Yediğimiz tavuklar hiç güneşe çıkmadan, suni ışıklandırma ve hormonlu besinlerle beslenerek kısa sürede büyütülüp, otların üzerine ayağını bile basmadan kesilip, tüyleri yolunup, paketlenip marketlerdeki raflarda yerini alıyor. Böyle büyütülen tavukların psikolojisi kimbilir ne kadar bozuktur , düşünmek dahi istemiyorum
Zamane çocuklarının da maalesef bu hormonlu tavuklardan bir farkını göremiyorum.
Neden mi?
Çocuğunuz büyümeye başladıkça ister istemez ve birdenbire bazı şeylerin içinde kendinizi bulmaya başlıyorsunuz. Bazı annelerle , okul, eğitim gibi konularda konuşmaya, bazı annelerin de çocuklarına ettiklerini gözlemlemeye başlıyorsunuz. Çocuklarına '' ettiklerini'' diyorum, çünkü çocuklarına da çocuklarının çocukluklarına da resmen '' ediyorlar .'' Ve çocukların nasıl hormonlu tavuk muamelesi gördüğüne de böylelikle yakından şahit olmaya başlıyorsunuz. Böyle bir sisteme çocuk doğurduğunuz için acı çekmeye de başlıyorsunuz
Çünkü şimdiki zaman çocuklarının bizden farklı olarak tıpkı suni ışıklandırmayla büyütülen tavuklar , hatta onlardan bile daha kötü, daha vahim, daha da acınası bir hayatları var: Gözlerini '' site'' denilen yüksek yüksek binaların içinde dünyaya açıyorlar. Çocuklar sitelerin içinde eşofmanlı bakıcılar elinde büyüyor. Sonra anaokulu telaşı başlıyor. Aslında bu korkunç engizisyon sisteminde hayatlarının en mutlu sayılabilecek yılları da bu ilk 5 -6 yıl .
Derken geliyoruz ilkokul yaşına. İşte esas işkence de bununla birlikte başlıyor. Çocuğunuzu 40-50 kişilik saldım çayıra mevlam kayıra devlet okullarına vermek istemiyorsunuz. Özel okullar deseniz ateş pahası, en kötüsü bile yılda en az 10-15 milyar. Üstelik bu milyarları sadece 1 yıl ödemiyorsunuz. Hani eğitim, Anayasaya göre parasızdı? Hani fırsat eşitliği?
Bu sebepler ve sorgulamalarla iyice allak bullak oluyorsunuz. Ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Sistem sizi de içine çekmeye başlıyor. Seç bakalım : devlet okullarında çocuğun heba mı olsun yoksa özel okul ticarethanelerine yem mi olunsun? Ayrıca özel okullara çocuk veren sonradan görme ya da Özal Türkiyesi zengini ailelerle muhattap olmak da cabası... Sırf çocukları ilerde bu tür özel okullara başlayınca '' desinler'' diye, sırf birbirlerinden aşağı kalmamak adına küçükken çocuğuna '' Amerika gördürmüş '' özentili aileler bunlar. Bu tür insanların çocuklarıyla senin çocuğun nasıl okuyacak? Etkilenmeyecek mi? O şımartılmış ,doyumsuz , gak dese su, guk dese başka bişeyi eksik edilmemiş çocuklar gibi senden taleplerde bulunmaya başlamayacak mı? Hadi bakalım seçimini yap da göreyim seni.
Devlet desen, kendisine hizmet edecek fabrikasyon embesiller yetiştirmek için hazırladığı katı, acımasız , beyinsiz bir eğitim, öğretim tarzını zaten senin önüne sunuyor. Siz çocuğunuza bakmaya kıyamazken, '' şrakk ! '' diye çocuğunuza tokat atabilecek ve sizi katil edebilecek anlayışsız , acımasız ve katı bir sistem.
İkisi de o kadar size ters ki hangisi diye bir seçim yapmak dahi insanı boğuyor.
Hadi diyelim mecburi olarak çocuğunu devlet ya da özel okula yerleştirdin, eee her sene değişen sınav sisteminden ne haber? Tam bir rezalet! Tam ama.
Bizim zamanımızda diye söze başlarsak, bizler gerçekten de çok şanslı ve mutlu çocuklarmışız . 5 sene boyunca hem mahallemizde koşar oynar hem de okulumuza gider, ödevlerimizi yaparmışız. Şimdi ise korkunç bir şey yapmışlar. Galiba 3. sınıftan itibaren çocuklar seviye tespit sınavlarına girip, not toplamaya başlıyor.
Hatta dünkü demecinde Nimet Çubukçu önümüzdeki sene ilkokul yaşının 5 yaşa indirileceğini söylemiş. Yani çocukları daha da bir tavuklaştıralım istiyorlar. Site-özel okul- servis- üçgeninde yaşayan ve gün yüzü görmeyen doğal olarak da sanal bir alemde bilgisayarı ile arkadaş , ayağı otlara basmamış , sürekli çıldırık anaları tarafından yarıştırılan psikopat çocuklar yetiştirmek istiyorlar.
Çevrem kendini çok mantıklı zanneden , çıldırık, kaçık, psikopat olduğunun farkında bile olmayan , kendini sisteme kaptırmış analardan geçilmiyor.
Geçen gün, bir arkadaşımın ablası böyle geçti karşıma, bana kızı için yaptıklarını mantıklı mantıklı anlatmaya başladı. Daha doğrusu o çok mantıklı konuştuğunu zannederken , ben içimden ,allahım, kaptırmış kendini konuşuyor , kendini cidden çok akılcı konuşuyor sanıyor, bunun anlattıklarını ancak tımarhanedeki deliler anlatabilir diye düşünüyordum ne yalan söylim...
Anlattıklarına göre , çocuğuyla birlikte neredeyse o da sınava giriyor. Çocuğu ile dershanelere , okullara o da devam ediyor. Okul ve dershane hocalarıyla sürekli bağlantı halinde, deli gibi onları yönlendiriyor. Hatta kızı SBS 'ye girmeden önce yatırlara gitmiş, kızına '' okunmuş su'' içirmiş. Bu '' okunmuş su'' insanı ferahlatır diyor. Üstelik de bunu diyen ablamız Atatürkçü ve de çağdaş ve de Bağdat caddesinde oturuyor. Cumhuriyet Bayramlarında fener alayına katılıyor. Güler misin, ağlar mısın?
Hatta bir başka bu konuda tımarhanelik olmuş arkadaşım, çocuğuna bir sınavdan 85 aldı diye neler etti. Çocuk gözleri dolarak, kahvaltı masasından kalkıp , odasına gitti. Fakat daha sonra , çocuğunu bu şekilde davranarak mutsuz ettiğini söylediğimde de yanımda çocuğuna sordu: oğlum sen mutsuz musun? Çocuk kafasını sallayarak '' yooo '' dedi. Çocuk olayın farkında değil ki, ne desin. Anasının çizdiği hedefleri mutluluk sanıyor.
Bu sınav sistemini -özellikle- böyle her sene yapılır hale getirdiklerini ; bu tarz ailelerin kafayı yiyip , hiçbir şey düşünemez ve sorgulayamaz hale gelmesini hedeflediklerini görmemeye imkan yok.
