13 Haziran 2008 Cuma
Lütfen Falconetti,üstüme gelme!...
''Çok uzun gibi görünen ama eğlenceli bi yazı;ben yazdım diye demiyorum ama yemenizi... ayy pardon okumanızı tavsiye ederim''
Aşkla kafayı bozmuş yazılar okuyorum.
Tamam edebiyatın, sanatın,hayatın anlamıdır aşk,biliyoruz,anladık…Olmalı ,olacak istiyorum tamam...Aşk, güzel şey tabii…Yalnız anladığım kadarıyla yurdumuzda teori tamam da pratikte bazı sıkıntılar var.Yoksa bu kadar güzel bir şey bu kadar çok yazıldığı,çizildiği halde bu kadar yüze göze bulaştırılır mıydı?
Aşkı çok güzel anlatan yazılar var.Gerçekten hayran oluyorum okuduğum zaman…Yazan kişinin her satırından aşk acısı çektiği kolaylıkla anlaşılıyor.Hissediyorsun.
Ama bazıları bu aşkı iş edinmiş kendine.Yazı yazmak deyince akıllarına aşktan başka bişi gelmez gibiler.Kolları sıvamış şapada şupada yazıyor,yazıyor yazıyor;’’sevgilim,ben seninle doğmuşum,seninle kucaklıyorum ayı yıldızları kainatı,börtü böceği,dün gece sana şarkı söyledim ve biliyor musun menekşelerle konuştum,menekşeler bana sıcak bir gülümsemeyle fısıldadılar senin adını’’ gibilerinden…Böyle bi bıcık bıcık ağzından su fışkırıyo mu desem şır şır su sesi mi desem,bi yılışık gülümseme mi desem…Yani ben bu şekilde yazan birini gerçek hayatta tanısam eminimki benden hiç hoşlanmadığı halde bana etmediği iltifat kalmaz..Ölee bişiler hissediyorum okurken.Oportünist bir kişilik olduğu o kadar belli ki…
Yok tamam bişi demiyorum…Yazılsın tabii…Yazılmalı aşk, yazılmalı tabii…Hatta hergün yazılmalı ama sakız çiğner gibi cak cak cak yazılmasa bari…
Benim haleti ruhiyem şu an müsait değil bunları okumaya…
Baktım herkes aşkı yazıyor ,artık dayanamadım ve ben de aşkı yazmaya karar verdim...
Tamam yazan yazsın bir şey demiyoruz da kimse kusura bakmasın benim haleti Rukiye, aşkla ilgili şunları yazardı eğer yazsaydı;
-Komşu komşu hu hu oğlun geldi mi?
-geldi,
-ne getirdi?
-AŞK!
-Kime kime?
-sana,sana
-daha kime?
-kara kediye.
-Kara kedi nerde?
-ağaca çıkmış,
-ağaç nerde?
-balta kesmiş.
-balta nerde?
-suya düşmüş.
-su nerde?
-inek içmiş.
-inek nerde
-Dağa kaçmış
-dağ nerde?
-yanmış,bitmiş,kül olmuş..
Şimdi yukarıda sorulara dökülen aşksal tekerlemedeki postmodern,eytişimsel yansımaların anlak betimlemelerinin açılımı şu şekilde oluyor;
Komşu;
Meraklı komşular, aşktaki çevre faktörünü simgelemektedirler.Siz ne kadar aşk tek kişiliktir hadi bilemedin 2 kişiliktir deyin,bu meraklı tazeler sizi sizinle bırakmazlar bacım.Aşkın en bitirici kişileridir.Sürekli soru sorar ve caaanım aşkınızın içine ederler.Açıklama açıklama açıklama beklerler.Bunlar sizin arkadaşlarınız,onun arkadaşları,eş ,dost,akraba,aileler ilgili ilgisiz herkes olabilir.Tapu kadastro çalışanları bile size aşkınızla ilgili sorular sorabilir.Zirai Donatım İl Bölge Müdürlüğü bile…O kadar yani…Tamam biraz abartmış olabilirim ama o kadar yani…
Komşunun oğlu;
aşık olduğunuz şahsiyetin temsili betimlemesi…Asgari müştereklerde ‘’aynı olan’’ ,değişmeyen erkek karakter.Bu kişiyle hemen hemen,genellikle ve aslında kesinlikle sürekli şunlar yaşanır;
Giriş,girizgah;
