkü o da bir yağ ve eğer fasülyeye angaje olabiliyorsa bu aynı zamanda bir buluş olarak bile değerlendirilebilir…Dünya ölçeğinde değerlendirirsek,böylesine dahiane bir buluşu bizden başka hangi ülke yapabilirdiki?Ülkem adına inanın bana, o kadar mutlu olmuşum ki,gözlerimden akan yaşı gören garson çocuğun ‘’abla,al sana mendil getirdim’’ diyen sesiyle irkiliverip,sandalyede sıçrayıvermişim…İnsanlar ne kadar da iyi…Ne kadar!
Bu meşhuurrr pilavüstü fasülyemi bitirdikten sonra ‘’çay içer misin?’’ diye soran garson çocuğa ‘’buranın adı 'Meşhur Hasanpaşa Kurufasulyecisi' olduğuna göre,burası çok mu meşhur?Şubeleri de var mı?’’ diye sorduğumda,’’abla açılalı 2 gün oldu,bak kapıdaki çelenkleri görmüyon mu?Şubesi filan yok,biraz aşağıda buranın patronunun bi de börekçi salonu var’’ yanıtı beni gerçekten de çok mutlu etti…Böylelikle bir yerin açılır açılmaz meşhur olması ve de benim oranın müşterisi olmamın derin sarhoşluğuyla bir kez daha bahtiyar oldum…
Haydi bakalım,kalın mutlulukla…En güzel günler,en güzel geceler sizinle olsun…Nasıl bakarsanız,öyle görürsünüz anacığım…Önemli olan bardağın dolu tarafını görebilmek…Öyle değil mi anacığım?’’
15 Temmuz 2008 Salı
Rakel'in gözleri...
Son yılların moda kelimesi ‘’empati’’ nin diğer bir anlamı da ‘’duygudaşlık''mış.
Yalnız bazı kelimeler, bazı duyguları anlatmakta ne kadar yetersiz kalıyor.Ya da bazı kelimeler ,bazı olayları anlatırken ne kadar azalıyor.Şimdi ben, geçen hafta duruşması yapılan Hrant Dink cinayetinin duruşma konuşmalarını okurken orada duruşmayı izleyen Rakel Dink’in gözleri olmaya çalışsam?Hani bu cinayet beni kahretmiş olsa da,lanetlesem de,oldukça yürekten ve acı çekerek ‘’ben de Ermeniyim!’’ o halde desem de Rakel Dink’in yaşadığı o korkunç acıyla duygudaşlık kurmaya çalışsam da…Ne kadar yetersiz kalır öyle değil mi?
Hani duruşmadan izlenimleri,habercilerin yazdıklarını okurken ,Ogün Samast denen o yaratığın rahat tavırlarını salonun bir köşesinde izleyen Rakel Dink’i hayal ediyorum da…
Örneğin Sanık Ogün Samast'ın avukatı Levent Yıldırım, Agos Gazetesi önünden kaçarken televizyonda yer alan görüntülerdeki kişinin göz çevresinin müvekkilinin göz çevresine benzemediğini ileri sürerek, görüntülerdeki kişinin Samast olup olmadığına ilişkin rapor alınmasını istemiş.
Mahkeme Başkanı'nın bunun üzerine görüntülerdeki kişinin kendisi olup olmadığını sorduğu Samast, ''O görüntüler bana benzemiyor. Ancak o benim'' demiş.
Mahkeme Başkanı'nın ısrarla ''O sen misin?'' diye sorması üzerine Samast, ''Görüntülerdeki kişi benim. Olay kapanmış gitmiş zaten'' cevabını vermiş.Şu rahatlığa bakın?
Ve Samast, avukatını ima ederek, ''Manyağa bak'' diye konuşmuş.Kendi avukatına ''manyak'' diyebilecek kadar manyak bir ego haline getirilmiş bir manyak ego anlayacağınız...Sanki bir insanı öldürmemiş;sanki adalet önünde değil,sanki yargılanmıyor da ''Muppet Show''u filan seyrediyor.O kadar lakayıt,o kadar relax yaniii...
Ya Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut’un sorularına verdiği yanıtlar?Fuat Turgut sanık Ogün Samast’a soru soracağını bildirince ,Ogün Samast,’’beni o deli ile muhatap etmeyin’’ diyebiliyor.
Avukat Fuat Turgut sorulmasını istiyor,’’o gün gazete önünden yaptığın ikinci telefon görüşmen Etyen Mahçupyan ile miydi?
Ogün Samast;’’Yok,Jenifer Lopez’di!Beni bu adamla (yani avukatı kastediyor) muhatap etmeyin.’’ diye espri filan da yapabiliyor.
Eee tabi yakalandığı zaman karakollarda, askerlerle,polislerle ense kol vaziyette,elinde de Türk bayrağıyla hatıra fotoğrafı çektirmiş ne de olsa!Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi'yi katlettiği zamanlardaki sorgulamasındaki hallerini hatırlarsanız tıpkı onun gibi kendini mesih,kurtarıcı filan zanneder hale gelmiş,getirilmiş.
Ogün Samast'ın Emniyetçe sorgulanırkenki video görüntülerini seyreden Psikiyatri uzmanlarının ortak görüşüne göre,Ogün Samast,bu cinayete uzunca bir süre beyni yıkanarak,kahraman olacağı düşüncesi aşılanarak bayağı bir hazırlandırılmış.Hani şu Tansu Çiller'in ''devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir'' lafı var ya,hah işte!Aynı korkunç zihniyetin uzantıları bunlar...Yani Ogün ve Ogün'ün arkasındaki güçler, şimdi vatan kurtardıklarını filan zannediyorlar.O kadar övünüyorlar ki kendileriyle,cinayetlerine kılıf yaptıkları ''sözkonusu vatansa gerisi teferruattır'' sözünü pek bir seviyorlar...
Kime karşı?Neye karşı?
Hepimize karşı.
Hrant Dink gibi ,her türlü tehdide rağmen bu ülkeden gitmeyecek kadar ülkesini seven bir insanı öldürmek,hepimize verilen gözdağıdır .