Kafayı resmen yemişler. Hormonlu tavuklar yetiştiriyorlar. Eleştirdiğinizde de cümle hazır :'' Seni de görücez bakalım!''
Valla beni göremeyeceksiniz. Naparsanız yapın, beni bu halde göremeyeceksiniz. Benim çocuğum , çocukluğunu yaşayacak. Hiç bir şey olmasını hedeflemiyorum. Hatta mümkünse sizin çocuklarınız gibi bir çocuk olacaksa hiçbir şey olmasın daha iyi.
Benim çocuğum, ne olmak istiyorsa onu olur. Onu doğurdum diye , ona bu kadar saygısız olmaya , onun çocuk haklarını bu kadar gaspetmeye, sırf kendi kişisel ihtiraslarım için çocuğumu sisteme kurban etmeye hakkım yok. Resim mi çizmek istiyor, çizsin. Çöpçü mü olmak istiyor, olsun. Bir insan yaptığı işi sevecek, o iş onu mutlu edecek. O zaman başarı zaten peşi sıra gelir. Türkiye'de kim sevdiği işi yapıyor, yapabiliyor? Oysa böyle anormal, başıbozuk, ne idüğü belirsiz , yap-boz bir eğitim sistemi olmasaydı, ilkokullarda çocuklar sınava boğulacağına, yetenekleri yönünde yönlendirilselerdi böyle mi olurdu?
Oysa seviye tespit sınavı denilen ucube ile özel okullar ve dershanelere resmen rant sağlanıyor. Bu rant sağlansın diye de çocukların psikolojisi ile oynanıyor. Koca koca adamlar , rehber öğretmenler TV'de, gazetelerde, '' efenim çocuğunuz sınavdan önce şöle yapsın, bölee yapsın'' diye akıllar verirken ,hiç bir şekilde bu kadar acımasız bir sınav sistemini eleştiren yok. Çok şaşırtıcı. Bu tımarhanelik veliler, çocuklara rehber olması gereken rehber öğretmenler , AKP'yi eleştirmesini, fener alaylarına katılmayı biliyorlar . Ama top yekün birleşip, '' bu nasıl bir eğitim sistemi? Küçücük çocuğumuza her sene sınav stresi yaşatmaya ne hakkınız var?'' diye hesap bile sormuyorlar ? Bu her sene ama her sene yapılan sınavlar , çocukların fiziki, ruhsal gelişimlerine bile büyük bir darbe. Ama bu duruma isyan edileceğine yatırlara gidip, çocuğuna okunmuş sular içirip, yatırlardan medet umar hale geliyorlar. Çocuğunu sözde beğenmediği böyle bir sistemin dingiline uydurmaya çabalıyor, hatta dualar ediyorlar. Tam tımarhanelik durumlar.
Üstelik gün, güneş görmeyen ,bunca sıkıntı, stres, yanlızlık ve yabancılaşmadan geçerek büyüyen çocuklar, büyüyünce doktor , mimar , bilgisayar mühendisi de olsa , yurtdışlarında eğitimine devamlar da etseler , tüm bunların yanında promosyonu olarak psikopat da olacaklar.
Görünen manzara bu .
11 Haziran 2009 Perşembe
10 Haziran 2009 Çarşamba
Naomi Çamlıbel ile Emine

Naomi kızımızla Emine firstiye leydimizin görüntüleri ana haber bültenlerinde verilirken ben bi çay bahçesinde çayımı yudumluyor ,ilerde kıvrım kıvrım kıvrılıp '' sev beni , sev beni '' diyen bi kedinin, bi çocukla oynaşmasını izliyordum.
Çay bahçesindeki LCD ekrana baktığımda tıpkı o kedinin yerlerde yuvarlanıp '' sev beni, sev beni '' diye yılışması gibi '' Nayomi ile Emine'nin kikirdeşme görüntülerini görünce '' alla alla noluyoz lann '' oldum. Aslında tam olarak ''alla alla noluyoz lann'' demesem bile, sonradan düşününce duygularımı en iyi bu cümle ifade etti de diyebiliriz.
Hani yerli ya da yabancı olsun ''biri bizi gözetliyo '' evleri var ya, bunların hareketlerini izlerken sandım ki Emine ile Naomi'yi kapatmışlar ''biri bizi gözetliyo '' evine, bunlar da orada birlikte yaşayıp gidiyolar,biz de izliyoruz sandım. Hatta bunlar kikir kikir kikirdeşirken bayağı bekledim yastık savaşı filan yapacaklar mı diye.
Görüntülerin sessiz verilmesine bir anlam veremedim çünkü Emine zaten ingilizce bilmiyor. Ne konuştular da sessiz veriyorsunuz? Hani Emine bacı sular seller gibi ingilizce konuşur da, aralarında özel bazı ingilizce konuşmalar geçer de TV'de verilmez. Ama bunlar , yani Naomi ile Emine sadece el ele tutuşmuş bir ''lay lay lomm'' lukla kendi çaplarında takılıyolardı işte. Bunu sesli versen nolur, sessiz versen nolur?
Fakat bu sessiz görüntüler Charlie Chaplin'in sessiz sinemasından daaa komik geldi bana. El ele tutuşup habire gülen , kikirdeşen ve neye güldüklerini bilmediğimiz iki tip. Hayır yani bir başbakan eşi ve bir siyahi ,seksi manken bir araya gelince neye bu kadar çok gülebilir? Bu kadar komik olan neydi?
Ha siz misiniz öyle sessiz veren? O zaman ben de seslendiririm içimden ;
Emine- gızım gel bakim yamacıma... aha hahah hah... Yazık kız , bunu tutunca adamın eline kemikleri geliyo. Kikir kikir kikir... Hiç mi bişi yemedin sen hanım kızım? ahah ahahah hahah... Tercüman hanım kızım söyle bu Nayomi' ye bundan böyle yemehlerini doğru dürüst yiycek. Olmaz böle bir deri bir kemik has kızım. Kikir kikir kikir... Bak valla ince hastalığa tutulursun. Kikir kikir kikir... Sonra da Emine ablam dediydi dersin de iş işten geçmiş olur. Ben buna bi yemek tarifi verecem. Hergün ondan yiycek . Ahahah hahah ...kikir kikir kikir...Tercüman hanım kızım çeviriver bunları da...
Tercüman hanım kız içinden şöyle geçirir, ''ha tabii tabii, çevir tercüman hanım kızım! Kolay sanıyon sen. Sanki hayatın boyunca bi okul okudun, bi kitaba göz gezdirdin de... Çevir tercüman hanım kızımmış! Ömrümü verdim ben bu lisana, ömrümü! Ayrıcana kikirdemelerin çevirisini nası yapacam ? Sımayli sımayli bi yere kadar bee! ''
Naomi- Kikir kikir kikir ... Sister Emine, sister Emine , rakii, şiş kepapp, türkiş lokimm şok güsell! very good!
Emine- ayyh! kikir kikir...Ağzından yel alsın Naomi hanım kızım, ne rakısı? Biz bilmeyiz öyle şeyler, günahtır, hanım kızım.... Kikir kikir kikir... ahah ahah hahah... Yanındakilere dönerek ve sözde kameralara gülümseyerek ama güler gibi yaparken dişlerini sıkarak '' Kimse bu arap bacıya anlatmadı mı? Müslümanlar rakı , içki içmez demedi mi? İnsan bi anlatır. Beni de zor durumda bırakıyorsunuz, olmaz ki canım! Kikir kikir kikir... ahaha hahahha...
Tercüman hanım kız- Emine hanım anlattık anlatmasına da nasıl söylesem...
Emine - söyle tercüman hanım kızım çekinme,
Tercüman hanım kız - nasıl söylesem, bu Nayomi biraz geri galiba , anlamıyo. Emine hanımla sakın içki filan konuşma dedik, '' alla allaa, nidenn? '' , yani '' Ovv my god ! What is this? '' dedi. Kafası basmıyo. Nasıl olur da yol kenarlarında bile rakı içilirken ben rakiii demiycem diyo... Hani arabalarını nerde bi otluk görseler oraya park edip rakı içen vatandaşlarımız var ya, bu Nayomi yol kenarlarında bunlardan çok görmüş de ...
Naomi- Sister Emine ,sister Emine, sidi var sidi var sidi var , konuli, konusiz, zencilii, cücelii, allmenn...
Emine- tercüman hanım kızım bu neler diyor, bi tercüme et bakim,bişi anlamadım, kikir kikir KİKİR
Tercüman hanımkız- Şeyy Emine hanım, bu konuştukları ingilizce değil, Türkçe bu da... Ne dediğini sölemesem daha iyi olacak... Galiba Naomi'yi Doğubank'ın oralarda gezdirmişler de... Şeyy, kem küm..
Devam edecek...
7 Haziran 2009 Pazar
Bir kadın '' sevmiyorum'' dediyse...
Hedef kitlesi gerizekalı kadınlar olan gerizekalı kapitalist sistem kadın dergileri '' erkeğinizi nassı kendinize bağlarsınız ? '' tarzı saçma sulak akıllar ve tüyolar veren yazıları çok bi severler, yayınlarlar.
Bunlar bir kere kadınları '' gerizekalı '' olarak belleyip , bu yargıyı cebe koyduklarından, bu oldukça embesil kodlamayla kadınlara yaklaşırlar. Kapitalizmin herşeyde olduğu gibi kadınları da gerizekalı yerine koymak pek bi işine gelir.Kadınların azcık kafası çalışanı bu bilgileri zoka olarak yutup da uygulamaya kalkmıycaktır.
Yani kapitalizmin oyunlarını azcık dahi bilen kadınlar , '' erkeğğnizi nassı kendinize bağlarsınız ? '' gibi düttürü bilgilerle erkek bağlamaya kalkmayacaklardır. Bağlamayıvereceklerdir. Bağlamak gibi bi gayrete girmiceklerdir. Kadın ve erkek arasında oluşabilecek ilişkinin bütünüyle gönülden gelen bir şey olduğunu, eşit temeller üzerine kurulabileceğini ve özgürlüğün de ilişkinin olmazsa olmazı olduğunu biliciklerdir.
Ama benim asıl meselem zaten bu konu da değil. Benim asıl meselem başka. Meselemmm/ meselemm/ meselemm... Kim söylüyordu bu şarkıyı? Müslüm Gürses mi?
Benim asıl meselem kadın seni sevmiyorum dediği halde, hatta başkasını seviyorum dediği halde ısrar eden gurursuz erkekler.
Ben bu tür erkekleri anlayamıyorum. Anlamak DA istemiyorum. Ben bu tür erkeklerden ciddi anlamda muztaribim, yaka silkiyorum. (Muztarip/ Mustarip= Sevan Nişanyan'a sormak lazım.Tam emin değilim , nası yazıldığından. Merak ediyorum. Benim bildiğim '' Muztarip'' ...Ama biliyorum ki '' mustarip'' de deniyor.)
Kendimi bunların yerine koymaya çalışıyorum. Çok zor oluyor ama çalışıyorum. Mesela ben bir erkeğim, bir kadın bana diyor ki, '' ben seni sevmiyorum, sana aşık değilim, hatta başkasını seviyorum '' diyor. Ben de '' hayırrr !!! Ya benimsin ya da kara torpaağnn ! '' diye ter tepinip o kadına baskı kuruyorum.
Kendimi zorluyorum , zorluyorum, ı ıhh, olmuyor. Olmuyor. Olamıyorum böyle.
Bu inanılmaz onursuz ve gurursuz bir şey. Böyle birine ister kadın, ister erkek olsun saygı duymuyorum. Bu tarz sıkıcı davranışların adına '' sevgi , aşk '' diyemiyorum. Denilemeyeceğini biliyorum.
Bir kadın sizden nefret etsin , iğrensin, suratınızı görmeye dahi tahammül edemesin , sizi görünce arkasına bile bakmadan kaçsın istiyorsanız şöyle davranın ey erkekler! Bak aynen şöyle davranın;
1- Arıyorsunuz, suratınıza telefon kapatıyor, hatta telefonunuzu hiç açmıyor diyelim , ısrarla aramaya devam edin. Mesajlar gönderin.
2- Ne telefonunuza ne de mesajlarınıza yanıt verdiği halde ona çiçekler gönderin.
3- Zırt, pırt, ordan , burdan çıkıp, kendinizi bi şekilde göstermeye çalışın.
4- Tüm bu size göre tutkulu , ona göre ise mide bulandırıcı davranışlarınız karşısında size '' senden hoşlanmıyorum, sesini duymak istemiyorum, hayatımda zaten başka biri var. Olmasa bile yine seni sevmezdim ,devam edersen savcılığa başvuracağım '' dediği halde bile ısrarcı olun, gurursuzluğunuzda ısrar edin. Çiçek, böcek gönderin.
5- Hatta yasadışı yollarla , birilerini kullanarak çok sevdiğiniz (!) bu kadının telefon kayıtlarını, kimlerle görüştüğünü öğrenmeye çalışın. Hatta bu işi aylık rutinlere bağlayın. Ta ki sizi ve bunu yapanı buldurup sürüm sürüm süründürünceye kadar bu hareketlerinize devam edin. Israrcı olun. Çiçek göndermeye devam edin.
6- Arsız olun, terbiyesiz olun, gurursuz olun. Ve aramaya, çiçek göndermeye, özel yaşamını kurcalamaya istekli bi şekilde devam edin. Israr edin. İyi dans ederim diyin.
7- Red edildikçe de o kadından kötüsü olmasın, intikam almaya çalışın. Giderek daha da küçülün. Küçüldükçe büyüdüğünüzü zannedin.
8- Suratınıza mı tükürdü ? Aaa yağmur yağıyor deyin, öyle zannedin. O kadar bencil olun ki yürümesinden, bakışından, elini kaldırmasından, her hareketinden salt kendi biricik mutluluğunuz için sizi sevdiğine dair anlamcıklar çıkarın. Sırf o biricik bencil mutluluğunuz için devamlı kendinizi kandırın.
Bakın bunları aynen yapın ey erkekler! Gurursuz erkekler ! Bunları harfiyen yapın. İnanın o kadın sizi çok ama çok sevecektir (!) Aşkınızdan geberecektir (!)
Hayır yani, gidin bir aynaya bakın. Kim sevebilir böylesine gurursuz ve onursuz birini ? Kim saygı duyar böyle birine?
Böyle bir şeye sevgi denilebilir mi ? Aşk denilebilir mi? ?Ne bu?
Yoksa kabul görmezliğin hıncını başka bir insanın hayatını gaspederek çıkarmaya çalışmak mı ?
Bir kadın '' seni sevmiyorum '' dediyse, efendi olup , rahat bırakın.
Rahat bırakın. Yakasından düşün.
Bir kadın '' seni sevmiyorum '' dediyse, herşey ya hiç başlamamış ya da bitmiştir, bunu anlayın.
Gururlu ve onurlu bir insan şeklinde , şemalinde hayatınıza devam edin-iz.
Bunaltmayınız. Bulandırmayınız.
Bir kadın sevmiyorum dediyse portakalın , orda kalın.
Kaybedin. Kaybetmiş olduğunuzu anlayın.
Her kadının gönlünde bir Zagor yaşar . Ya da bir Ali. Onun gönlündeki Zagor ya da Ali değilseniz Halim'leşmenin ya da Bekir 'leşmenin manası yok. Lüzumsuzdur. Boşunadır. Kar etmez. Irgalamaz. Faydasızdır.
İnsanın asabını bozmayın-ız.
İmza: Bir kadın.
Bunlar bir kere kadınları '' gerizekalı '' olarak belleyip , bu yargıyı cebe koyduklarından, bu oldukça embesil kodlamayla kadınlara yaklaşırlar. Kapitalizmin herşeyde olduğu gibi kadınları da gerizekalı yerine koymak pek bi işine gelir.Kadınların azcık kafası çalışanı bu bilgileri zoka olarak yutup da uygulamaya kalkmıycaktır.
Yani kapitalizmin oyunlarını azcık dahi bilen kadınlar , '' erkeğğnizi nassı kendinize bağlarsınız ? '' gibi düttürü bilgilerle erkek bağlamaya kalkmayacaklardır. Bağlamayıvereceklerdir. Bağlamak gibi bi gayrete girmiceklerdir. Kadın ve erkek arasında oluşabilecek ilişkinin bütünüyle gönülden gelen bir şey olduğunu, eşit temeller üzerine kurulabileceğini ve özgürlüğün de ilişkinin olmazsa olmazı olduğunu biliciklerdir.
Ama benim asıl meselem zaten bu konu da değil. Benim asıl meselem başka. Meselemmm/ meselemm/ meselemm... Kim söylüyordu bu şarkıyı? Müslüm Gürses mi?
Benim asıl meselem kadın seni sevmiyorum dediği halde, hatta başkasını seviyorum dediği halde ısrar eden gurursuz erkekler.
Ben bu tür erkekleri anlayamıyorum. Anlamak DA istemiyorum. Ben bu tür erkeklerden ciddi anlamda muztaribim, yaka silkiyorum. (Muztarip/ Mustarip= Sevan Nişanyan'a sormak lazım.Tam emin değilim , nası yazıldığından. Merak ediyorum. Benim bildiğim '' Muztarip'' ...Ama biliyorum ki '' mustarip'' de deniyor.)
Kendimi bunların yerine koymaya çalışıyorum. Çok zor oluyor ama çalışıyorum. Mesela ben bir erkeğim, bir kadın bana diyor ki, '' ben seni sevmiyorum, sana aşık değilim, hatta başkasını seviyorum '' diyor. Ben de '' hayırrr !!! Ya benimsin ya da kara torpaağnn ! '' diye ter tepinip o kadına baskı kuruyorum.
Kendimi zorluyorum , zorluyorum, ı ıhh, olmuyor. Olmuyor. Olamıyorum böyle.
Bu inanılmaz onursuz ve gurursuz bir şey. Böyle birine ister kadın, ister erkek olsun saygı duymuyorum. Bu tarz sıkıcı davranışların adına '' sevgi , aşk '' diyemiyorum. Denilemeyeceğini biliyorum.
Bir kadın sizden nefret etsin , iğrensin, suratınızı görmeye dahi tahammül edemesin , sizi görünce arkasına bile bakmadan kaçsın istiyorsanız şöyle davranın ey erkekler! Bak aynen şöyle davranın;
1- Arıyorsunuz, suratınıza telefon kapatıyor, hatta telefonunuzu hiç açmıyor diyelim , ısrarla aramaya devam edin. Mesajlar gönderin.
2- Ne telefonunuza ne de mesajlarınıza yanıt verdiği halde ona çiçekler gönderin.
3- Zırt, pırt, ordan , burdan çıkıp, kendinizi bi şekilde göstermeye çalışın.
4- Tüm bu size göre tutkulu , ona göre ise mide bulandırıcı davranışlarınız karşısında size '' senden hoşlanmıyorum, sesini duymak istemiyorum, hayatımda zaten başka biri var. Olmasa bile yine seni sevmezdim ,devam edersen savcılığa başvuracağım '' dediği halde bile ısrarcı olun, gurursuzluğunuzda ısrar edin. Çiçek, böcek gönderin.
5- Hatta yasadışı yollarla , birilerini kullanarak çok sevdiğiniz (!) bu kadının telefon kayıtlarını, kimlerle görüştüğünü öğrenmeye çalışın. Hatta bu işi aylık rutinlere bağlayın. Ta ki sizi ve bunu yapanı buldurup sürüm sürüm süründürünceye kadar bu hareketlerinize devam edin. Israrcı olun. Çiçek göndermeye devam edin.
6- Arsız olun, terbiyesiz olun, gurursuz olun. Ve aramaya, çiçek göndermeye, özel yaşamını kurcalamaya istekli bi şekilde devam edin. Israr edin. İyi dans ederim diyin.
7- Red edildikçe de o kadından kötüsü olmasın, intikam almaya çalışın. Giderek daha da küçülün. Küçüldükçe büyüdüğünüzü zannedin.
8- Suratınıza mı tükürdü ? Aaa yağmur yağıyor deyin, öyle zannedin. O kadar bencil olun ki yürümesinden, bakışından, elini kaldırmasından, her hareketinden salt kendi biricik mutluluğunuz için sizi sevdiğine dair anlamcıklar çıkarın. Sırf o biricik bencil mutluluğunuz için devamlı kendinizi kandırın.
Bakın bunları aynen yapın ey erkekler! Gurursuz erkekler ! Bunları harfiyen yapın. İnanın o kadın sizi çok ama çok sevecektir (!) Aşkınızdan geberecektir (!)
Hayır yani, gidin bir aynaya bakın. Kim sevebilir böylesine gurursuz ve onursuz birini ? Kim saygı duyar böyle birine?
Böyle bir şeye sevgi denilebilir mi ? Aşk denilebilir mi? ?Ne bu?
Yoksa kabul görmezliğin hıncını başka bir insanın hayatını gaspederek çıkarmaya çalışmak mı ?
Bir kadın '' seni sevmiyorum '' dediyse, efendi olup , rahat bırakın.
Rahat bırakın. Yakasından düşün.
Bir kadın '' seni sevmiyorum '' dediyse, herşey ya hiç başlamamış ya da bitmiştir, bunu anlayın.
Gururlu ve onurlu bir insan şeklinde , şemalinde hayatınıza devam edin-iz.
Bunaltmayınız. Bulandırmayınız.
Bir kadın sevmiyorum dediyse portakalın , orda kalın.
Kaybedin. Kaybetmiş olduğunuzu anlayın.
Her kadının gönlünde bir Zagor yaşar . Ya da bir Ali. Onun gönlündeki Zagor ya da Ali değilseniz Halim'leşmenin ya da Bekir 'leşmenin manası yok. Lüzumsuzdur. Boşunadır. Kar etmez. Irgalamaz. Faydasızdır.
İnsanın asabını bozmayın-ız.
İmza: Bir kadın.
Etiketler:
Canım Ailem,
Gurursuz erkeklerden tiksinmek.,
Kader,
Zagor
4 Haziran 2009 Perşembe
Yaşlı, yaşlı amaaa...
Şimdi efendim benim bir Ekrem amcam var. Öz amcam değil. Amca dediysek kibarlıktan. Aslında ''dede '' demek daha uygun ama hadi neyse...
Kendisi 85 yaşlarında filan. Eşkalini tarif etmek gerekirse şöyle tarif edebiliriz : asırlık bir çınar ağacı düşünün, üzerinde yosunlar,sarmaşıklar, börtü, böcek yuva yapmış , bu ağaç da ayaklanmış hanana hunana hanana hunana diye size doğru yürüyerek geliyor. Hah işte Ekrem amca da böyle birşey.
Yaşlılara saygı duymak boynumuzun borcu tabii. Biz de napıyoruz ? Ekrem amca büroya geldiğinde kendisine saygı duyuyor, çayını , kavesini söylüyor, takriben 3-4 saat süren bayıcı muhabbetini , kolonya eşliğinde dinliyoruz. Hatta bir keresinde o konuşurken, telefonla büronun hemen yakınlarındaki eczaneyi arayıp bir eleman çağırmış ve tansiyonumu ölçtürmüştüm ama Ekrem amca bana mısın demeden mevzusuna devam etmişti. Abartmıyorum, eczaneden gelen kalfa çocuk, tıpkı Rahibe Teresa gibi bir elimi tutmuş ve kulağıma '' dayan, dayanmalısın, geçecek, inan bana, geçecek! '' diye telkinlerde bulunduğu halde bile Ekrem amca, '' yavv kızım, bu çocuk kulağına fısır fısır ne söylüyor ?'' diye bile sormamıştı.
Ama olsun, naapmalıyız ? Yaşlılara saygı duymalıyız . Neden ? Çünkü bir gün biz de yaşlanacağız, değil mi ama?
Hem öyle iltifatkar , öyle iltifatkar bir insandır ki kapıdan göründüğü an kendimi tokatlamaya, cırmıklamaya başlasam bile hiç oralı olmadan , '' kızım , ben sizi o kadar çok seviyorum, sizlere o kadar çok güveniyorum kiiii '' diye konuşa konuşa yanıma doğru ilerler, koltuğuna kurulur. İltifat dolu cümlelerine devam ettikçe '' fazla iltifat riyadandır, fazla iltifat riyadandır, fazla iltifat riyadandır '' cümlesi beynimde yankılanır, yankılanır, engel olamam, beynimi tokatlamak isterim, tokatlayamam...
Ama olsun, yaşlılara saygı duymalıyız tabi... Yalnız nedense en merak ettiği konu da benim eşimle geçinip geçinemediğim mevzusudur. Demekki fi tarihindeki askerlik hatıratlarını, ablalarını , mektep hatıralarını, Zübeyde-ül Şebin Hayratını ,Darülfünunu, Divanü Lugati't-Türk'ü , '' va veyli, vala vula da vaptır leyli vap vup'' u filan anlattığı bir gün , ben her zamanki gibi şuurumu kaybetmiş bir halde şeşibeş gözlerle onu dinler gibi ona bakarken ,bana eski eşle ilgili bir şey sordu da, ben de baygınlık halinden olsa gerek , öylesine kafamı salladıysam, kendisi beni evli sanıyor, boşandığımı bilmiyor. Bilmiyor ama yürüyen yosunlu, sarmaşıklı çınar ağacı fazla riya Ekrem amcamız, o haline bakmadan habire '' eşinle aranız nasıl?'' diye sormayı da ihmal etmiyor. Hayır yani ilahi komedya Ekrem amca, tut ki eşimle aram kötü, tut ki boşandığımı söylememişim , ne diye ikide bir eşinle aran nasıl diye soruyorsun ? Sana mı bakacaktım yani ? Sonda aletlerini mi taşıyacaktım ? Takma dişlerini su dolu bardağa mı koyacaktım ? ( Şiyir gibi oldu burası biraz )... Ne diye soruyon ? Nasıl bişi hayal ediyon bey baba , anlamıyom ki? Seninle böyle bir metamorfoz yaşamamızın pratikte ne gibi bir faydası olıcık ? Eşyanın tabiatına , doğanın kanunlarına, tabiatın anatomisine , bağırsak sisteminin fizyolojisine , Arşimet kanununa , Ebced hesabına aykırı ; dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşura, hatta Mecnun Leylasına kavuşur da biz kavuşamıyıza varıncaya kadar nerden bakarsan bak olmıcak bi durum beybaa be... Sabahtan akşama kadar dişlerimi sıka sıka kah Orson Welles' le '' I know what it is to be younggg '' ı , kah Selami Şahin'den '' seninle başım dertte , naapsam bilmıyırım 'ı söylediğimi , ne biçim kahırlandığımı nerden biliciksin... Ahh ahh! Erkek işte , 85 yaşında olsa bile , üzerini komple yosun , börtü , böcek sarmış , manda yuva yapmış çınar ağacı haline gelse bile erkek işte kardeşim ya ! Töbe estağfirullah ! Bu , boşandığımı söylememiş olduğum durum. Hayır demekki bir de söyleseydim nolurduk diye düşünüyorum...
Fakat asıl bomba bugün oldu.
Ekrem amcanın nereden bakarsanız 50-60 yıllık eşi , kalp krizi geçirmiş hastaneye kaldırılmıştı. Bir kaç haftadır hastanede yatmaktaydı.
Baktım Ekrem amca koridordan hanama humana hanama humana şeklinde yürüyerek geliyor. Sanırsınız bütün mitolojik kahramanlar, bütün bir milat, milattan öncesi, tunç devri, taş devri , dinazorlar, tarih öncesi çağlardan bilumum hayvanceyizler de '' ceeayykk ceayykk! '' diye bağırarak Ekrem amcanın peşi sıra yürüyerek size doğru geliyor. Ambiansı bu şekil efektli mefektli tasavvur ediniz lütfen.
İşte bu efektler içinde babamla koridorda Ekrem amcayı karşıladık. Onu görür görmez beni hafakanlar yine basmaya başlamıştı ama hani hafakanlar sizi bassa bile konuşmak için konuşmak zorunda olduğunuz anlar vardır ya, işte tıpkı bu nedenle , - Ekrem amca, hanımınız nasıl oldu? diye sordum. Gergedan haline gelmiş boynunu kaldıramadan gayet sakin bir şekilde, eliyle de sanki bir sineği kovar gibi '' gitti '' işareti yaparak - gitti, diye yanıtlayınca , herhalde kadın düzeldi de yazlığa filan gitti sandım, nereye gitti diye sordum.
- Öteki dünyaya , dedi.
Ama o kadar sakin, o kadar olağan birşeyden bahseder gibiydi ki anlatamam. Yahu 60 küsur senelik eşini kaybetmişsin be ! Millet köpeği ölünce yasa giriyor. Ne yası? Ekrem amca eşi öleli daha 2 gün olmasına rağmen bi davasıyla ilgili bişi sormaya gelmiş meğer.
Bi şarkı varmış ,'' sevgililer gidiyor, hayat devam ediyor '' diye . Bu da o hesap galiba.
Töbe estağfirullah !
Ben asıl bundan sonra yandım gibime geliyor. Bundan kelli ne eczacı çocuk ne de Rahibe Terasa... Hızır acil servis ambulansı büronun kapısında beni bekleyecek artık...
Kendisi 85 yaşlarında filan. Eşkalini tarif etmek gerekirse şöyle tarif edebiliriz : asırlık bir çınar ağacı düşünün, üzerinde yosunlar,sarmaşıklar, börtü, böcek yuva yapmış , bu ağaç da ayaklanmış hanana hunana hanana hunana diye size doğru yürüyerek geliyor. Hah işte Ekrem amca da böyle birşey.
Yaşlılara saygı duymak boynumuzun borcu tabii. Biz de napıyoruz ? Ekrem amca büroya geldiğinde kendisine saygı duyuyor, çayını , kavesini söylüyor, takriben 3-4 saat süren bayıcı muhabbetini , kolonya eşliğinde dinliyoruz. Hatta bir keresinde o konuşurken, telefonla büronun hemen yakınlarındaki eczaneyi arayıp bir eleman çağırmış ve tansiyonumu ölçtürmüştüm ama Ekrem amca bana mısın demeden mevzusuna devam etmişti. Abartmıyorum, eczaneden gelen kalfa çocuk, tıpkı Rahibe Teresa gibi bir elimi tutmuş ve kulağıma '' dayan, dayanmalısın, geçecek, inan bana, geçecek! '' diye telkinlerde bulunduğu halde bile Ekrem amca, '' yavv kızım, bu çocuk kulağına fısır fısır ne söylüyor ?'' diye bile sormamıştı.
Ama olsun, naapmalıyız ? Yaşlılara saygı duymalıyız . Neden ? Çünkü bir gün biz de yaşlanacağız, değil mi ama?
Hem öyle iltifatkar , öyle iltifatkar bir insandır ki kapıdan göründüğü an kendimi tokatlamaya, cırmıklamaya başlasam bile hiç oralı olmadan , '' kızım , ben sizi o kadar çok seviyorum, sizlere o kadar çok güveniyorum kiiii '' diye konuşa konuşa yanıma doğru ilerler, koltuğuna kurulur. İltifat dolu cümlelerine devam ettikçe '' fazla iltifat riyadandır, fazla iltifat riyadandır, fazla iltifat riyadandır '' cümlesi beynimde yankılanır, yankılanır, engel olamam, beynimi tokatlamak isterim, tokatlayamam...
Ama olsun, yaşlılara saygı duymalıyız tabi... Yalnız nedense en merak ettiği konu da benim eşimle geçinip geçinemediğim mevzusudur. Demekki fi tarihindeki askerlik hatıratlarını, ablalarını , mektep hatıralarını, Zübeyde-ül Şebin Hayratını ,Darülfünunu, Divanü Lugati't-Türk'ü , '' va veyli, vala vula da vaptır leyli vap vup'' u filan anlattığı bir gün , ben her zamanki gibi şuurumu kaybetmiş bir halde şeşibeş gözlerle onu dinler gibi ona bakarken ,bana eski eşle ilgili bir şey sordu da, ben de baygınlık halinden olsa gerek , öylesine kafamı salladıysam, kendisi beni evli sanıyor, boşandığımı bilmiyor. Bilmiyor ama yürüyen yosunlu, sarmaşıklı çınar ağacı fazla riya Ekrem amcamız, o haline bakmadan habire '' eşinle aranız nasıl?'' diye sormayı da ihmal etmiyor. Hayır yani ilahi komedya Ekrem amca, tut ki eşimle aram kötü, tut ki boşandığımı söylememişim , ne diye ikide bir eşinle aran nasıl diye soruyorsun ? Sana mı bakacaktım yani ? Sonda aletlerini mi taşıyacaktım ? Takma dişlerini su dolu bardağa mı koyacaktım ? ( Şiyir gibi oldu burası biraz )... Ne diye soruyon ? Nasıl bişi hayal ediyon bey baba , anlamıyom ki? Seninle böyle bir metamorfoz yaşamamızın pratikte ne gibi bir faydası olıcık ? Eşyanın tabiatına , doğanın kanunlarına, tabiatın anatomisine , bağırsak sisteminin fizyolojisine , Arşimet kanununa , Ebced hesabına aykırı ; dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşura, hatta Mecnun Leylasına kavuşur da biz kavuşamıyıza varıncaya kadar nerden bakarsan bak olmıcak bi durum beybaa be... Sabahtan akşama kadar dişlerimi sıka sıka kah Orson Welles' le '' I know what it is to be younggg '' ı , kah Selami Şahin'den '' seninle başım dertte , naapsam bilmıyırım 'ı söylediğimi , ne biçim kahırlandığımı nerden biliciksin... Ahh ahh! Erkek işte , 85 yaşında olsa bile , üzerini komple yosun , börtü , böcek sarmış , manda yuva yapmış çınar ağacı haline gelse bile erkek işte kardeşim ya ! Töbe estağfirullah ! Bu , boşandığımı söylememiş olduğum durum. Hayır demekki bir de söyleseydim nolurduk diye düşünüyorum...
Fakat asıl bomba bugün oldu.
Ekrem amcanın nereden bakarsanız 50-60 yıllık eşi , kalp krizi geçirmiş hastaneye kaldırılmıştı. Bir kaç haftadır hastanede yatmaktaydı.
Baktım Ekrem amca koridordan hanama humana hanama humana şeklinde yürüyerek geliyor. Sanırsınız bütün mitolojik kahramanlar, bütün bir milat, milattan öncesi, tunç devri, taş devri , dinazorlar, tarih öncesi çağlardan bilumum hayvanceyizler de '' ceeayykk ceayykk! '' diye bağırarak Ekrem amcanın peşi sıra yürüyerek size doğru geliyor. Ambiansı bu şekil efektli mefektli tasavvur ediniz lütfen.
İşte bu efektler içinde babamla koridorda Ekrem amcayı karşıladık. Onu görür görmez beni hafakanlar yine basmaya başlamıştı ama hani hafakanlar sizi bassa bile konuşmak için konuşmak zorunda olduğunuz anlar vardır ya, işte tıpkı bu nedenle , - Ekrem amca, hanımınız nasıl oldu? diye sordum. Gergedan haline gelmiş boynunu kaldıramadan gayet sakin bir şekilde, eliyle de sanki bir sineği kovar gibi '' gitti '' işareti yaparak - gitti, diye yanıtlayınca , herhalde kadın düzeldi de yazlığa filan gitti sandım, nereye gitti diye sordum.
- Öteki dünyaya , dedi.
Ama o kadar sakin, o kadar olağan birşeyden bahseder gibiydi ki anlatamam. Yahu 60 küsur senelik eşini kaybetmişsin be ! Millet köpeği ölünce yasa giriyor. Ne yası? Ekrem amca eşi öleli daha 2 gün olmasına rağmen bi davasıyla ilgili bişi sormaya gelmiş meğer.
Bi şarkı varmış ,'' sevgililer gidiyor, hayat devam ediyor '' diye . Bu da o hesap galiba.
Töbe estağfirullah !
Ben asıl bundan sonra yandım gibime geliyor. Bundan kelli ne eczacı çocuk ne de Rahibe Terasa... Hızır acil servis ambulansı büronun kapısında beni bekleyecek artık...
Napıyormuşuz? Yaşlıları seviyormuşuz. Niye ? Çünkü bir gün bizde yaşlanacağız.
Dip not; Başlıkta , bir fıkrada geçen '' cüce, cüce ama...'' sözünden esinlenilmiştir :)
2 Haziran 2009 Salı
Feylozof Asansör
Bu 60 daireli apartmanda her gün sayısız insan taşıyorum.
Doğal olarak sayısız insanla insan suretiyle karşılaşıyorum.
Mesela spora giden gençler gerim gerim gerinip, derin bir gururla aynada vücutlarını incelerken, yandan, önden, popodan, karından , yaşlı Fahrinur teyze hiç ama hiç bakmaz aynaya. Küsmüş gibi hayata. Napsın be, yüzü toprağa bakar olmuş kadının artık. Fahrinur teyze unutmuş bir zamanlar genç olduğunu, gençler de bir gün nasılsa Fahrinur teyze olacaklarının henüz değiller farkında. Yapışsan da kusursuz mu kusursuz vücuduna, vücut bu, bırakacak zaman sonra seni ruhuna.
Anneler biner çocuklarıyla... Çocuklarının elleri, ayakları, saçları kapıma sıkışmasın diye pür dikkat kesilirken, beni de alır deli bir telaşe mesela. Beni de alır bir deli telaşe dedim ya birden bire aklıma Sabahattin Ali'nin şiiri geldi. Hani var ya Nükhet'in söylediği : '' Beni sararrr melankoliii, aaaaaahh! Beni sarar melankoliii...''
Ahh bir de şu asansör fantazisi yapanlar yok mu? Ya var ya bişi bildiklerinden de değil ha! Bunlar böyle şeyleri bir yerlerde seyrediyorlar, okuyorlar, sonra da neymiş efendim ''asansör fantazisi! '' Lan benim adımı niye kötüye çıkarıyorsunuz? Mekan olarak beni seçtiniz diye sittin sene üzerime yapışan bu yalap şap, saçma sapan fantaziyle anılmak zorunda mıyım? Hayır yani neden ben? Neden merdiven altı fantazisi değil de illa asansör ? Ahlaksızlar! Kardeşim, gidin evinizde yapın ne yapacaksanız ya ! Utançtan yerin dibine giriyor, bir an evvel bu angutları oturdukları kata ulaştırmaya çalışıyorum ama stopa basıp, ara katta beni durduruyor, fantaziyi uzattıkça uzatıyor eşoleşşekler. Gözlerimi kapamaktan başka çarem kalmıyor. Hayır yani utanmayı da bi yana bırakın, bunlar beni stoplayıp ara katta durdurduklarında başka biri düğmeye basıp ,beni çağırmasın mı ! Bu sefer de bu sevişgenlerin telaşa kapılmaları yüzünden kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Neyse ki şimdiye kadar yakalananına, basılanına rastlamadım, şükür! Hem idmanlı hem de temkinli eşşoleşşekler!
Bir de gözlerini birbirinden kaçırma huyu çok yaygın. Birbirlerine '' merhaba'' ya da '' iyigünler'' dememek için türlü atraksiyonlar yapıyorlar. Lan alt tarafı bir kelime : '' merhaba'' ... Bunu dile getirmenin bir insana ne gibi bir külfeti olabilir ki? Ne zaman unuttular bu lafı acaba? İlk kim ve neden unuttu?
Hele geçen gün , vücut çalışmış ve üst bedenini üçgenleştirince kafası oldukça küçük kalmış, tabiri caizse tam bir ''devekuşu '', bastı düğmeye beni çağırdı. Apartman görevlisi de peşi sıra eğile büküle bunun mini minnacık spor çantasını taşıyordu. Çünkü bu çok mühim devekuşu az önce jeepinden inmişti. O sırada elinde yemek tenceresi olan, çelimsiz, pek bir albenisi olmayan bir kadın da kapımın yanına geldi. Devekuşu ile kadınceyiz bindiler ve düğmeye bastılar. Lan o küçük kafa , bir ''merhaba'' , bir '' iyigünler '' demedi elinde tencere tutan kadınceyize iyi mi ?Ama vücut çalışmış ya, nasıl gerim gerim geriniyor bir görseniz. Beyin küçük kaldıktan sonra, omuzların Çin Seddi gibi olsa nolucak? Kadın da zavallıcık,büzüldü bir köşeme, bir an evvel gideceği kata ulaşmanın ve bu hıyardan kurtulmanın sabırsızlığıyla yandı tutuştu. Bu devekuşu daha önce indi ve inerken de ses yok, tık yok iyi mi . Yuh be!
Hani yuh be diyorum ama ben üzülüyorum böyle şeylere. Böyle kaba saba insanları elimde olsa oturdukları kata çıkartmayacağım , tuttuğum gibi enselerinden fırlatıp atacağım da elimde değil ki ! Elim yok. Her şey otomata bağlanmış, tık, tık, tık...
Ha bir de burnunu karıştırıp da tutamaçlarıma burun pisliklerini bir güzel sıvayanlar var ki... Allah sizin belanızı versin! Bunları harbiden dövesim geliyor. Beni pisletmeyi bırakın, daha sonra binen kişilerin eline bulaşınca, adam haklı olarak basıyor kalayı. E basmasın mı ? Bu küfürleri nerden öğrendim sanıyorsunuz? Tamam kalayı bassın, bassın da yalnız aramızda kalsın , sonra bir bakıyorum başka zaman da o aynını yapıyor. E sen değil miydin '' vay adiler! Ben sizin yedi sülalenizi...'' diye küfürü sallayan? Ahh Ahh! Dilim yok ki bu deyyustan bunun hesabını sorayım...
Bu otomatik çağ beni böyle ettiyse alışveriş merkezlerindeki yürüyen merdivenleri ne etmiştir kimbilir?