İnanılmaz bir ilgi ve alaka gösterirler.Her nedense ilk önce ellerinizin ne kadar güzel olduğunu duyarsınız.Elinizi tutmak bu er kişiler için neden bu kadar önemlidir bilmiyoruz.Aslında biliyoruz da neyseee…Sosyolojik aşksal bir irdeleme içerisinde olduğumuzdan oralara girmeyelim şimdi…
Ne diyorduk, hah tamam!;elinizi tutmak için ‘’hayatımda gördüğüm en güzel el,aman allahım!’’ gibi ileride kendilerinin bile anımsamayacağı tuhaf bir el tutma isteğiyle yanar yakılırlar.Ve tutarlar da tabii.Gözleriniz dünyanın en güzel gözüdür.Felan filan…Geçelim,bildik tanıdık yaklaşımlar işte…
Gelişme;
Efendim eğer klasik bir aşk ilişkisinden sözediyorsak sabahlara kadar süren telefon görüşmelerini ve ezan sesiyle bile son bulamayan bu telefon görüşmelerinin kişileri maddi ve manevi anlamda dumura uğratmayıp nasıl da tuhaf bir haz verdiğini belirtmeden geçemeyeceğiz.Aşk işte,naparsın?Çocukluk yılları,askerlik anıları anlatılıp;tatlı tatlı kıkırdamalar,fingirdeşmeler falan hemen hemen her canlı organizmanın aşık olduğu ilk günlerde oluyordur sanıyorum.Üstelik de bu irili ufaklı anılara kesinlikle sıkılınmadan büyük bir şevk ve merakla kulak verilir.Ayrıca hafif seksi yaklaşımlar,sözde masumane takılmalar;
-Şu anda üzerinde ne var? ,sorusu eğer her ilişkinin ilk telefon görüşmelerinde yapılmış bi espri değilse ben ne oliimm!Sanırım bu esprili yaklaşımlar bir çeşit cinselliği sınama hali oluyor.
Daha sonra sinema,tiyatro,konser,gösteriler,kültürel etkinliklerle, çiftler ne kadar da ne olduklarını ve her konuda ne kadar da anlaştıklarını birbirlerine anlatma bir nevi kanıtlama çabası içine girerler.Aynı kitapları okumuşlardır.Aynı filmler hoşlarına gider büyük çoğunlukla.Aynı sanatçılar…Aynı aynı aynı aynı…Herşey o kadar aynıdır ki.O kadar tatlıdır ki her şey…
Her bir paylaşımda bunun altı bir kez daha, bir kez daha kalın kalın çizilir;’’biizzz anlaşıyoruzzz!’’ .Vay bee!Helal olsun!..anlaşıyorlarmış..Ne güzel!
Sonra kural olarak –ki bir takım yerli yabancı filmlerde de olduğu üzre-kadın bir şekilde başından geçen bir şeyi ağlayarak anlatmalıdır.Acılarını felan.Erkeğinin kollarına sığınmalıdır.Erkek bu acıları sarar sarmalar.Erkek de gaza gelip ağlayabilir.Kadın da onu sarar,-ayy maymunum benim,gel kollarıma…İşte aşksal ayvanın yenildiği an tam da burasıdır zati.
Amma velakin aşıklarımızın anlaklarından bu esnada ‘’Allahım bu bir rüya olmalı yavv…her şey bu kadar mı güzel olur be!’’ cümlesi geçmektedir, o ayrı…
Kara kedi;
Hah işte burada bi takım ‘’kara kediler’’ simgesel olarak olaya müdahale ederler.Bu mesela kızın eski sevgilisi olabilir.Erkek bu eski sevgiliden delirebilir.Ya da erkeğe cepten bi mesaj gelebilir.Kadın kıskançlık krizi geçirebilir…İlişki bir sarmal dönence,bir ‘’vurgun yemiş misali gönlüm tutuldu aşka ‘’ya da ne bilim bir savrulma bi ‘’kendimden kaçak ,yarim keskin bıçakk’’ hali durumlar yaşamak zorundadır.Bu angutsal semptomların uzantısı olan sevi hırpalanması, ilişkiyi girift harmonik bir sarmal haline getirebilir.
Çiftler bir süre görüşmeyip,koklaşmalara ara verip bir nevi işkence hali yaşayarak bu defa da aşklarını sınama dönemine girerler.