Ogün Samast'a gelince, gerek yakalandığı zamanlardaki gerekse duruşmalardaki asap bozucu bu çirkin hal ve hareketlerini ,kendini kahraman zannetmesi için yıkanan küçük beyinciğine borçluyuz...
Ve hadi Rakel'in gözleri olmaya çalışalım;hayat arkadaşı,sevgilisi,yoldaşı, bu yaratık tarafından öldürülmüş,yok edilmiş Rakel Dink’in mahkeme salonunun bir köşesinden bu konuşmaları dinlerkenki ruh halini bir düşünelim.Ne hale gelir insanın bütün hücreleri?
Hadi bir an için düşünelim...Düşünelim...
Hele Ogün Samast'ın cinayeti nasıl işlediğini anlattığı video görüntüleri?Rakel seyretmiş midir?Cinayeti,otobüse binişini veya yakalanışını anlatma şeklini;''hatta aranan kişi olduğumu otobüste yanımda oturan kişi anlamamış da''…bunu resmen Temel’in laz fıkrasını anlatıyormuşcasına gülerek,sırıtarak anlatışını izlemiş midir Rakel Dink?
İzlemişse ne hale geliyordur?
Biliyoruz ,yüce kalplerce lanetlendi bu korkunç cinayet ama bu densizliği,bu hadsizliği,ahlaksızlığı,insanlıkdışılığı seyreden Rakel ne hale geliyordur?Hangi empati,hangi duygudaşlık Rakel’in yerinde olmaya,onu anlayabilmeye yeterki?
‘’Medya mensuplarına saygılarımı sunuyorum.Onların huzurunda Türk İslam aleminin lideri sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nu selamlıyorum.Ey Müslümanlar,Ey Alperenler kalbinizi ferah tutun.BBP(Büyük Birlik Partisi)iktidara gelene kadar bu kervan yürümeye devam edecek’’ diyebilecek kadar arkasındaki malum güçlere güvenen ve ucuz kahramanlık gösterileri sergileyen faşist beyinleri seyreden Rakel’in üstün sabrını kim taşıyabilirki?
Hrant Dink'in cenazesinde ‘’bir bebekten katil yaratanları sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz’’ diyen Rakel Dink'in derinliğini,bilgeliğini dünkü duruşmada şu lafları edebilen Ogün Samast’lar,Yasin Hayal'ler gibi katiller hangi beyinle hangi yürekle anlayabilirki?
Bu katillerle aynı ülkede yaşıyor olmaktan duyduğum utancı ve derin kederi,Rakel'e hangi kelimeler anlatabilirki?
Ahh Yüce Adalet!Sana güveniyoruz.
Yalnız bazı kelimeler, bazı duyguları anlatmakta ne kadar yetersiz kalıyor.Ya da bazı kelimeler ,bazı olayları anlatırken ne kadar azalıyor.Şimdi ben, geçen hafta duruşması yapılan Hrant Dink cinayetinin duruşma konuşmalarını okurken orada duruşmayı izleyen Rakel Dink’in gözleri olmaya çalışsam?Hani bu cinayet beni kahretmiş olsa da,lanetlesem de,oldukça yürekten ve acı çekerek ‘’ben de Ermeniyim!’’ o halde desem de Rakel Dink’in yaşadığı o korkunç acıyla duygudaşlık kurmaya çalışsam da…Ne kadar yetersiz kalır öyle değil mi?
Hani duruşmadan izlenimleri,habercilerin yazdıklarını okurken ,Ogün Samast denen o yaratığın rahat tavırlarını salonun bir köşesinde izleyen Rakel Dink’i hayal ediyorum da…
Örneğin Sanık Ogün Samast'ın avukatı Levent Yıldırım, Agos Gazetesi önünden kaçarken televizyonda yer alan görüntülerdeki kişinin göz çevresinin müvekkilinin göz çevresine benzemediğini ileri sürerek, görüntülerdeki kişinin Samast olup olmadığına ilişkin rapor alınmasını istemiş.
Mahkeme Başkanı'nın bunun üzerine görüntülerdeki kişinin kendisi olup olmadığını sorduğu Samast, ''O görüntüler bana benzemiyor. Ancak o benim'' demiş.
Mahkeme Başkanı'nın ısrarla ''O sen misin?'' diye sorması üzerine Samast, ''Görüntülerdeki kişi benim. Olay kapanmış gitmiş zaten'' cevabını vermiş.Şu rahatlığa bakın?
Ve Samast, avukatını ima ederek, ''Manyağa bak'' diye konuşmuş.Kendi avukatına ''manyak'' diyebilecek kadar manyak bir ego haline getirilmiş bir manyak ego anlayacağınız...Sanki bir insanı öldürmemiş;sanki adalet önünde değil,sanki yargılanmıyor da ''Muppet Show''u filan seyrediyor.O kadar lakayıt,o kadar relax yaniii...
Ya Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut’un sorularına verdiği yanıtlar?Fuat Turgut sanık Ogün Samast’a soru soracağını bildirince ,Ogün Samast,’’beni o deli ile muhatap etmeyin’’ diyebiliyor.
Avukat Fuat Turgut sorulmasını istiyor,’’o gün gazete önünden yaptığın ikinci telefon görüşmen Etyen Mahçupyan ile miydi?
Ogün Samast;’’Yok,Jenifer Lopez’di!Beni bu adamla (yani avukatı kastediyor) muhatap etmeyin.’’ diye espri filan da yapabiliyor.
Eee tabi yakalandığı zaman karakollarda, askerlerle,polislerle ense kol vaziyette,elinde de Türk bayrağıyla hatıra fotoğrafı çektirmiş ne de olsa!Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi'yi katlettiği zamanlardaki sorgulamasındaki hallerini hatırlarsanız tıpkı onun gibi kendini mesih,kurtarıcı filan zanneder hale gelmiş,getirilmiş.
Ogün Samast'ın Emniyetçe sorgulanırkenki video görüntülerini seyreden Psikiyatri uzmanlarının ortak görüşüne göre,Ogün Samast,bu cinayete uzunca bir süre beyni yıkanarak,kahraman olacağı düşüncesi aşılanarak bayağı bir hazırlandırılmış.Hani şu Tansu Çiller'in ''devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir'' lafı var ya,hah işte!Aynı korkunç zihniyetin uzantıları bunlar...Yani Ogün ve Ogün'ün arkasındaki güçler, şimdi vatan kurtardıklarını filan zannediyorlar.O kadar övünüyorlar ki kendileriyle,cinayetlerine kılıf yaptıkları ''sözkonusu vatansa gerisi teferruattır'' sözünü pek bir seviyorlar...
Kime karşı?Neye karşı?
Hepimize karşı.
Hrant Dink gibi ,her türlü tehdide rağmen bu ülkeden gitmeyecek kadar ülkesini seven bir insanı öldürmek,hepimize verilen gözdağıdır .
Ogün Samast'a gelince, gerek yakalandığı zamanlardaki gerekse duruşmalardaki asap bozucu bu çirkin hal ve hareketlerini ,kendini kahraman zannetmesi için yıkanan küçük beyinciğine borçluyuz...
Ve hadi Rakel'in gözleri olmaya çalışalım;hayat arkadaşı,sevgilisi,yoldaşı, bu yaratık tarafından öldürülmüş,yok edilmiş Rakel Dink’in mahkeme salonunun bir köşesinden bu konuşmaları dinlerkenki ruh halini bir düşünelim.Ne hale gelir insanın bütün hücreleri?
Hadi bir an için düşünelim...Düşünelim...
Hele Ogün Samast'ın cinayeti nasıl işlediğini anlattığı video görüntüleri?Rakel seyretmiş midir?Cinayeti,otobüse binişini veya yakalanışını anlatma şeklini;''hatta aranan kişi olduğumu otobüste yanımda oturan kişi anlamamış da''…bunu resmen Temel’in laz fıkrasını anlatıyormuşcasına gülerek,sırıtarak anlatışını izlemiş midir Rakel Dink?
İzlemişse ne hale geliyordur?
Biliyoruz ,yüce kalplerce lanetlendi bu korkunç cinayet ama bu densizliği,bu hadsizliği,ahlaksızlığı,insanlıkdışılığı seyreden Rakel ne hale geliyordur?Hangi empati,hangi duygudaşlık Rakel’in yerinde olmaya,onu anlayabilmeye yeterki?
‘’Medya mensuplarına saygılarımı sunuyorum.Onların huzurunda Türk İslam aleminin lideri sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nu selamlıyorum.Ey Müslümanlar,Ey Alperenler kalbinizi ferah tutun.BBP(Büyük Birlik Partisi)iktidara gelene kadar bu kervan yürümeye devam edecek’’ diyebilecek kadar arkasındaki malum güçlere güvenen ve ucuz kahramanlık gösterileri sergileyen faşist beyinleri seyreden Rakel’in üstün sabrını kim taşıyabilirki?
Hrant Dink'in cenazesinde ‘’bir bebekten katil yaratanları sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz’’ diyen Rakel Dink'in derinliğini,bilgeliğini dünkü duruşmada şu lafları edebilen Ogün Samast’lar,Yasin Hayal'ler gibi katiller hangi beyinle hangi yürekle anlayabilirki?
Bu katillerle aynı ülkede yaşıyor olmaktan duyduğum utancı ve derin kederi,Rakel'e hangi kelimeler anlatabilirki?
Ahh Yüce Adalet!Sana güveniyoruz.
2 Temmuz 2008 Çarşamba
Onları gördünüz mü?
Alevi kelimesini ilk duyduğumda sanırım ortaokuldaydım.Anneannem,kulağa hiç de hoş gelmeyen şeyler söylüyordu…Neymiş yukarıda bir köy varmış da bilmem ne de…Daha çocuktum ama çocuk aklımla bile anneannemin saçmaladığını düşünmüştüm.Saçmalıyordu…Cahildi,hurafelere inanan bir kadındı anneannem…
Neyseki şanslıydım,babam hümanistti,aydındı;annem okumuştu.Aksi takdirde cahil ellerde biçimlenip de ırk,dil,din,mezhep,insan ayrımı yapan bir pislik ya da bir faşist de olabilirdim.’’Faşist ne demek?’’ diye soran birine,’’bölee puşt gibim bişey’’ der ya Kemal Sunal ‘’Kibar Feyzo’’ filminde,işte öyle bir şey de olabilirdim.
Sonra yıllar geçti…
Hamit’le 1987’de fakültede tanıştım.Mersin’den gelmişti okumaya…Cin gibi,gözlerinden zeka fışkıran bir çocuk…O yıllarda 17 -18 yaşındayız.Çocuğuz yani…Kantinde sohbetlerimiz oluyor her üniversiteli gibi…Nasıl anladığımı bilmiyorum ama anladım,’’sen alevi misin’’ diye sordum…Çok şaşırdı.’’Nerden anladın?’’ dedi,’’bilmiyorum’’, dedim…İlk önce şöyle bir tedirgin olur gibi oldu Hamit…Anlam veremedim…’’Neden saklıyorsun ki?’’ diye sordum.Gözleri bulutlandı…Uzaklara gitti geldi…’’Biz…’’ dedi,duraksadı,anlatıp anlatamayacağına tam karar veremedi ama devam etti ,’’biz Mersin’de oturduğumuz mahallede tek alevi aileydik.Ve yıllarca çok çirkin şeyler duyarak büyüdüm.Hiç arkadaşım olmadı o mahallede…Düşünsene,mum sönermiş de,annem..ablam…Düşünebiliyor musun?..’’Sözlerini tamamlayamadı ve ilk kez bir erkek karşımda ağladı… Yüreğimle yüreğinden tuttum,’’artık alevi olduğunu saklama,Mersin’de o mahallede değilsin artık,yalnız değilsin,bizim yanımızda ‘alevi değilim’ dersen suçtur’’ dedim…Yaşlı gözlerindeki parlayan ışığı unutamam hiç…
Biz bunları konuştuğumuzda Kahramanmaraş,Çorum katliamları olmuştu…Ama henüz Sivas’da 37 insanımız yakılmamıştı…Henüz o vahşet yaşanmamıştı…
Biliyorum,insan olan herkes o vahşeti lanetler…Şimdi yazarken sözcüklerim bütünüyle yetersiz kalıyor…’’Çok büyük bir acı’’ demek bile yetmiyor…
Duygularımı çok etkilendiğim bir filmle belki daha iyi anlatabilirim diye düşündüm…Başrollerde Samuel.L.Jackson,Matthew Mc Conaughey’in oynadığı Orijinal adı ’’A Time To Kill’’’olan film,10 yaşındaki küçük zenci kızın, iki psikopat beyaz tarafından korkunç işkencelere maruz bırakılarak tecavüz edilip,şans eseri ölümden dönmesiyle başlıyor.Zenci küçük kızın babası,bu iki sapığın o yanlı eyalet yasalarına göre kefaletle serbest bırakılacağını çok iyi bildiği için onları duruşmaya çıkacakları sırada öldürüyor.
Zenci baba tutuklanıyor…Jüri tamamıyla beyazlardan oluşuyor…Ve baba,bu taraflı jürinin kararıyla büyük ihtimalle gaz odasına gönderilecek…İşte o noktada ırkçılığa karşı duran (beyaz) avukatının yaptığı savunma bütünüyle sonucu değiştiriyor…Şimdi avukatın,beni çok etkileyen o konuşmasını Sivas katliamıyla ilgili duygularımı anlatmak için şu şekilde aktarmak istiyorum…
‘’Yasaların gözünde herkesin eşit olduğunu kanıtlayacaktım.Ama bu doğru değil.Çünkü yasaların gözleri de tıpkı insan gözleri gibi.Sizin ve benimkiler gibi.Biz birbirimizi eşit görmedikçe yasalar asla eşit görmeyi başaramaz.Hiç bir şey kendi yargılarımızdan daha belirleyici olamaz.O güne kadar da Tanrı’nın gözleri önünde gerçeği bulmak bizim görevimiz.Korkunun ve nefretin ortak yargıya döndüğü beynimiz ve gözlerimizle değil, daha iyi bilebileceğimiz kalbimizle.Sadece kalbimizle…Size bir öykü anlatmak istiyorum.Öyküyü dinlerken lütfen gözlerinizi kapatın.Beni dinlemenizi istiyorum.Beni ve kendinizi dinlemenizi istiyorum sizden.’’
Şimdi siz de gözlerinizi kapatın;ben, bizim korkunç öykümüzü anlatayım sizlere...
Kızınız,oğlunuz,babanız,anneniz,2 Temmuz 1993’de Sivas’da düzenlenen Kültür festivaline gider.Oğlunuz ya da kızınız folklorcüdür.Neşe dolu,cıvıl cıvıl bir genç;bütün yıl çalışmalara katılmıştır.Arkadaşlarıyla şakalaşmıştır.Geleceğe dair düşleri vardır.Sivas’ta düzenlenen bir festivale katılmanın heyecanı içindedir.Ya da babanız bir şairdir,yazardır…Daha aydınlık,daha güzel bir dünya için okuyup,araştırıp,yüreğinden süzüp şiirler ,yazılar yazıyordur…Başlarına gelecekleri öngörmelerine ihtimal dahi yoktur.Onlar böyle bir dünya hayal etmemişlerdir hiç…İlk önce tuhaf tuhaf insanlar otelin etrafında dolaşmaya başlar…Sonra iğrenç yazılar dolaştırırlar elden ele…Üstelik de ’’Bismillahirrahmanirrahim!’’ diye başlayan…Sonra tuhaf kaldırım taşları vardır otelin hemen önünde…Derken camiden çıkan kalabalık bir yobaz güruh yine ‘’Bismillahirrahmanirrahim!’’ nidalarıyla yani Tanrı’nın adıyla toplaşmaya başlarlar…Otelin etrafını kuşatırlar…Kalabalık gittikçe büyüyordur…Sanki her şeyin daha önceden provası yapılmış gibidir…İlk önce taşlar atılır…Sonra otel ateşe verilir…Oğlunuz,kızınız,anneniz,babanız otelin alt katlarında dumandan boğulmaya başlar önce…Sonra yukarıya çıkar bir kısmı…O yobaz,gözü dönmüş kalabalık,İtfaiyenin geçmesine, yangını söndürmesine dahi izin vermiyorlardır…Devlet de seyrediyordur…Hiç bir şey yapmadan herkes seyrediyordur…Kızınız,oğlunuz,anneniz babanız çığlık çığlığadır…Bağırışlar,haykırışlar içinde ,yakılırlar diri diri…Ve dışarıdakiler seyrederler bu vahşeti…
Onları gördünüz mü?
Küfürler yediler,hakarete uğradılar,taşlandılar,boğuldular,yakıldılar…Onların kanını içtiler,ölüme terk ettiler…
Onları gördünüz mü?
Şimdi hayal etmenizi istiyorum.O umutları olan genç delikanlıyı,folklorcü genç kızı;yanındaki genç şaire espriler yapıp takılan,nüktedan yazarı;yanık sesiyle türkü söyleyen ozanı hayal edin…
Şimdi onların ''sünni'' olduğunu düşünün…
Fark eder mi?
Ne fark eder?
Fark eder miydi?...
Neyseki şanslıydım,babam hümanistti,aydındı;annem okumuştu.Aksi takdirde cahil ellerde biçimlenip de ırk,dil,din,mezhep,insan ayrımı yapan bir pislik ya da bir faşist de olabilirdim.’’Faşist ne demek?’’ diye soran birine,’’bölee puşt gibim bişey’’ der ya Kemal Sunal ‘’Kibar Feyzo’’ filminde,işte öyle bir şey de olabilirdim.
Sonra yıllar geçti…
Hamit’le 1987’de fakültede tanıştım.Mersin’den gelmişti okumaya…Cin gibi,gözlerinden zeka fışkıran bir çocuk…O yıllarda 17 -18 yaşındayız.Çocuğuz yani…Kantinde sohbetlerimiz oluyor her üniversiteli gibi…Nasıl anladığımı bilmiyorum ama anladım,’’sen alevi misin’’ diye sordum…Çok şaşırdı.’’Nerden anladın?’’ dedi,’’bilmiyorum’’, dedim…İlk önce şöyle bir tedirgin olur gibi oldu Hamit…Anlam veremedim…’’Neden saklıyorsun ki?’’ diye sordum.Gözleri bulutlandı…Uzaklara gitti geldi…’’Biz…’’ dedi,duraksadı,anlatıp anlatamayacağına tam karar veremedi ama devam etti ,’’biz Mersin’de oturduğumuz mahallede tek alevi aileydik.Ve yıllarca çok çirkin şeyler duyarak büyüdüm.Hiç arkadaşım olmadı o mahallede…Düşünsene,mum sönermiş de,annem..ablam…Düşünebiliyor musun?..’’Sözlerini tamamlayamadı ve ilk kez bir erkek karşımda ağladı… Yüreğimle yüreğinden tuttum,’’artık alevi olduğunu saklama,Mersin’de o mahallede değilsin artık,yalnız değilsin,bizim yanımızda ‘alevi değilim’ dersen suçtur’’ dedim…Yaşlı gözlerindeki parlayan ışığı unutamam hiç…
Biz bunları konuştuğumuzda Kahramanmaraş,Çorum katliamları olmuştu…Ama henüz Sivas’da 37 insanımız yakılmamıştı…Henüz o vahşet yaşanmamıştı…
Biliyorum,insan olan herkes o vahşeti lanetler…Şimdi yazarken sözcüklerim bütünüyle yetersiz kalıyor…’’Çok büyük bir acı’’ demek bile yetmiyor…
Duygularımı çok etkilendiğim bir filmle belki daha iyi anlatabilirim diye düşündüm…Başrollerde Samuel.L.Jackson,Matthew Mc Conaughey’in oynadığı Orijinal adı ’’A Time To Kill’’’olan film,10 yaşındaki küçük zenci kızın, iki psikopat beyaz tarafından korkunç işkencelere maruz bırakılarak tecavüz edilip,şans eseri ölümden dönmesiyle başlıyor.Zenci küçük kızın babası,bu iki sapığın o yanlı eyalet yasalarına göre kefaletle serbest bırakılacağını çok iyi bildiği için onları duruşmaya çıkacakları sırada öldürüyor.
Zenci baba tutuklanıyor…Jüri tamamıyla beyazlardan oluşuyor…Ve baba,bu taraflı jürinin kararıyla büyük ihtimalle gaz odasına gönderilecek…İşte o noktada ırkçılığa karşı duran (beyaz) avukatının yaptığı savunma bütünüyle sonucu değiştiriyor…Şimdi avukatın,beni çok etkileyen o konuşmasını Sivas katliamıyla ilgili duygularımı anlatmak için şu şekilde aktarmak istiyorum…
‘’Yasaların gözünde herkesin eşit olduğunu kanıtlayacaktım.Ama bu doğru değil.Çünkü yasaların gözleri de tıpkı insan gözleri gibi.Sizin ve benimkiler gibi.Biz birbirimizi eşit görmedikçe yasalar asla eşit görmeyi başaramaz.Hiç bir şey kendi yargılarımızdan daha belirleyici olamaz.O güne kadar da Tanrı’nın gözleri önünde gerçeği bulmak bizim görevimiz.Korkunun ve nefretin ortak yargıya döndüğü beynimiz ve gözlerimizle değil, daha iyi bilebileceğimiz kalbimizle.Sadece kalbimizle…Size bir öykü anlatmak istiyorum.Öyküyü dinlerken lütfen gözlerinizi kapatın.Beni dinlemenizi istiyorum.Beni ve kendinizi dinlemenizi istiyorum sizden.’’
Şimdi siz de gözlerinizi kapatın;ben, bizim korkunç öykümüzü anlatayım sizlere...
Kızınız,oğlunuz,babanız,anneniz,2 Temmuz 1993’de Sivas’da düzenlenen Kültür festivaline gider.Oğlunuz ya da kızınız folklorcüdür.Neşe dolu,cıvıl cıvıl bir genç;bütün yıl çalışmalara katılmıştır.Arkadaşlarıyla şakalaşmıştır.Geleceğe dair düşleri vardır.Sivas’ta düzenlenen bir festivale katılmanın heyecanı içindedir.Ya da babanız bir şairdir,yazardır…Daha aydınlık,daha güzel bir dünya için okuyup,araştırıp,yüreğinden süzüp şiirler ,yazılar yazıyordur…Başlarına gelecekleri öngörmelerine ihtimal dahi yoktur.Onlar böyle bir dünya hayal etmemişlerdir hiç…İlk önce tuhaf tuhaf insanlar otelin etrafında dolaşmaya başlar…Sonra iğrenç yazılar dolaştırırlar elden ele…Üstelik de ’’Bismillahirrahmanirrahim!’’ diye başlayan…Sonra tuhaf kaldırım taşları vardır otelin hemen önünde…Derken camiden çıkan kalabalık bir yobaz güruh yine ‘’Bismillahirrahmanirrahim!’’ nidalarıyla yani Tanrı’nın adıyla toplaşmaya başlarlar…Otelin etrafını kuşatırlar…Kalabalık gittikçe büyüyordur…Sanki her şeyin daha önceden provası yapılmış gibidir…İlk önce taşlar atılır…Sonra otel ateşe verilir…Oğlunuz,kızınız,anneniz,babanız otelin alt katlarında dumandan boğulmaya başlar önce…Sonra yukarıya çıkar bir kısmı…O yobaz,gözü dönmüş kalabalık,İtfaiyenin geçmesine, yangını söndürmesine dahi izin vermiyorlardır…Devlet de seyrediyordur…Hiç bir şey yapmadan herkes seyrediyordur…Kızınız,oğlunuz,anneniz babanız çığlık çığlığadır…Bağırışlar,haykırışlar içinde ,yakılırlar diri diri…Ve dışarıdakiler seyrederler bu vahşeti…
Onları gördünüz mü?
Küfürler yediler,hakarete uğradılar,taşlandılar,boğuldular,yakıldılar…Onların kanını içtiler,ölüme terk ettiler…
Onları gördünüz mü?
Şimdi hayal etmenizi istiyorum.O umutları olan genç delikanlıyı,folklorcü genç kızı;yanındaki genç şaire espriler yapıp takılan,nüktedan yazarı;yanık sesiyle türkü söyleyen ozanı hayal edin…
Şimdi onların ''sünni'' olduğunu düşünün…
Fark eder mi?
Ne fark eder?
Fark eder miydi?...
27 Haziran 2008 Cuma
Düşlerin amortisi bari var mı?
...Oysa …İnanmıştım sana bütün kalbimle.Yanındaydım hep…Bir an bile ayrılmadım senden…
Sen de benden…
Bazen dakikalarca seyrettim seni…Işıkta baktım suretine…
Dokundum iç yüzüne…Sahte miydin? Değil miydin?
Herşey o kadar sahte ki artık …O kadar…
Hayır ...Hayır değildin…Sahte değildin…
Gerçeğin ta kendisiydin sen… Mührün gibi gerçek...
Dudağıma damganı vurdum...
Güneş gibi ,kainat gibi
Gözlerimi alamadım senden…Kamaştım…Kavruldum...
Bencil değildin sen...Hayır hayır değildin…Yardımseverdin de…Kızılay’ ın gönül elçisiydi ruhun...
Sana bütün kalbimle inandım ben…
Ahh sen ahh!…Ne hayaller kurduk seninle…Bir tekne alıp sonsuzluğa yelken açmak…Bütün dünyayı gezmek…İnsan suretlerini seyreylemek…Heybemizdeki düşlerle yeni öykülere gebe kalmak…
Bütün umutlarım sendin…Ey zalim!..
Sonra...sonra…
O gün geldi çattı…Gelmez olaydı…Ahh!...bilmiyordum neyle karşılaşacağımı…Ya beynimden vurulmuşa dönersem?…
Evet …Evet…Ya?
Bu gözler ne görecekti?…Hazır mıydım buna?…Ahh!…Bütün hayallerim,benliğim,kainatım,güneşim…
Evet, o lanet olası gün geldi çattı…Belki de ayrılacaktık sonsuza kadar…Belki sen beni,belki de ben seni buruşturup atacaktık bir çırpıda…
O beklenen…Seni sorgulamalıydım artık…Düşlerimin gerçekle randevusu vardı...
Sorgulamalıydım inanmak için...Ne acı!
Düşlere amorti çıkar mıydı?
Ya da
bu umudun teselli ikramiyesi bari var mıydı?
Evet…Bütün numaralarını sorgulamalıydım…Olsa da olmasa da…
Üzgünüm ama sorgulamalıydım…Seni sorgulamalıydım…
Buna dayanabilecek gücüm yoktu oysa...
Sonra istemeye istemeye bütün numaralarını yazdım yan yana…
Artık her şey çok kolaydı…Tek tek bakmak gerekmiyordu…İnternette yazıyorsun numaraları,döktürüyor sonuçları…
…….Bunu bana nasıl yaparsın sen yaa??Nasıl,nasıl?...Ha?Nasıl?
Adi bilet!
Bütün hayallerimi suya düşürdün…Düşlere bi amorti bile isabet etmez miydi be!
Lanet bilet!...
Buruşturup attım terbiyesizi…Manyak yaa!…Adi!..
25 Haziran 2008 Çarşamba
''.... olmayan giremez hemşerim!''
Şuraya bak,iki adet davetiye…Önüme attılar…Gitmeye mecburum…Vazife anam vazife..Naparsın…Gazeteye haber ulaştırmam lazım…Ufff!..Keşke biraz daha şekerleme yapabilseydim yatakta…Neyse…Haydin düş yollara bakalım!…
Hımm,bir tanesinin adresi ‘’…Halaskargazi cad.no 23,cart curt…’’Hah tamam ‘’SaadetimRefahımdinimdir Derneği’’…Neymiş bu panelin adı ‘’Kutsal Kitapta hoşgörü’’…Alla alla enteresan…Eee serde görev aşkı var…
Hah tamam,buldum!Galiba burası…Kapıda da elemanın biri bekliyor…Davetiyemi ve basın kartımı çıkarayım bari…
-Hoop hemşerim!Du bakalım,nereye giriyon sen eylee selamsız ,zabahsız?
-Ben Özgürlük ve Demokrasi gazetesi muhabiri Filiz…Nah bu da davetiyem…Panel başladı mı?Yetiştim mi kardeş?
-Yetiştin,yetişmesine deeee…Maşallah gılık gıyafetin de peh bi aççık seççük…Öyle havuza atlar gibi dalamıyon bu panele…Saa bi kaç soru zormam gerekii…Senin bu gasten,eylee pek tekin bi gastee deel…Aleyhimizde tuhaf tuhaf yaziler yazisizz…Hem senin başın da aççık…Eyle mini etek filan?…
-Kardeşim ne diyorsun sen allah aşkına!Davetiyeye bari ‘’başınız kapalı gelin’’ yazsaydınız,(iç ses:çattık yaa,deli mi ne?)…Vazifemi yapmamı engelleme..Hem daha ‘’Biz Ne Kadarız,Neyiz,Kaç Kuruşluğuz Derneği’’nin paneline de gideceğim…İzin ver de geçeyim…
-Neee?Burdan çıkıp ‘’Biz Ne Gadderiz,Neyik ,Gaç Guruşluğuz Derneği’’nin paneline mi gidecen?Bahh yaa!..Oleye bah!(Allah biliii ki bu garı kesin muhbirin curnalcinin teküdür)..Sen duvaa bilin mi?duvaa?
-Ne duvaası?Ne diyon sen?
-Duvaa,duvaa…Ettehiyatüü filan..
-Ne alakası var şimdi bununla benim içeri girmemin?
-Eylee…En az 7 duvaa bilmeyeni almiikk…Hem zaten tipten de gaybediinn…Kıç,baş aççuk..Ne o eyle?…Koley mi saninn sen bu panele girmeyi o gadder?
-Ya ne diyorsun kardeşim sen?Bu panelin adı ‘’Kutsal Kitapta hoşgörü’’ değil mi?E ben de basın mensubu değil miyim?Davetiyem de burda…Ne hakla bana saçma sapan sorular soruyorsun sen?Kaç dua bilir mişim de,bilmem neymiş de…Dua ,mua bilmiyorum ben!Napacaksın?
-Heee… U zaman çok kötü bahh…İçeri giremen…7 adet duvaa bilmeyeni alamiikk…
-Neden 7?
-Benim uğurlu sayım da undan….hihahohahahhaho!
-Lanet olsun sana yaa..lanet olsun!...
-Tamam u zaman…Baa İslamın şartlarını say bakem?...Du du nereye gidin?Gaçmaa!Gaçmaa!Seni gidi din düşmanı seni!Nası yakeledim emme?
……….
Neyse..Bari diğer panele yetişeyim…Bunun adresi de Sıraselviler…Muhanipzade sokak,kalasgörpera apartmanıymış…Hah tamam! ‘’Biz Ne kadarız,Neyiz,Kaç Kuruşluğuz Derneği ‘’...Panelin konusu neymiş bakim,’’Ulu Önderi ne kadar çok seviyoruz?,En çok şiir okuyan daha çok seviyor yarışması’’…Alla alla,ilginç!...
Hımm,şuradan giriliyor galiba…
-Merhaba ben Özgürlük ve Demokrasi gazetesinden Filiz Elçin…Bu da davetiyem…
-Merhaba hanımefendi!Özgürlük ve Demokrasi gazetesi demek…Hımm…Sizin gazetenizde laiklik karşıtı bir takım yazılar oluyor…Ya da ne bileyim kahraman ordumuz aleyhine bir takım tahkir ve tezyif edici yazılar yazar sizin gazeteniz…
-Efenim,ben gazetenin muhabiriyim…Bu panele de gazetemce gönderildim…Vazifemi yerine getirmeliyim…Lütfen izninizle geçebilir miyim?
-Ama sizin yakanızda rozetiniz yoookk?
-Nasıl yani?Ne rozeti?
-Lütfen Ulu Önderimizle ilgili sorularınızı daha saygılı sorun!Ne demek ne rozeti?Tabiiki Ulu Önderin rozeti!Bakınız,bu soruyu sorarken bile tahkir ve tezyif edici bi bakışla sordunuz…Tek kaşınızı kaldırıp,alay ettiniz…Siz Ulu önderimizi yeterince sevmiyorsunuz hanımefendi!Sevseydiniz mutlaka rozetinizi takardınız…Hadi bakalım söyleyiniz,Ulu Önderimizle ilgili kaç adet şiir okuyabilirsiniz?
-Siz ne diyorsunuz allah aşkına?Ben Ulu Önderi ne kadar sevdiğimi size kanıtlamak zorunda mıyım yaa?’’Ulu Önderi çok seviyorum’’ diye Kutsal Kitaba el mi basmam gerekiyor?Siz kimsiniz?Kaç kişisiniz?Kaç kuruşluksunuz?
-Bakınız, 2 kere ‘’Allah aşkına!’’ dediniz, kutsal kitaba el basmaktan bahsettiniz…Siz kesin,laik ülkemizi yıkmaya mugayir,gizli tarikatların gönderdiği,gerikafalı yobazların casusu olmalısınız…Ama yıkamayacaksınız!Bu Ülkeyi yıkamayacaksınız!Başaramayacaksınız!Ulu Önderi sevmek demek kendinizi sevmek demektir hanımefendi!…
-Tanrım sen bana sabır ver yarabbim!Hanımefendi lütfen kendinize gelir misiniz?Ben bir gazetenin muhabiriyim…Basın çalışanıyım…Görev verildi ve görevimi yerine getirmeliyim…İzninizle…
-Olmazzzz!...(iç ses:sakin ol Necla!)…Bakınız,bakınız,istirham ediyorum küçük hanımefendi,yine ‘’Tanrım,yarabbim’’ gibi kelimeleri peş peşe sıralamış durumdasınız…Şüphelenmekte ne kadar da haklıyım öyle değil mi?Filhakika, Ulu Önderimizle ilgili en az 9 adet şiiri ezbere söylemediğiniz takdirde maalesef içeri alamıyoruz sizi…
-Neden 9 adet?
-Zira 9 benim uğurlu rakamım,hah hah hah hayyyy!
-Lanet olsun sana yaa…Lanet olsun!
-Ya da Cumhuriyet’in temel ilkelerini sayınız o zaman?…Durun durun nereye gidiyorsunuz?Kaçmayınız bakalım küçük hanım,kaçmayınız!...Seni gidi Ulu Önderimin düşmanı seni!...Nası yakaladım ama?
..........
Çalar saatin acı dolu zırlamasıyla kan ter içinde uyanan Filiz,bu gördüklerinin kabus olduğunu anlayınca derin bir ohh çeker…’’Son günlerde ülkede yaşanan gerginliklerin sonucu olsa gerek bu kabus’’ diye içinden geçirir…Ama masanın üzerindeki davetiyelerle birlikte,hemen arka rafta duran ,Ulu Önder’in resmine de ,kutsal kitaba da endişe dolu gözlerle bakmaktan kendini alamaz doğrusu…
Hımm,bir tanesinin adresi ‘’…Halaskargazi cad.no 23,cart curt…’’Hah tamam ‘’SaadetimRefahımdinimdir Derneği’’…Neymiş bu panelin adı ‘’Kutsal Kitapta hoşgörü’’…Alla alla enteresan…Eee serde görev aşkı var…
Hah tamam,buldum!Galiba burası…Kapıda da elemanın biri bekliyor…Davetiyemi ve basın kartımı çıkarayım bari…
-Hoop hemşerim!Du bakalım,nereye giriyon sen eylee selamsız ,zabahsız?
-Ben Özgürlük ve Demokrasi gazetesi muhabiri Filiz…Nah bu da davetiyem…Panel başladı mı?Yetiştim mi kardeş?
-Yetiştin,yetişmesine deeee…Maşallah gılık gıyafetin de peh bi aççık seççük…Öyle havuza atlar gibi dalamıyon bu panele…Saa bi kaç soru zormam gerekii…Senin bu gasten,eylee pek tekin bi gastee deel…Aleyhimizde tuhaf tuhaf yaziler yazisizz…Hem senin başın da aççık…Eyle mini etek filan?…
-Kardeşim ne diyorsun sen allah aşkına!Davetiyeye bari ‘’başınız kapalı gelin’’ yazsaydınız,(iç ses:çattık yaa,deli mi ne?)…Vazifemi yapmamı engelleme..Hem daha ‘’Biz Ne Kadarız,Neyiz,Kaç Kuruşluğuz Derneği’’nin paneline de gideceğim…İzin ver de geçeyim…
-Neee?Burdan çıkıp ‘’Biz Ne Gadderiz,Neyik ,Gaç Guruşluğuz Derneği’’nin paneline mi gidecen?Bahh yaa!..Oleye bah!(Allah biliii ki bu garı kesin muhbirin curnalcinin teküdür)..Sen duvaa bilin mi?duvaa?
-Ne duvaası?Ne diyon sen?
-Duvaa,duvaa…Ettehiyatüü filan..
-Ne alakası var şimdi bununla benim içeri girmemin?
-Eylee…En az 7 duvaa bilmeyeni almiikk…Hem zaten tipten de gaybediinn…Kıç,baş aççuk..Ne o eyle?…Koley mi saninn sen bu panele girmeyi o gadder?
-Ya ne diyorsun kardeşim sen?Bu panelin adı ‘’Kutsal Kitapta hoşgörü’’ değil mi?E ben de basın mensubu değil miyim?Davetiyem de burda…Ne hakla bana saçma sapan sorular soruyorsun sen?Kaç dua bilir mişim de,bilmem neymiş de…Dua ,mua bilmiyorum ben!Napacaksın?
-Heee… U zaman çok kötü bahh…İçeri giremen…7 adet duvaa bilmeyeni alamiikk…
-Neden 7?
-Benim uğurlu sayım da undan….hihahohahahhaho!
-Lanet olsun sana yaa..lanet olsun!...
-Tamam u zaman…Baa İslamın şartlarını say bakem?...Du du nereye gidin?Gaçmaa!Gaçmaa!Seni gidi din düşmanı seni!Nası yakeledim emme?
……….
Neyse..Bari diğer panele yetişeyim…Bunun adresi de Sıraselviler…Muhanipzade sokak,kalasgörpera apartmanıymış…Hah tamam! ‘’Biz Ne kadarız,Neyiz,Kaç Kuruşluğuz Derneği ‘’...Panelin konusu neymiş bakim,’’Ulu Önderi ne kadar çok seviyoruz?,En çok şiir okuyan daha çok seviyor yarışması’’…Alla alla,ilginç!...
Hımm,şuradan giriliyor galiba…
-Merhaba ben Özgürlük ve Demokrasi gazetesinden Filiz Elçin…Bu da davetiyem…
-Merhaba hanımefendi!Özgürlük ve Demokrasi gazetesi demek…Hımm…Sizin gazetenizde laiklik karşıtı bir takım yazılar oluyor…Ya da ne bileyim kahraman ordumuz aleyhine bir takım tahkir ve tezyif edici yazılar yazar sizin gazeteniz…
-Efenim,ben gazetenin muhabiriyim…Bu panele de gazetemce gönderildim…Vazifemi yerine getirmeliyim…Lütfen izninizle geçebilir miyim?
-Ama sizin yakanızda rozetiniz yoookk?
-Nasıl yani?Ne rozeti?
-Lütfen Ulu Önderimizle ilgili sorularınızı daha saygılı sorun!Ne demek ne rozeti?Tabiiki Ulu Önderin rozeti!Bakınız,bu soruyu sorarken bile tahkir ve tezyif edici bi bakışla sordunuz…Tek kaşınızı kaldırıp,alay ettiniz…Siz Ulu önderimizi yeterince sevmiyorsunuz hanımefendi!Sevseydiniz mutlaka rozetinizi takardınız…Hadi bakalım söyleyiniz,Ulu Önderimizle ilgili kaç adet şiir okuyabilirsiniz?
-Siz ne diyorsunuz allah aşkına?Ben Ulu Önderi ne kadar sevdiğimi size kanıtlamak zorunda mıyım yaa?’’Ulu Önderi çok seviyorum’’ diye Kutsal Kitaba el mi basmam gerekiyor?Siz kimsiniz?Kaç kişisiniz?Kaç kuruşluksunuz?
-Bakınız, 2 kere ‘’Allah aşkına!’’ dediniz, kutsal kitaba el basmaktan bahsettiniz…Siz kesin,laik ülkemizi yıkmaya mugayir,gizli tarikatların gönderdiği,gerikafalı yobazların casusu olmalısınız…Ama yıkamayacaksınız!Bu Ülkeyi yıkamayacaksınız!Başaramayacaksınız!Ulu Önderi sevmek demek kendinizi sevmek demektir hanımefendi!…
-Tanrım sen bana sabır ver yarabbim!Hanımefendi lütfen kendinize gelir misiniz?Ben bir gazetenin muhabiriyim…Basın çalışanıyım…Görev verildi ve görevimi yerine getirmeliyim…İzninizle…
-Olmazzzz!...(iç ses:sakin ol Necla!)…Bakınız,bakınız,istirham ediyorum küçük hanımefendi,yine ‘’Tanrım,yarabbim’’ gibi kelimeleri peş peşe sıralamış durumdasınız…Şüphelenmekte ne kadar da haklıyım öyle değil mi?Filhakika, Ulu Önderimizle ilgili en az 9 adet şiiri ezbere söylemediğiniz takdirde maalesef içeri alamıyoruz sizi…
-Neden 9 adet?
-Zira 9 benim uğurlu rakamım,hah hah hah hayyyy!
-Lanet olsun sana yaa…Lanet olsun!
-Ya da Cumhuriyet’in temel ilkelerini sayınız o zaman?…Durun durun nereye gidiyorsunuz?Kaçmayınız bakalım küçük hanım,kaçmayınız!...Seni gidi Ulu Önderimin düşmanı seni!...Nası yakaladım ama?
..........
Çalar saatin acı dolu zırlamasıyla kan ter içinde uyanan Filiz,bu gördüklerinin kabus olduğunu anlayınca derin bir ohh çeker…’’Son günlerde ülkede yaşanan gerginliklerin sonucu olsa gerek bu kabus’’ diye içinden geçirir…Ama masanın üzerindeki davetiyelerle birlikte,hemen arka rafta duran ,Ulu Önder’in resmine de ,kutsal kitaba da endişe dolu gözlerle bakmaktan kendini alamaz doğrusu…
Kaydol:
Yorumlar (Atom)