En çok çocukları ve yaşlı yolcularımı seviyorum. Çocuklar bıcır bıcır konuşurken, yaşlılar da üzerlerinden yaydıkları buram buram , caanım naftalin kokusuyla sükunet içinde kısa bir yolculuğa çıkıyorlar benimle. Belki de az biraz zaman sonra çıkacakları uzun yolculuğun en çok da onlar farkında. Belki de o yüzden artık daha bir suskunlar.
Ne bileyim... Çok mu düşünüyorum ne? Arkadaşlar ,'' sen çok düşünüyorsun, çok sorguluyorsun'' diyorlar, '' asansörler düşünmez'' diyorlar.
Halbuki sadece çıkarsam ,indirsem ,taşısam , işime baksam, hizmetimi yerine getirsem ..Tık tık tık... Benden beklenen ne ki bundan başka ?
Doğal olarak sayısız insanla insan suretiyle karşılaşıyorum.
Mesela spora giden gençler gerim gerim gerinip, derin bir gururla aynada vücutlarını incelerken, yandan, önden, popodan, karından , yaşlı Fahrinur teyze hiç ama hiç bakmaz aynaya. Küsmüş gibi hayata. Napsın be, yüzü toprağa bakar olmuş kadının artık. Fahrinur teyze unutmuş bir zamanlar genç olduğunu, gençler de bir gün nasılsa Fahrinur teyze olacaklarının henüz değiller farkında. Yapışsan da kusursuz mu kusursuz vücuduna, vücut bu, bırakacak zaman sonra seni ruhuna.
Anneler biner çocuklarıyla... Çocuklarının elleri, ayakları, saçları kapıma sıkışmasın diye pür dikkat kesilirken, beni de alır deli bir telaşe mesela. Beni de alır bir deli telaşe dedim ya birden bire aklıma Sabahattin Ali'nin şiiri geldi. Hani var ya Nükhet'in söylediği : '' Beni sararrr melankoliii, aaaaaahh! Beni sarar melankoliii...''
Ahh bir de şu asansör fantazisi yapanlar yok mu? Ya var ya bişi bildiklerinden de değil ha! Bunlar böyle şeyleri bir yerlerde seyrediyorlar, okuyorlar, sonra da neymiş efendim ''asansör fantazisi! '' Lan benim adımı niye kötüye çıkarıyorsunuz? Mekan olarak beni seçtiniz diye sittin sene üzerime yapışan bu yalap şap, saçma sapan fantaziyle anılmak zorunda mıyım? Hayır yani neden ben? Neden merdiven altı fantazisi değil de illa asansör ? Ahlaksızlar! Kardeşim, gidin evinizde yapın ne yapacaksanız ya ! Utançtan yerin dibine giriyor, bir an evvel bu angutları oturdukları kata ulaştırmaya çalışıyorum ama stopa basıp, ara katta beni durduruyor, fantaziyi uzattıkça uzatıyor eşoleşşekler. Gözlerimi kapamaktan başka çarem kalmıyor. Hayır yani utanmayı da bi yana bırakın, bunlar beni stoplayıp ara katta durdurduklarında başka biri düğmeye basıp ,beni çağırmasın mı ! Bu sefer de bu sevişgenlerin telaşa kapılmaları yüzünden kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Neyse ki şimdiye kadar yakalananına, basılanına rastlamadım, şükür! Hem idmanlı hem de temkinli eşşoleşşekler!
Bir de gözlerini birbirinden kaçırma huyu çok yaygın. Birbirlerine '' merhaba'' ya da '' iyigünler'' dememek için türlü atraksiyonlar yapıyorlar. Lan alt tarafı bir kelime : '' merhaba'' ... Bunu dile getirmenin bir insana ne gibi bir külfeti olabilir ki? Ne zaman unuttular bu lafı acaba? İlk kim ve neden unuttu?
Hele geçen gün , vücut çalışmış ve üst bedenini üçgenleştirince kafası oldukça küçük kalmış, tabiri caizse tam bir ''devekuşu '', bastı düğmeye beni çağırdı. Apartman görevlisi de peşi sıra eğile büküle bunun mini minnacık spor çantasını taşıyordu. Çünkü bu çok mühim devekuşu az önce jeepinden inmişti. O sırada elinde yemek tenceresi olan, çelimsiz, pek bir albenisi olmayan bir kadın da kapımın yanına geldi. Devekuşu ile kadınceyiz bindiler ve düğmeye bastılar. Lan o küçük kafa , bir ''merhaba'' , bir '' iyigünler '' demedi elinde tencere tutan kadınceyize iyi mi ?Ama vücut çalışmış ya, nasıl gerim gerim geriniyor bir görseniz. Beyin küçük kaldıktan sonra, omuzların Çin Seddi gibi olsa nolucak? Kadın da zavallıcık,büzüldü bir köşeme, bir an evvel gideceği kata ulaşmanın ve bu hıyardan kurtulmanın sabırsızlığıyla yandı tutuştu. Bu devekuşu daha önce indi ve inerken de ses yok, tık yok iyi mi . Yuh be!
Hani yuh be diyorum ama ben üzülüyorum böyle şeylere. Böyle kaba saba insanları elimde olsa oturdukları kata çıkartmayacağım , tuttuğum gibi enselerinden fırlatıp atacağım da elimde değil ki ! Elim yok. Her şey otomata bağlanmış, tık, tık, tık...
Ha bir de burnunu karıştırıp da tutamaçlarıma burun pisliklerini bir güzel sıvayanlar var ki... Allah sizin belanızı versin! Bunları harbiden dövesim geliyor. Beni pisletmeyi bırakın, daha sonra binen kişilerin eline bulaşınca, adam haklı olarak basıyor kalayı. E basmasın mı ? Bu küfürleri nerden öğrendim sanıyorsunuz? Tamam kalayı bassın, bassın da yalnız aramızda kalsın , sonra bir bakıyorum başka zaman da o aynını yapıyor. E sen değil miydin '' vay adiler! Ben sizin yedi sülalenizi...'' diye küfürü sallayan? Ahh Ahh! Dilim yok ki bu deyyustan bunun hesabını sorayım...
Bu otomatik çağ beni böyle ettiyse alışveriş merkezlerindeki yürüyen merdivenleri ne etmiştir kimbilir?
En çok çocukları ve yaşlı yolcularımı seviyorum. Çocuklar bıcır bıcır konuşurken, yaşlılar da üzerlerinden yaydıkları buram buram , caanım naftalin kokusuyla sükunet içinde kısa bir yolculuğa çıkıyorlar benimle. Belki de az biraz zaman sonra çıkacakları uzun yolculuğun en çok da onlar farkında. Belki de o yüzden artık daha bir suskunlar.
Ne bileyim... Çok mu düşünüyorum ne? Arkadaşlar ,'' sen çok düşünüyorsun, çok sorguluyorsun'' diyorlar, '' asansörler düşünmez'' diyorlar.
Halbuki sadece çıkarsam ,indirsem ,taşısam , işime baksam, hizmetimi yerine getirsem ..Tık tık tık... Benden beklenen ne ki bundan başka ?
Kaydol:
Yorumlar (Atom)