Bu arada yakın arkadaşlarla ilişki masaya yatırılıp,gözden geçirilir;
-Ya Sibel,olacak iş mi yaa,ona ne benim eski sevgilimden di mi ama? Arif bunu hep yapıyo Sibel..bıktım yaa..yok yok bölesi daha iyi...Çok dip dibe girmiştik ,ilişki biraz nefes almalı (ilişkiden sanki bir şahısmış gibi bahsedilir)…Ayy ama Sibel ,Arif’i çok özledim yaa…ühü ühü hüü..
Arif de Şahsuvar diye bi arkadaşıyla ilişkiyi gözden geçirir;
-ya oğlum,bana bi msj gelmiş,sen git karıştır mesajımı oku...Olaya bak be kardeşim,ya bu kadınların hepsi mi böyle olur be anam ya!Valla bunaldım be! Bu akşam bi bara, pavyona gidelim,kafayı dağıtacam ben,daralttı beni bu kadın.Bi rahatlayalım Şahsuvar…
Bu ayrılık, çiftlerin birbirini sınaması ve ilişkinin ne derece sağlam olup olmadığı hakkında bir fikir edinmeleri için oldukça gereklidir.
Bu bile güzeldir be!
Sonra dayanamaz,görüşürler.
Sonuç;
Arif,Suna tarafından çeşitli atraksiyonlarla kafalanmış ve evliliğe ikna edilmiştir.Yani şöölee;
-Bak Arif,Sibelle Serdar evlendiler,annemler beni sıkıştırıyor.Bilmiyorum artık…Ya evlenelim ya da ayrılalım çünkü bir imzaya takılıyorsak zaten bizim ilişkimiz yok demektir Arif…
Bu aşk en nihayetinde bir ‘’çift’’ haline gelecek ve kapı zillerine ‘’Suna&Arif Büyükharman’’ yazılması gerekecektir.Kapılarına da yılbaşlarında şirin,yuvarlak,yeşil,ottan bööle ne idüğü belirsiz bişiler var ya onu asarlar.Sanırsam o idük şeyin bir adı da yok...
Balta,ağaç,su ve inek;
Sonra bu çift,büyük ihtimal kadının –artık benimle eskisi gibi ilgilenmiyorsun Arif?
Erkeğin de –beni rahat bırak Suna,vıdı vıdı vıdı yedin bitirdin beni,hayatımı hapishaneye çevirdin’’ tarzı baltasal yaklaşımlarına maruz kalacaktır.Balta daha sonra ağacı kesecek ve suya düşecektir.Su , hayalleri temsil etmektedir.Suya düşen baltayı inek içip dağa kaçacaktır.
İneğin buradaki açılımı acaba aşktaki heyecan olabilir mi?...Evet ,bence uyar.Suya düşen hayalleri yani baltayı içen inek ,baltanın verdiği karın ağrısıyla dağa doğru heyecanla kaçmaya başlar.
Dağ;
Dağ neden yanıyor peki?Dağ burada ‘’aşk’’ı betimliyor.Dağ,volkanik bir dağ olduğundan ,heyecanlı ineğin böğüre böğüre dağa kaçması magmayı uyandırıp etkinleştiriyor.Kaynayan magma, volkanik püskürtme yaşanmasına sebebiyet veriyor.Ve patlama yaşanıyor.Dağ,sizlere ömür!
Ve yandı bitti, kül…
Ama o yerlere göklere sığdırılamayan aşk ,kör topal olarak -artık buna ne kadar aşk deniyorsa- bir şekilde devam edecektir işte…Onlar ermiş psikopata bağlamışlar,biz çıkalım …çıkalım daraldım ben…
Niye aşık olayımki yaa?Niye?İnsan sonu belli bir filmi, sürekli gidip gidip izler mi be kardeşim!
Filmin adı ;‘’Lütfen Falconetti üzerime gelme!benim aşka bakışım şu an böyle’’.
..............
Dipsel not:Bir zamanlar ‘’Zengin ve Yoksul’’ diye bir dizi seyrederdik tek kanallı Tv.mizde.’’Falconetti’’ denen şahsiyet o dizideki kötü adamdır.Ama ben şu an Falconetti’nin çok iyi bir kişi olduğunu düşünür oldum o ayrı mesele.
Dipsel not 2;Aşkın septomatik sanrılarının,katalitik deşarzist açılımlarının eşgüdüsel evlilik sonrası gelişimsel psişiklemeleri,yazarın bir miktar daha aşksal yazılar okumasından kelli patlayacak iç ruhsal durumsalına göre devam edebilir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder